DİP'in 5. Kongresi: Kürt hareketinin tarihsel gerilemesi ve proleter, anti-emperyalist, enternasyonalist bir siyasetin gerekleri

Kürt hareketinin tarihsel gerilemesi ve proleter, anti-emperyalist, enternasyonalist bir siyasetin gerekleri

Gerçek gazetesi ve internet sitesinde daha önce haberleştirdiğimiz ve dünya ve Türkiye durumunun analizleri ve bu analizlerden çıkan görevlerin yer aldığı karar metinlerini yayınladığımız Devrimci İşçi Partisi'nin 5. Kongresi'nin kararlarından Kürt hareketinin değerendirmesi ve bu değerlendirmeden çıkan enternasyonalist görevlerin yer aldığı kararı aşağıda yayınlıyoruz.

 

Kürt hareketinin sınıfsal ve siyasal karakteri

  1. Kürt hareketi doğumunda sadece bir kadro hareketi idi. Ama Türkiye politikasında bir etki yapmaya başladığı noktadan, hele hele 1980’li yılların sonunda kitleselleşmeye başladığından itibaren ona ana karakterini veren, kent ve kırın yoksullarının partisi olmasıydı. Hareketin parlamenter alanda ve legal basında boy göstermesiyle birlikte adım adım başka sınıf ve katmanlara doğru açılması kaçınılmazdı ama beraberinde büyük tehlikeler getiriyordu. Bir kitle hareketinin, çok tehlikeli olmakla birlikte mecliste bir siyasi kariyer vaat etmesi, birçok küçük burjuva unsurun hareketin etrafına üşüşmesiyle sonuçlandı. Devrimcilerin yanına kariyeristler katıldı. 1999’dan sonra yaşanan ideolojik ve politik başkalaşım ise devrimcilerin reformistleşmesine ve Kürt burjuvalarının bu kitle hareketini kendi hâkimiyetlerine almaya girişmesine yol açtı. Bugün HDP’nin sınıfsal karakteri küçük burjuvadır. Kürt burjuvazisinin, siyasi olarak merkeze aldığı parti hâlâ HDP olmamakla birlikte bu parti Kürt burjuvazisinin siyasal etkisini yoğun biçimde hissetmektedir. HDP, hâlâ bir düzen partisi değildir. Ancak bir düzen partisi olmak için yoğun biçimde çabalamaktadır.
  1. Kürt hareketi,1999’dan sonra birleşik bir ulusal devrim perspektifini “demokratik konfederalizm”le ikame etmiştir. Öcalan’ın demokratik konfederalizm perspektifi, hâkim ulusun burjuvazisiyle anlaşarak demokratik özerklik temelinde Kürtlerin statü elde etmesini hedeflemektedir. Bunun iki yolu öngörülmüştür: Ya diyalog ve açılım süreçleri ya da savaş ve serhildan. Ancak devrim perspektifini ideolojik ve politik olarak tümüyle reddeden demokratik konfederalizm yönelişinde savaş da hâkim ulusun burjuvazisini diyalog ve çözüme ikna etmenin bir yolu olarak konumlandırılmaktadır.
  1. Kürt hareketinin savaş stratejisi, Batı emperyalizminin Türkiye üzerindeki baskısını tetikleyerek hâkim ulus burjuvazisi içindeki açılım yanlısı kanatları etkin hale getirmeye odaklanmıştır. Bu aslında Batı emperyalizmine dair ölçüsüz bir iyimserlikle sakatlanmış bir stratejisizliktir. Öcalan Türkiye’ye teslim edildiği günlerden itibaren Türkiye burjuvazisini  “açılıma” ikna etmenin yolunun, onun Kürt petrollerine yayılma emellerini desteklemekten geçtiğini düşünmüştür. İlk sorgularında bunu açıkça devlet yetkililerine söylemiştir. