DİP 7. Kongre Belgeleri (4): Türkiye’de siyasal durum ve görevlere ilişkin karar: Burjuva cumhuriyeti çöküyor! İşçi sınıfının cumhuriyeti için ileri!

Burjuva cumhuriyeti çöküyor! İşçi sınıfının cumhuriyeti için ileri!

Devrimci İşçi Partisi 7. Kongre belgelerini yayınlamaya devam ediyoruz. Kongre haberi, dünya durumu ve görevlerimiz üzerine kongre kararı, Lenin'in ölümünün 100. yıldönümü vesilesiyle alınan Lenin yılı kararı ve DİP'in emperyalizme ve Siyonizme karşı savaşında Filistin halkının kayıtsız, koşulsuz yanında olduğunu kongre kararı olarak da ilân ettiği karar daha önce Gerçek sitesinde yayınlanmıştı. Aşağıda Türkiye'de siyasal durum ve devrimci görevler üzerine kongrede kabul edilen kararı yayınlıyoruz. 

 

  1. Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yıldönümünde Türkiye’deki manzara iktidarın Türkiye Yüzyılı propagandasının tam aksinedir. Cumhuriyetin ilk yüzyılını büyük bir yıkımla Maraş depremleriyle kapatıyoruz. Asırlar boyu depremler yaşamış olan bu topraklarda cumhuriyet bir yüzyılın sonunda halkını enkazın altında ölüme, enkazın başında yalnızlığa terk etti. Dayanıklı şehirler inşa etmek için bilgimiz de teknolojimiz de vardı ama resmî rakamlara göre on binlerce, hatta gerçekte muhtemelen yüz binlerce insanımızın canını alan, kârı insan hayatının önüne koyan sermaye düzeniydi. Depremde ilk refleksi insan kurtarmak değil isyanı önlemek olan istibdad rejimi insanlarımızı enkazlarının başında yalnız bıraktı. Daha deprem sabahı inşaat ve çimento şirketlerinin hisseleri borsada tavan yaparken depremin ardından geçen aylardan sonra milyonlarca insan hâlâ yıkılan yaşantılarını ayağa kaldıramadı. Asırlar boyu depremler yaşamaya devam edecek olan bu topraklarda yine büyük depremler olacaktır. “Asrın felaketi” cumhuriyete hâkim olan sermayenin insanlık dışı düzeni ve istibdad rejimidir.      
  2. Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yıldönümünde Türkiye kriz içinde ve borç batağında bir ekonomiyle emperyalizmin ve Siyonizmin karşısında zillet içinde bir dış politikayla, devletin her hücresine sirayet etmiş yolsuzluk, yozlaşma ve mafyalaşma ile çöküşün eşiğinde bir ülke görünümündedir. Hayat pahalılığı ile boğuşan emekçi halkıyla, ağır sömürü koşullarına mahkûm edilen işçi sınıfıyla, tefecinin eline düşmüş yoksul köylüsüyle, erkek egemenliği altında ezilen kadınlarıyla, geleceğini göremeyen gençleriyle, nefsi müdafaa içindeki Alevileriyle, sömürgeci tahakküm altındaki Kürt halkıyla, istibdadın baskısı altında nefesi kesiliyormuş gibi hisseden tüm kesimleriyle cumhurun hali perişandır. Sadece bir avuç sömürücü azınlık zenginlik ve refah içindedir. 
  3. Türkiye’nin önünde milletçe ileriye doğru bir atılım değil milletin emekçi ve ezilen çoğunluğu ile sömürücü azınlığı arasında, cumhuriyeti 100 yıl boyunca sırtında taşıyanlarla bu cumhuriyetin kaymağını yiyenler arasında kıyasıya bir sınıf mücadelesi vardır. Geleceği bu mücadelenin kazananı belirleyecektir. Devrimci İşçi Partisi bu kavgada proletaryanın öncülüğünde emekçi halkın ve ezilenlerin zaferi için mücadele etmektedir.

