DİP Bildirisi: Damdan düşen İçişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanıdır!

15 Eylül 2013 günü toplanan Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi, aşağıdaki bildiriyi yayınlamıştır.

Antakya Armutlu’nun yeni şehidi Ahmet Atakan’ın ölümüne ilişkin ortaya çıkan yeni delil, yine Antakya’da Abdullah Can Cömert, Ankara’da Ethem Sarısülük ve Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz vakalarında olduğu gibi devlet kurumlarının polisin cinayetlerinin üstünü örtmek amacıyla hummalı bir faaliyet gösterdiği konusunda yepyeni kuşkular doğurmuştur. Savcılığa teslim edilen biber gazı kapsülünün üzerinde bulunduğu söylenen kan ve saç örneklerinin Ahmet Atakan’ınki ile aynı olduğu ortaya çıktığı takdirde, ortada bir yalan furyası ve korkunç bir manipülasyon olduğu kesinleşecektir.

Polisin yakın mesafeden göstericilerin kafasına gaz kapsülü sıkması, aslında bu tür olayları giderek taammüden cinayet sınırları içine sokmaya başlıyor. Haziran ve Temmuz aylarında bu tavır uzun süre sürdürüldü. Sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2006’da Diyarbakır’da polisin gaz kapsülüyle ölüme yol açmasına bağlı olarak Türkiye’yi mahkûm etti ve gazın ateşli silah gibi kullanılmaması için 45 derece açıyla atılması gerektiğini hatırlattı. Bunun üzerine, İçişleri Bakanı Muammer Güler de zahmet etti, biber gazının 45 derece kuralına uygun olarak kullanılması, yani havaya doğru ateşlenmesi, doğrudan göstericileri hedef almaması gerektiğini emniyet teşkilatına hatırlatan bir genelge yayınladı.

Ne var ki, uygulama aynen devam ediyor. Ahmet Atakan’ın nasıl öldüğü henüz ortaya çıkmadı, ama İstanbul’da Eylül olaylarında da kafasına kapsül gelerek yaralananlar var. O zaman Güler’in yazdığı şeyin emniyete hitaben yayınlanmış bir genelge değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne hitaben yazdığı bir dilekçe olduğu, amacının sorumluluktan sıyrılmak olduğu, “ben talimat verdim, ama uymadılar” demek için hazırlık yaptığı ortaya çıkıyor. Muammer Güler ya “AİHM’e selam, öldürmeye devam” diyor. O zaman suçludur. Ya da emniyet teşkilatını kontrol edemiyor. O zaman da âcizdir. Her iki durumda İçişleri Bakanı olarak görev yapamaz. Derhal görevden alınmalıdır. Devrimci İşçi Partisi, Muammer Güler’in, Saddam’ın, Halepçe halkını kimyasal silahlarla katlettiği için Irak tarihine “Kimyasal Ali” olarak geçen generali gibi, “Kimyasal” adını hak etmek için olanca kuvvetiyle çalıştığı kanaatindedir. Eli, halk isyanının bütün şehitlerinin kanıyla kirlenmiştir!

Ahmet Atakan da dâhil olmak üzere, isyanın şehitlerinin yarısı Hatay’dandır. Bunun nedeni, Suriye sınırında yer alan Hatay ilinde çok önemli bir Arap Alevisi topluluğunun yaşıyor olmasıdır. Bu insanların kardeşleri, akrabaları, yakınları sınırın hemen öteki yanında yaşayan Suriye Alevileridir. Bu topluluk, Türkiye hükümetinin ve onun Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’de bir mezhep savaşı çıkarmak için can attığını, El Nusret Cephesi gibi Sünni İslamcı gruplara Suriye’nin Alevilerine karşı mücadele etmesi için aralıksız yardım ettiğini, bu temelde başta başbakan olmak üzere hükümet yetkililerinin Türkiye içinde de Sünni-Alevi ayrılığını kışkırttığını, başbakanın Reyhanlı bombalamasından sonra “53 Sünni vatandaşımız hayatını kaybetti” cümlesiyle tam da bu ayrımcılığın bir örneğini verdiğini gayet iyi bilmektedirler. Tarihte Sünni Osmanlı sultanları Şiilere ne zaman savaş açsa Anadolu Alevilerinin katledildiğini gayet iyi bilmektedirler. Hatay Alevileri bu yüzden nefsi müdafaa içindedirler. Bu yüzdendir ki, Haziran’dan beri neredeyse her gece eylem yapmaktadırlar.

Bu Suriye politikasının mimarı Ahmet Davutoğlu bir dışişleri bakanı olarak tarihte az görülmüş bir başarısızlık sergilemiştir. “Komşularla sıfır sorun” diye yola çıkmış, en azından ülkenin doğu sınırlarında “sıfır komşu” durumu yaratmıştır. Beşar Esad’ın hızla düşeceği hesabıyla Suriye’ye yüklenmiş, hesabında yanıldığı için ülkenin başını belaya sokmuştur. Davutoğlu yönetimindeki Türk dış politikası sınırları kevgire çevirmiş, her tür gerici ve cihatçı ordunun Türkiye’yi Suriye devleti ile savaşında cephe gerisi haline getirmesini sağlamıştır. Bütün bu haydutlar çetesinin askerlerini eğitmiş, silahlandırmış, donatmıştır. Suriye’de savaşı kışkırtarak Türkiye’de yarım milyon, bütün Ortadoğu’da 2 milyon mültecinin sefalet koşullarında yaşamasına yol açmıştır. Gaziantep’te, Ceylanpınar’da, Cilvegözü’nde, en son Reyhanlı’da yaşanan bombalamalar ya da silah ateşi sonucunda birçok insanımızın katledilmesine ortam yaratmıştır. Bu şahsın yönetiminde Türkiye dış politikada bir felaketin eşiğine gelmiştir. Suudi Krallığı’nın İran korkusu içinde kışkırttığı Ortadoğu çapında bir Sünni-Şii çatışmasında Türkiye hükümeti ateşe körükle gitmektedir. Vahhabiliğin fedailiği politikası, Ortadoğu ölçeğinde sonucu hiç belli olmayan bir Sünni-Şii ve onun türevi olarak bir Sünni-Alevi savaşının koşullarını hazırlamaktadır. Abdullah Can Cömert’in, Ali İsmail Korkmaz’ın, Ahmet Atakan’ın öldürülmesinde işte bu Vahhabi fedailiği politikası rol oynamaktadır. Davutoğlu başarısızlıktan başarısızlığa ve bombalamadan bombalamaya koşuyor. Bir an önce görevden alınmalıdır.

Ahmet Atakan’ın cansız bedeni yerde yatarken bu iki şahıs dünyaya bakanlık koltuğunun üzerinden bakamamalı. Onlar Ahmet’i düşürdü, öldürdü. Biz de bunları düşürüp siyasi hayatlarına son vermeliyiz!

 

Devrimci İşçi Partisi