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta etkinliğini arttırması için Barzani ve Talabani’nin karşısında Türkiye’ye hizmet etmeye hazır olduğunu belirtmiştir. Onun bu perspektifi zamanla Kürt hareketinin açılım siyasetinin ana ekseni haline gelmiştir. Ancak Türk burjuvazisinin, yayılmacı politikaları için Kürt hareketinin desteğine muhtaç olmadığı, emperyalist güçlerle bu doğrultuda çok yönlü seçenekler oluşturabileceği göz ardı edilmiştir.
  1. Burada Kürt hareketinin perspektifindeki en önemli unsur, hâkim ulusun burjuvazisi ile mücadele ederek müzakerenin yolunu açmak değil onunla ittifak ederek müzakereye ikna etmeye çalışmasıdır. Habur olayı ile biten 2009 açılımı, 2011 Oslo görüşmeleri ve Öcalan’ın 2013 Newroz açıklaması ile simgeleşen son açılım süreçleri, PKK’nin muhatap kabul edildiği yeni bir siyasal düzeye işaret etse de bu açılımların son tahlilde PKK’yi tasfiye etmenin farklı yöntemleri olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Açılım süreçleri Kürt hareketinin tarihsel gerilemesinin bir parçasıdır. Çünkü bu süreçlerde Kürt hareketi muhataplarıyla sadece müzakere yürütmemiş onları siyaseten de desteklemiştir. 2007’de HDP, AKP destekçisi liberallere kapılarını sonuna kadar açmıştır. Ayrıca Kürt hâkim sınıfının HDP içindeki temsilcileri (örneğin Ahmet Türk) AKP’ye güvenoyundan dahi söz etmiştir. HDP’nin baş tacı ettiği liberaller daha sonra “yetmez ama evet” kampanyasının aktif unsurları olacaktır. HDP ve Kürt hareketi 2010 referandumunda boykot tutumu almıştır ancak daha sonra “yetmez ama evet” tekrar HDP saflarına geçmiş ve el üstünde tutulmuştur. Tüm bunlar tek başına AKP ile bir ittifak ilişkisine işaret etmez. Ama 2009 açılımından itibaren gelişen destek eğilimi, 7 Şubat 2012’den itibaren bir tutum olarak kesin bir hâl almış, İmralı Hakan Fidan’ın sorguya çağrılmasını bir “darbe” olarak yorumlayarak AKP’yi ayakta tutmayı politik stratejisi haline getirmiştir. Roboski katliamında iktidarın suçlanmaması, Reyhanlı katliamında Demirtaş’ın açıkça “hükümetin yanındayız” açıklaması yapması, Gezi isyanında Diyarbakır’dan Batı’ya TOMA sevk edilmesini sağlayacak kadar pasif bir tutum alma, yolsuzlukların üzerine gidecek somut politikalardan açıkça kaçınmak, akil insanlar süreci, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı açıktan öven ve ona kefil olan yaklaşımlar ve nihayet Kobani serhildanını durdurmak için İmralı-HDP-Kandil üçlüsünün AKP iktidarı ile birlikte hareket etmesi bir siyasi ittifak çizgisinin izlendiğine işaret etmektedir. Kürt hareketi açılımın selametini Kürt yoksul halk kitlelerinin seferberliğinde değil hâkim ulus burjuvazisinin açılım yanlısı olduğuna inandıkları kanadını desteklemekte görmüştür. AKP açılım süreci bittikten sonra aynı siyaset kendisini, HDP ve genel olarak Kürt hareketinin Amerikan muhalefetine yakınlaşma perspektifinde göstermektedir. Kürt hareketi bir bütün olarak ulusal devrimci bir hareket niteliğini yitirmiştir.