Burjuvazinin iç çatışması ve gerici uzlaşması

  1. Türkiye siyasetinde hâlihazırda hâkim olan saflaşma burjuvazinin iç çelişkilerine dayanmaktadır. Bu çelişkinin bir tarafında Türkiye burjuvazisinin hâkim ve tekelci kanadını temsil eden, Batı emperyalizmi ile bütünleşmeyi stratejik bir yöneliş olarak benimsemiş olan, sembolik olarak TÜSİAD’da temsil edilen Batıcı-laik burjuvazi vardır. Diğer tarafında ise Batıcı-laik burjuvazi ile rekabet içinde olan, orta ve küçük ölçekli Anadolu sermayesine dayanan Batı emperyalizmi ile kendine özgü biçimde (İslam dünyası içinde emperyalizmin müteahhitliğini yaparak) ilişkilenen İslamcı sermaye bulunmaktadır. Bu iki sermaye kampının siyasal alandaki mücadelesi son derece sert biçimler alabilmekte hatta Türkiye’nin siyasi cinayetlerle dolu karanlık geçmişinde ve 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde de görüldüğü şekilde kanlı biçimler dahi alabilmektedir. Ancak sermaye sınıfı arasındaki iç çelişkiler ne kadar sert biçimler alsa da emek-sermaye çelişkisinin aksine uzlaşmaz değildir.
  2. 100 yıl boyu işçi sınıfını sömürerek semiren burjuvazi tüm fraksiyonları ile, sömürü oranını arttırmakta ve işçi sınıfının kazanımlarına saldırmakta ortaklaşmaktadır. 100 yıl boyunca emperyalist sermayenin acenteliği ve emek sömürüsü ile büyüyen, finans-kapital biçimini alarak tekelleşen ve mevcut ulusal sınırları aşarak enerjiye ve yeni pazarlara ulaşmak isteyen burjuvazi yayılmacı dış politikada uzlaşmaktadır. Batıcı-laik burjuvazi ve İslamcı burjuvazi, çok farklı hatta zıt görünen yaşam tarzlarını temsil ediyor olsa da sonuçta toplumun sömürücü azınlığını oluşturmaktadır, azınlık iktidarını sürdürebilmek için emekçi çoğunluğun kimlikler temelinde bölünmesinde, zayıf bırakılmasında ve devletin baskısı altında tutulmasında ortak çıkarları vardır.
  3. Tüm bu sebeplerle burjuva kamplardan bir tarafı diğer tarafa karşı tutmak, ehveni şer olarak görmek büyük bir hatadır. Burjuvazinin çatışan kampları uzlaştığında bunu demokrasi ve normalleşme yönünde bir emare zannederek ham hayallere kapılmak da bir o kadar yanlıştır. Zira burjuvazinin saflarındaki uzlaşma ve birlik sınıf saldırısının daha sert ve güçlü geleceğinin belirtisidir. Dolayısıyla düzen siyasetinden tamamen bağımsız olmak, toplumun emekçi çoğunluğunu sınıfsal çıkarlar temelinde saflaştırmak ve işçi sınıfının önderliğinde birleştirmek, yani düzen siyasetinin karşısına sınıf siyaseti ile çıkmak gerekmektedir.

İsrail Turanına, İngiliz hilafetine, Amerikan cihadına hayır!

  1. İstibdadın “Türkiye yüzyılı” sloganı altında gizlenen, 100 yıldır işçi sınıfını sömürerek, yoksul köylüyü ezerek, Kürt halkını boyunduruk altında tutarak Cumhuriyet’in kaymağını yiyip semiren burjuvazinin emperyalizmin himayesinde enerji kaynaklarına ve dış pazarlara ulaşma hayalidir. Türkiye burjuvazisi gelişmiş büyümüş ama emperyalist düzeye ulaşamamıştır. Bu sebeple yayılmacı hayallerine emperyalist hamiler aramaktadır. Türkiye toplumunda ciddi köklere sahip anti-emperyalist refleksleri uyuşturmak için emperyalist himaye yerli, milli, İslami kılıflara sokulmaktadır. Faşist turancı demagojiyi biraz kazıdığınızda altından Siyonizm çıkmaktadır. Kıbrıs’ın kuzeyindeki sömürgeci politikalar İngiliz üslerinin gölgesinde ve garantisinde, ABD ve AB emperyalizmi ile uzlaşma zemininde sürdürülmektedir. Osmanlıcı, İslamcı politikaların, hilafet özlemlerinin arkasında İngiliz emperyalizminin silueti görülmektedir. Türkiye toprakları halen ABD’nin nükleer silahlarına ve uçak filolarına ev sahipliği yapmaktadır. İslamcılar, milliyetçiler NATO’nun en büyük ordularından birine sahip olmakla övünmektedir. Birinci Dünya Savaşı’na Alman cihadıyla giren Türkiye, Üçüncü Dünya Savaşı’nda Amerikan cihadına zorlanmaktadır. Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarı bunların tam karşısındadır.    
  2. Burjuvazi için bir hayal olan, Türkiye işçi sınıfı için kâbustur. Çünkü gözünü dışarı dikmiş olan burjuvazi içeride bir ucuz emek cenneti yaratmakta, emekçi sınıfların yoksul çocuklarını cephelerde ölüme göndermektedir. Burjuvazinin hayalleri Aleviler için bir kabustur. Çünkü bu yayılmacı politika Sünni İslam dünyasında etki yaratmak üzere koyu bir mezhepçilikle desteklenmektedir. Burjuvazinin hayalleri Kürtler için kabustur. Çünkü Kürt coğrafyasının bir bütün olarak sömürgeleştirilmesi için 40 yıldır süren savaş yöntemlerine ek olarak Kürt halkı içinde gerici ve kanlı iç savaş dinamikleri kaşınmaktadır. Burjuvazinin yayılmacı hayalleri Türk Kıbrıslılar için kabustur. Çünkü bu hayaller Kıbrıs’ı Kıbrıslılara bırakmamakta, Kıbrıs halkını sömürgeciliğin mali, askeri ve siyasi boyunduruğu altında tutmakta, bu boyunduruğu ilhaka kadar ilerletmeye (tabii ki başta Britanya olmak üzere) emperyalizmin himayesinde yönelmektedir. Burjuvazinin hayalleri kadınlar için kabustur. Yayılmacı politikalarla birlikte yükselen şovenizm, mezhepçilik ve militarizm erkek egemenliğini yükseltmekte, toplumsal atmosfer kadınlar üzerinde giderek daha boğucu bir hale gelmektedir.  
  3. Burjuvazi kendisinin devrimci olduğu dönemde, Hürriyet devriminde ve bir ihtilal olarak Millî Mücadele’de DNA’sına işlenmiş olan, işçiden, köylüden, Kürt’ten korkusunu, devrimi hep yarım bırakma eğilimini cumhuriyetle birlikte büyük emekçi kitleleri daima susturmaya, bastırmaya, ezmeye dönüştürmüştür. Toplumun emekçi çoğunluğundan korkmakta, halk iradesini bastırmaya yönelmekte, giderek güçlenen bir istibdad eğilimi göstermektedir. 100 yıldır cumhuriyetin kaymağını yiyerek serpilip büyüyen burjuvazi, kendisini bir koza gibi sarıp büyüten “yurtta sulh cihanda sulh” politikasını yırtıp atmaktadır. 100 yıl sonra sermaye dışarıda Enverizmin gerici maceracılığını içeride Abdülhamit istibdadını özlemektedir. Türkiye’nin işçi-emekçi sınıfları da geçmişte durdurulmuş, önü kesilmiş, bastırılmış olan büyük mücadelelerini (1908-1909 grevleri, köylülerden oluşan Kuvayı Milliye birlikleri, sosyal devrimi ve dünya devrimini hedefleyen Türkiye Komünist Fırkası) bugün, toplumsal temelleri bakımından çok daha kalabalık ve güçlü oldukları aşamada en ileri biçimleriyle ortaya koymalıdır. Sermayenin gerici yayılmacılığına ve istibdada karşı sınıf siyaseti hürriyet mücadelesine, enternasyonalizme ve işçi demokrasisine dayanır. Devrimci İşçi Partisi bu doğrultuda Mustafa Suphilerin, Ethem Nejatların yolundan yürümektedir. 

