DİP Bildirisi: Devletlû katliamın 25. yılı: Katillerden hesabı emekçiler soracak!

25 yıl önce bir Cuma akşamı Sivas’ta kışkırtılmış mezhepçi güruhlar, devletin polisinin ve jandarmasının gözleri önünde Pir Sultan Abdal şenliklerine katılanların kaldığı Madımak Oteli’ni yakarak yazar, sanatçı, aydın ve otel çalışanı 35 canı katletti. Unutmadık, unutturmayacağız!

Sadece yitirdiğimiz canları değil, “çok şükür otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyen dönemin başbakanı Tansu Çiller’i de, ağır tahrik var diyen dönemin cumhurbaşkanı Demirel’i de, “Sivas katliamı demekten imtina ediyorum” diyerek katillerin siyasi avukatlığını üstlenen dönemin Sivas Belediye Başkanı Karamollaoğlu’nu da ve güya kendini laikliğin teminatı olarak gösteren ama yaptıkları ve yapmadıklarıyla katliamın ortağı olan koalisyon hükümeti ortağı SHP’yi ve orduyu da, 2012 yılında katliam davasını zaman aşımına uğratanları da, zaman aşımı kararı ile ilgili soruya “vatana millete hayırlı olsun” cevabını veren Erdoğan’ı da unutmuyoruz ve unutturmayacağız!

Ancak unutmamak, yalnızca yitirdiğimiz canları anmak anlamına gelmez. Sivas’ı unutmamak yeni Sivas’ların önüne geçmek için mücadele etmektir. Onun için Sivas’ın anlamını iyi kavramak, neden düzenlendiğini doğru anlamak gerekir.

Sivas katliamı öfkeli İslamcıların tahrik edilmesiyle ortaya çıkmış beklenmedik bir olay değildir. Planlı bir devletlû katliamdı. Mezhepçi yobaz güruhlar bu katliamda kullanıldı. Katliamın amacı, Türkiye’nin politik fay hatlarını hâkim sınıfların çıkarına yeniden düzenlemekti.

Olayın yaşandığı 1993 yılında, 1989 Bahar eylemleri ve 1990-91 büyük Zonguldak greviyle silkelenen ANAP iktidarı düşmüştür, Kürt halkının mücadelesi son derece canlıdır, 12 Eylül’ün yarattığı düzen ekonomik ve siyasi krizlerle sarsılmaktadır. İşçi sınıfı mücadelesi her mezhepten ve memleketten insanı birleştiriyor, Türk ve Kürt halklarının arasında bir emek ve kardeşlik köprüsü kuruluyordu. Hâkim sınıflar bir kez daha devletin bekasını toplumu bölüp parçalamakta gördü. Anadolu topraklarındaki kadim Sünni-Alevi karşıtlığını kaşıdı, siyasal İslamcı mezhepçi güruhları maşa olarak ileri sürdü. O gün müdahaleye hazır durumdaki askeri birliklerin neden katliama engel olmak üzere harekete geçirilmediğini sormadan, Sivas katliamının hakikatine ulaşmak mümkün değildir.

Sivas hedefine ulaşmıştır da. Refah Partisi, ertesi yıl yapılan yerel seçimlerde büyük bir oy patlaması yapmış, 1995 genel seçimlerinde ise birinci parti haline gelmiştir. O kadar ulaşmış, hatta hedefi aşmıştır ki, mimarları kendi eserlerinden korkarak 28 Şubat 1997’de “balans ayarı” adı altında örtülü bir askeri müdahale yapmışlardır. Ama dikkat edilsin: 28 Şubat nedense Sivas dosyasını açmamış, davanın hızlandırılarak gerçek suçluların bulunması ve cezalandırılması için parmağını kıpırdatmamıştır!

Alevi toplumu Sivas katliamını hiç unutmadı. Erdoğan, Reyhanlı katliamında “53 Sünni vatandaşımız şehit edildi” dediğinde Alevi toplumu sadece mezhepçiliği işitmedi, Sivas’ı yakan ateşin sıcaklığını da hissetti. Alevi toplumu 3. Köprü için Yavuz Sultan Selim adını duyduğunda yalnız 1513’ü değil 1993’ü hatırladı. AKP iktidarı, emperyalizmle el ele Suriye’de mezhep savaşını finanse ederken, çeteciler Türkiye’deki kamplarda konaklarken, Aleviler nefsi müdafaa ruh hali içine giriyordu. Gezi ile başlayan halk isyanında en önde şehit olan gençlerimiz bir anlamda nefsi müdafaadaydı. Baskısı ve ayrımcılığı ile devlet de Sivas katliamını unutturmadı.

Toplumun, emek-sermaye çelişkisi yerine laik-dindar, Alevi-Sünni vb. kimlikler üzerinden kutuplaşması en çok büyük sermayenin işine geldi. Büyük grevler ve işçi mücadeleleri karşısında tir tir titreyen patronlar dillerinden düşürmedikleri laikliği ilk fırsatta gemiden aşağı atıverdiler. Emperyalist Batı içinse laikliğin İran karşıtı ve İsrail dostu olanı makbuldü. Laikliğin yozlaştırılması sermaye ve emperyalizm dostu bir siyasal İslamcılığın inşası ile el ele yürüdü.

35 canın yakılmasının arkasında hâkim sınıfların ve emperyalizmin işte bu bilinçli politikaları yer alıyordu. Dolayısıyla sadece yitirdiğimiz canları anmakla yetinmemeli onları mezhepçiliğe karşı işçilerin birliği ve halkların kardeşliği mücadelesinde yaşatmalıyız. Bu mücadele, sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşıdır. Bu mücadele, sermayenin sahte laikliğine karşı gerçek proleter laiklik mücadelesidir. Katillerden hesabı emekçiler soracaktır. Çeyrek yüzyıl da geçse, yarım yüzyıl da Sivas’ta yitirdiğimiz canların katilleri, sadece yakanlar değil yaktıranlar da, tarih önünde mahkûm olacaktır! Devrimci İşçi Partisi tüm emekçi halkı bu bilinçle Sivas şehitlerinin anısına sahip çıkmaya, her türlü mezhepçiliğe ve ayrımcılığa karşı emeğin çatısı altında birleşmeye, sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşı örgütlenmeye çağırıyor.

Devrimci İşçi Partisi