Kürt hareketinin emperyalizmle ittifak politikasının niteliği

  1. Kürt hareketi anti-emperyalist bir programla çıktığı yolda SSCB’nin yıkılmasının da ardından adım adım sapmıştır. 1990’lı yıllardaki sol liberal dönüşüm emperyalizme hayırhah bakışı beraberinde getirmiş, Kürdistan’ın dört parçasındaki devletlerin demokratikleştirilmesinde emperyalist güçler taktik müttefikler olarak görülmeye başlanmıştır. Hareketin söylemlerinden anti-emperyalist ve anti-Siyonist vurgular tamamen silinmiştir. Suriye’deki iç savaşta Rojava siyasi oluşumunu kuran ve önderi olan hareket DAİŞ karşısında mevzilerini tutmak için ABD ile işbirliği yapmış, bu işbirliği adım adım YPG’nin ABD’nin bölgedeki kara ordusu haline gelmesiyle sonuçlanmıştır. Bu ittifakın her iki tarafı da zaman zaman bu ilişkiyi taktik ve geçici olarak nitelendirmektedir. Bu tanımlama ABD açısından geçerli olsa bile Kürt hareketi açısından aynı şey söylenemez. Kürt hareketi ABD ile ilişkisinde inisiyatifini büsbütün yitirmiştir. Böyle bir durumda taktik işbirliğinden söz edilemez. Emperyalizm ile siyasi, örgütsel, ideolojik ve askeri anlamlarda yapısal ve uzun vadeli bir iç içe geçiş söz konusudur. Bu durumun değişmesi ancak ABD emperyalizminin Kürt hareketini büsbütün terk etmeyi tercih etmesi halinde mümkün olacaktır. Böyle bir şey olursa Kürt hareketinin Esad ya da İran gibi başka güçlerle ittifak içine girmesi söz konusu olabilecektir.
  1. Kürt hareketinin ulaştığı nokta konusunda berrak olmak gerekir: (1) Rojava’da Kürt askeri gücü, ABD emperyalizminin askeri aygıtının bir uzantısı haline gelmektedir. Sadece taktik hareketi bakımından değil donatımı açısından da Kürt askeri gücü ABD sistemine vazgeçilmez bir bağımlılık geliştirmektedir. (2) Bu askeri güç, Kürdistan’ın çok ötesinde emperyalizmin hâkimiyeti uğruna çarpışmaktadır. Hangi bölgede, hangi güçlerle, hangi taktik konumlanışla çarpışacağını, Amerika’nın keşif ve istihbarat, diplomasi ve siyaset alanlarındaki üstünlüğü göz önüne alındığında Kürt askeri gücünün belirlemesi söz konusu bile olamaz. (3) Türkiye’nin NATO içindeki konumu, Kürt hareketinin ABD’nin gözündeki göreli önemini çok kırılgan hale getirir. 81 milyon nüfusu, Ortadoğu İslam ülkeleri arasındaki en güçlü sanayisi, bölge merkezi olmaya soyunan finans kurumları, gelişmiş teknik işgücü, NATO’nun ikinci büyük ordusu ile Türkiye ABD açısından kolay kolay karşı kampa atılacak bir müttefik değildir. Bu, Kürt hareketine sadece bir pazarlık kozu değeri bırakıyor. (4) Bu eşitsizliğin bedeli bugün, henüz ABD ile Kürt hareketi arasındaki ilişkiler doruğunda iken bile görülebiliyor. ABD Kürt hareketinin lehine atmak istediği her adımı Türkiye devletine kabul edilebilir bir kılığa sokmak zorunda kaldığı için, Kürt hareketi de renkten renge giriyor. PYD-YPG, Suriye Demokratik Güçleri adı altında kamufle edilirken aynı zamanda Araplaşmaya doğru adım atıyor. Bu yetmiyor, şimdi Suriye’nin Geleceği Partisi çatısı altında örgütlenme gündeme geliyor. Rojava adı çoktan tarihe karıştı, yerini Kuzey Suriye Konfederasyonu aldı. Şimdi ise sadece geleceğin “federal Suriye”sinden söz ediliyor. Kısacası Kürt hareketi kendine özgü ayırıcı nitelikleri birer birer geride bırakıyor, bir Kürt hareketi olmaktan çıkıyor, karşıtına dönüşme dinamikleri gösteriyor, derin bir başkalaşım yaşıyor. (5) Hareket sadece ABD ya da Avrupa emperyalizmi ile bir ittifak geliştirmiyor, bu politika hareketi bölgedeki en gerici merkezlerle İsrail başta olmak üzere Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletlerle de işbirliği içine sokuyor. Bu işbirlikleri Kürt hareketinin laik ve modern yapısı ile dünya çapında gördüğü ilgi ve sempatinin de zaman içinde yitirilmesine yol açabilir. Ve hareketi salt bir taşeron askeri örgüt konumuna düşürebilir. (6) Kendisi olmaktan çıkmaya başlayan bu hareket, bir gün ABD’nin çıkarları artık ittifakı gerektirmediği takdirde kullanılmış bir alet gibi bir kenara atılma tehlikesiyle yüz yüze gelecektir.

Kürt hareketinin parçalı ve çelişik yapısı

  1. Kürt hareketinin hâkim kanadının belirleyici olduğu siyasi evrim sürecinde ciddi tepkiler de oluşmuştur. 1999’u takip eden süreçte radikal bir eğilim hareketten kopmuş ancak hızla tecrit olup etkisizleşmiştir. Daha sarsıcı bir kopuş ise Osman Öcalan önderliğindeki grubun kopuşudur. Abdullah Öcalan, Türkiye’nin hâkim sınıflarının Musul ve Kerkük özlemlerine hitap ederek Barzani ve Talabani’ye karşı Türk hâkim sınıflarına siyasal ve kitlesel destek vaat ederken bu grup tam tersi yönde hareket etmiştir. 2009’dan sonra gelişen açılım süreçlerine karşı en büyük direnç ise gençlikten gelmiştir. Bu direncin doruk noktası Öcalan’ın 2013 Newroz çağrısının yapıldığı Diyarbakır’da miting meydanına asılan “Aşiti Şaşiti” pankartında görünür hale gelmiştir.
  1. Bu süreçte Kürt hareketinin bünyesinde siyasi strateji bakımından bir farklılaşma yaşanmıştır. İmralı ve HDP içinde ona yakın duran unsurlar “açılım” politikasını Erdoğan’ı desteklemekle özdeşleştirirken, HDP’nin yönetiminde Demirtaş önderliğinde bir ekip adım adım Erdoğan’dan uzaklaşmış, ona sert bir muhalefet yapmaya başlamıştır. Bu çatallaşmanın doğasını kavrayabilmek için Gezi sonrası halk isyanının ve Kobani Serhildanı’nın doğru bir analizini yapabilmek gerekir. Demirtaş’ın pozisyonu, bu iki toplumsal olayın parlamenter politikaya reformist tarzda tercümesidir. İmralı ise Batı’da Türk halkının, Kürt illerinde ise Kürt halkının isyanının karşısında durmuş ve Erdoğan’ı desteklemekte inat etmiştir. Demirtaş kanadının Erdoğan’a muhalefete geçişi kolay sağlanmamıştır. Başlangıçta Demirtaş Gezi halk isyanına karşı İmralı’dan bile daha tutucu yaklaşmıştı. Fakat HDP’nin Türk solu ile iç içe olması ve daha da önemlisi Batı’nın büyük kentlerinde “beyaz Türk” olarak anılabilecek yeni küçük burjuva katmanlarda (serbest meslekler) ve proleter ve yarı-proleter üst katmanlarda (plaza çalışanları ve diğer beyaz yakalılar) Kürt sorunu konusunda gelişen duygudaşlık, halk isyanının bir an önce parlamenter güce tahvili bakımından Gezi’yi HDP’ye çekici kılmaya başlamıştır. Araya 2013 sonunda 17-25 Aralık krizinde Erdoğan’ın bir kez daha sarsıntı yaşaması girince, HDP yönetiminin bir kanadı gittikçe Erdoğan’ın zayıfladığına ve ona muhalefetin prim yapacağına inanmıştır.
  1. Kobani Serhildanı bir dönüm noktası olmuştur ve Kürt hareketinde yaşanan çatallaşmanın derinleşmesi, muazzam önem taşıyan bu toplumsal olaya verilen farklı tepkilerin ürünüdür. Demirtaş, muhafazakâr Kürtlerin de bir bölümü dâhil halkın isyankâr ruh halinin sözcüsü haline gelmiştir. Bu tutum, 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’yi 6 milyon oya ulaştırarak tarihinde görmediği kadar yüksek sayıda milletvekiline kavuşturmuş, AKP’yi de mecliste çok uzun bir zaferler dizisinden sonra azınlığa düşürmüştür. Bu sonuçta, (a) Kürt hareketinin geleneksel seçmeninin yanı sıra, (b) eskiden HDP’ye oy vermediği halde şimdi Kobani ve Kobani Serhildanı dolayısıyla AKP’den uzaklaşarak HDP’ye yönelen Kürtler ile (c) Gezi sonrası halk isyanında devlet baskısı deneyimi sonucunda Kürtlerle bir duygudaşlık geliştirmiş olan Batı metropollerinin yeni küçük burjuvazisinin ve proletaryanın üst katmanlarının da katkısı vardır. Her durumda, bir yıl arayla ülkenin batısını ve doğusunu sarsan iki halk isyanı Kürt hareketinin içinde ciddi bir politik farklılaşmaya yol açmıştır. Bu farklılaşmanın en önemli delillerinden biri sonradan ortaya çıkmıştır. Demirtaş, 2018 Şubat ayında yargılanmasının başladığı duruşmada, İmralı’nın, hükümetle işbirliği içinde, kendisine 2014’te cumhurbaşkanlığı seçiminden çekilmesi, 2015’te ise 7 Haziran genel seçimlerine parti olarak girmemesi için “tavsiye”de bulunduğunu açıklamıştır. Her iki önemli politik dönüm noktasında da İmralı’yı yöneten saikin Erdoğan’ı korumak olduğu kuşku götürmez. Böylece, bu gecikmeli açıklama, Türkiye siyasi tarihinde İmralı’nın son yıllarda oynamış olduğu gerici rolü açık biçimde kanıtlamış bulunmaktadır. Eklemek gerekir ki, Demirtaş’ın açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla benzer bir örnek 2010 Anayasa Referandumu’nda da yaşanmış, İmralı Demirtaş’a referandum karşısındaki boykot tutumu yerine evet denilmesinin düşünülmesini söylemiştir. Görülüyor ki, İmralı en azından 2009 “açılım” süreci başlayalı beri hep Erdoğan’ın yanında olmuştur. Ve bu, halk isyanlarının etkisinin en yoğun olduğu 2014-2015 özel döneminde hareket içinde kendisininkine karşıt bir eğilim doğmuş olduğu için çıplak olarak karşı devrimci bir karakter kazanmıştır. Kürt hareketi içindeki bu çatallaşma anlaşılmaksızın bugüne nasıl gelindiği anlaşılamaz.
  1. İsyankâr ruh halinin dayandığı temel güç ise Kürt gençliğidir. Ne var ki bu gençlik 7 Haziran seçimleri sonrasında başlayan barikat savaşları esnasında büyük oranda fiziken tasfiye olmuştur. Bu dinamiğin zayıflaması sadece askeri değil politik bir zayıflamayı da beraberinde getirmiştir. Kürt halkının isyankâr ruh durumu barikatların yenilgisiyle geriye çekilmiştir. Demirtaş ve HDP’nin eylem çağrıları karşılık bulmamaya başlamış, nihayet Demirtaş tutuklandığında ciddi hiçbir kitlesel tepki oluşmamıştır. Demirtaş’ın bir dönem üzerinde yükseldiği isyankâr ruh durumunun dayandığı sosyal taban kayınca bir kez daha hâkim sınıflar içinde müttefik arayışı öne çıkmıştır. Demirtaş’ın hareket içindeki muhalif pozisyonunun 24 Haziran 2018 seçimlerinden önce vardığı yer, CHP, İyi Parti ve Saadet’in oluşturduğu Millet İttifakı’nın (Amerikan muhalefeti) HDP’nin katılımıyla demokrasi ittifakına dönüştürülmesini önermek olmuştur. Demirtaş’ın hâkim sınıflar içindeki kanatlarla ittifak arayışı, ABD ve AB emperyalizmine hayırhah bakan siyasi pozisyonuyla da örtüşmektedir.

 

Kürt hareketinin tarihsel gerilemesi

  1. Bir kez daha Kürt burjuvaları ve toprak sahipleri, emperyalizmle ve sömürgeci hâkim sınıflarla işbirliği içinde büyük kazanımlar elde ettiklerini söylerken, Kürt ulusu büyük ve tarihsel kayıplar yaşamaktadır. ABD emperyalizminin himayesinde özerklik statüsü kazanan Barzani’nin ve Irak’taki işgal rejimine Cumhurbaşkanı olan Talabani’nin izlediği çizgi yıllarca Kürt ulusunun kazanımları olarak sunulmuştur. 2017 yılı Eylül’ünde yapılan Kürdistan referandumu ve ardından yaşananlar bunun tümüyle bir yanılgı olduğunu kanıtlamıştır. ABD himayesinde elde edilen sözümona kazanımların yine ABD’nin stratejik çıkarları öyle gerektirdiği için nasıl bir anda kaybolduğu görülmüştür. Barzanici toprak sahibi ve burjuvalar Erbil’deki dar çıkarlarını korumak için Kerkük’ü teslim etmiştir. Geçtiğimiz yıl ölen Celal Talabani’nin grubu YNK ise daha öteye geçerek işbirlikçi bir tutum almış, hâkim olduğu Süleymaniye’nin Güney’de yeni bir çekim merkezi olması düşüncesiyle Irak merkezi hükümeti ve İran’la dirsek teması içinde Kürt ulusuna ihanet etmiştir. Kürt hareketinin Rojava’da elde ettiğini iddia ettiği kazanımların niteliği de bunlardan farklı değildir. Rojava’da devrim yoktur. Devrimci bir potansiyel var idiyse de çok erken aşamada bölgedeki Amerikan kontrolünün artmasıyla birlikte tamamen sönümlenmiştir. Rojava’daki hareketin ulusal niteliği hızla kaybolmuştur. Amerikan komutasında Deyrezzor, Rakka ve Fırat boyunca ve Irak sınırında Arap bölgelerinde savaşan PYD, bölgedeki petrol gelirlerine göz diken ve ABD himayesinde siyasi nüfuz elde etmek isteyen bir yaklaşımın ifadesidir. Bu yaklaşım Kürt yoksullarının çıkarlarına tamamen zıttır ve ABD’nin aracılığıyla Afrin’in terk edilmesi ve Mınbiç’in Kürt halkının bir savunma mevzii değil pazarlık kozu haline getirilmesi bu zıtlığın sonucudur. Dolayısıyla Rojava’da PYD’nin kontrol ettiği alanın genişliği, bu alandaki yer altı ve yer üstü zenginlikleri, Kürt silahlı güçlerinin nicelik, imkan ve kabiliyetlerinin artışı (büyük oranda ABD desteğiyle) Kürt hareketinin kayıplarını ve tarihsel bir gerileme içinde olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
  1. Kürt hareketinin tarihsel gerilemesi otomatikman siyasi destek, örgütsel güç, askeri kuvvet bakımından bir gerilemeye yol açmayabilir. Uzun yıllar kitle üzerinde hâkimiyet kurmuş önderlik ve hareketler bırakalım gerilemeyi, politik olarak iflas ettikten sonra bile on yıllar boyunca bu anlamda güçlerini koruyabilmiştir. Ortadoğu söz konusu olduğunda bunun en iyi örneği Filistin Kurtuluş Örgütü’dür (FKÖ). En azından 1990’lı yılların başındaki Oslo sürecinden, aslında 1979 Camp David anlaşmasından bu yana emperyalizm ve Siyonizmle uzlaşan, hatta “Filistin Ulusal Yönetimi” adı altında İsrail devletinin bir uzantısı haline gelen FKÖ, en azından Batı Şeria’da hâlâ halkın göz bebeği gibidir. Bu tür bir gelişme Kürt hareketinin tarihinde de açıkça görülüyor: 1999’da yakalandıktan sonra eski görüşlerinden bütünüyle vazgeçen ve Türkiye devletiyle uzlaşmanın teorisini ve ideolojisini geliştiren Öcalan, yine de kitlelerin, daha da önemlisi devrimci gençliğin rehberi ve kahramanı gibi görülmektedir. Üstelik son dönemde Kürt hareketi, emperyalizmin Ortadoğu’da, en azından Suriye’nin kuzeyinde askeri gücü haline geliyor olduğu ölçüde askeri gücünü ciddi biçimde arttırmaktadır. Bugün silah altında 60-70 bin savaşçıdan sık sık söz ediliyor. Bu güç dünyanın en etkili hava kuvvetlerinin kara gücü olarak iş gördüğü için, askeri kudreti elindeki silahlarla ölçülemeyecek derecede yüksek demektir. Türkiye’de yapılan son seçimlerde, hareketin parlamenter ifadesi olan partinin, 2015 ortalarından itibaren çok büyük baskılara maruz kalmasına, esas başkanı hapiste, bütün belediyeleri kayyumda olmasına rağmen gücünü (kısmi bir gerileme dışında) büyük ölçüde koruyabildiği görülmüştür. Hareket aynı zamanda 2011’de başlayan bir süreçle Türkiye solunu ilhak etmeye devam ediyor: Son seçimler solun artan sayıda unsurunun bu iltihak sürecine katılmaya gönüllü olduğunu kanıtlamıştır.
  1. Kısacası, neresinden bakılırsa bakılsın, Kürt hareketi siyasi, örgütsel ya da askeri alanlarda henüz çökmemiştir. Ama siyasi ve ideolojik bakımdan dehşet verici bir gerileme ve başkalaşım yaşamaktadır. Bu ikisi birbirine karıştırılmamalıdır. Siyasi gerileme ve başkalaşma yarın aynı zamanda siyasi, örgütsel ve askeri güçte de bir çöküşe yol açabilir veya açmayabilir. Örneğin, ABD Savunma Bakanı James Mattis’in “PKK ile YPG’yi savaştırma” konusunda söylediği önemli sözler bir gün gerçekleşirse, bu, “Bırakuji”nin (kardeş kavgasının) geçmişte kolay kolay hayal edilemeyecek yeni bir biçimi olacak ve Kürt hareketini ağır şekilde yaralayacaktır. Bu tür olasılıklar, meselenin dikkatle izlenmesi gereken bir boyutudur. Ama bugün biz “tarihsel kayıplar”dan, “gerileme”den, “başkalaşım”dan söz ediyorsak, bu, hareketin bir ulusal devrimci hareket olarak bitişine ilişkin bir saptama, sınıf karakteri açısından başkalaşımına ilişkin bir tespit, Ortadoğu satranç tahtasında bulunduğu yer itibariyle bir gözlemdir.

 

Devrimci Marksizmin politikası ne olmalıdır?

  1. Devrimci İşçi Partisi Kürt hareketinin gerileyişini, sürecin değişik uğraklarında karşı devrimci bir rol oynadığını ve emperyalizmle uzun vadeli ve yapısal bir ilişki içinde olduğunu tespit etmektedir. Ancak Kürt hareketinin gerek sömürgeci hâkim sınıflarla gerekse de emperyalizmle ilişkisi çelişkilerle doludur. Kürt hareketinin önderliği bir bütün olarak bu çelişkileri ilerici bir yönde dönüştürme kabiliyetinden yoksun durumdadır. Kendisini ve Kürt halkını gerici güçlerin değirmen taşları arasında ezdirme olasılığı yüksektir. Ancak bu tür bir gelişme süreci Kürt hareketinin safları içinden ya da Kürt hareketinden görece bağımsız bir biçimde halkın bağrından farklı ve ilerici eğilimlerin şekillenmesine zemin oluşturabilir. Devrimci Marksistler Kürt halkının bağrında ilerici hangi dinamik varsa düzenin kıskacından kurtularak devrimci bir çizgiye doğru ilerlemesi için mücadele etmeye devam edecektir.
  1. Devrimci İşçi Partisi’nin bu süreçte izleyeceği çizgi Kürt hareketine hâkim olan siyasetten bağımsız olarak başta kendi kaderini tayin hakkı olmak üzere Kürt halkının haklarını ve meşru taleplerini partimizin kendi politikası olarak savunmak, Kürt halkına ve siyasi kurumlarına yönelik baskılara karşı dayanışma tutumu içinde olmaktır.
  1. HDP ve Kürt hareketi, Türkiye politikasında, emperyalizmin bölgedeki saldırılarında ve özelde sendikal hareket içinde sınıf işbirlikçi, gerici ve karşı devrimci pozisyonlar aldığında Devrimci İşçi Partisi bu odağa karşı ideolojik ve politik mücadele yürütmekten imtina etmeyecektir. Benzer biçimde, Türkiye’de sosyalizmin likidasyonu (tasfiyesi) ile mücadele etme konusunda partimizin ve geleneğimizin 12 Eylül’den beri sürdürdüğü öncü rol göz önüne alındığında, Türkiye sosyalist hareketinin HDP aracılığıyla Kürt hareketine ve onun Marksizm karşıtı programına iltihak etmeye devam eden unsurlarıyla mücadele konusundaki görevimiz devam etmektedir. Ancak bu mücadele yürütülürken kullanılan dil ve üslupta bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da hâkim ulus şovenizmine taviz verilmemesi esastır. Enternasyonal bir örgütlenme çatısı altında bağımsız devrimci partilerin birlikte mücadelesi bir ilke ve hedef olarak geçerliliğini korumaktadır. Sol ve işçi hareketi içinde şiddeti kesin olarak reddeden ilkesel tavrımız HDP ve Kürt hareketi açısından da geçerlidir.
  1. Kürt sorunu uluslararası karakterde bir sorundur ve bugün dolaysız olarak bu karakterini gözler önüne sermektedir. Ancak biz Marksistler, sol liberaller gibi, Kürt sorununun uluslararası karakterinden bahsederken bu sorunun emperyalistlerin ve bölge güçlerinin gündeminde bulunmasından söz etmiyoruz. Bizim perspektifimizin merkezinde Ortadoğu’daki halkların gündemleri ve bölgenin devrimci dinamikleri yer almaktadır. Kürt sorununa hem siyasi hem de örgütsel açıdan enternasyonal bir perspektifle yaklaşılmalıdır. Bölgede mücadele eden ilerici güçlerin anti-emperyalist birleşik cephesi yolunda mücadele de son derece önemlidir. Böyle bir cephenin ete kemiğe bürünmesi ve güçlenmesi Kürt halkı açısından, eşitlik ve özgürlük yolunda, dayanışma ve birlik içinde olacağı gerçek bir alternatifin oluşması demektir ve Kürt hareketi içindeki ilerici dinamiklerin harekete geçmesi açısından son derece olumlu bir rol oynayacaktır. Bu aynı zamanda Ortadoğu’da anti-emperyalist mücadelenin zaferi için de elzemdir. Tarihsel mücadele birikim ve deneyimleri ile Kürt halkının anti-emperyalist cepheye katılması, emperyalizmi zayıflatacak, halkların direnişini güçlendirecek stratejik bir etkendir. Kürtlerle barışmak, sermayeye karşı sınıf mücadelemizin ve emperyalizme karşı savaşımımızın bir gereği olmaya devam etmektedir. “Kürtlerle barış, ABD’yle savaş” sloganı güncelliğini korumaktadır. Bu slogan bölge çapında emperyalizmle mücadeleleri bakımından Arap ve Fars halkları için de aynı ölçüde günceldir. ABD’yle savaşımında zafere ulaşmak isteyen, Kürtlerle barışmalıdır. Ortadoğu çapında milliyetçiliğin ve mezhepçiliğin böldüğü safları halkların kardeşliği ile onarmalı ve anti-emperyalist cepheyi bu şekilde inşa etmeliyiz. Devrimci İşçi Partisi gerek ulusal gerekse uluslararası çapta tüm olanaklarıyla bu doğrultuda mücadele edecektir.