Sermayenin sınıf saldırısına karşı: İşgal, grev, direniş, Genel Grev!

  1. “Türkiye yüzyılı” hamaseti içinde Erdoğan’ın ortaya koymuş olduğu elle tutulur tek somut program ekonomide Orta Vadeli Program adıyla sunulmuş bulunuyor. Bu program sermayenin cumhuriyetin ikinci yüzyılına Erdoğan’ın iktidarı altında kapsamlı ve stratejik bir sınıf saldırısıyla gireceğini ortaya koyuyor. Bu sınıf saldırısı, esnekleştirmeyi, kıdem tazminatı hakkının gasbedilmesini, sosyal sigortaların ve emeklilik haklarının özel sigortacılık eliyle tasfiyesini, Varlık Fonu eliyle kamu kaynaklarının yağmalanmasını ve yeni özelleştirmeleri, enflasyonla mücadelenin yükünü emekçi halka yıkmayı sürdürmeyi, son 5 yılda iktidarın sultası altına alınan Merkez Bankasının yeniden ve daha güçlü biçimde emperyalist finans merkezilerine bağlanmasını, parti kasası haline getirtilen devlet hazinesinin yabancı ve yerli para babalarına faiz ödemeye vakfedilmesini içeriyor.
  2. Erdoğan’ın düşük faizle, ekonomik büyümeyi önceleyen, yüksek kur ile sermayeye ihracatta fiyat avantajı ve emek maliyetlerini düşürme fırsatı sunan ancak bunun sonucunda ekonomiyi hiperenflasyon eşiğine getiren, kamu bankalarında büyük zararlara, devlet bütçesinde büyük açıklara, borçlanmanın devasa boyutlarda artmasına neden olan politikası sürdürülemez noktaya gelmişti. Şimdi “rasyonel zemine dönüş” ve “uluslararası itibara sahip ekonomi yönetimi” söylemleri Erdoğan’ın siyasi saiklerle tekelci sermayenin ve emperyalizmin çıkarlarına ters düşen politikalar izlemeyeceğine dair garantisidir. Hazine ve Maliye Bakanlığında Mehmet Şimşek, Merkez Bankasında Hafize Gaye Erkan ve ekibi hepsi emperyalizmin güvenine mazhar olmuş isimler olarak emperyalizmin tahsildarlarıdır. Erdoğan’ın bir önceki dönemde izlediği politikaları kıyasıya eleştiren Millet İttifakı partileri (Amerikan muhalefeti) yeni ekonomi yönetimine tam destek vermektedirler. Bu, burjuvazinin iç çelişkilerinin uzlaşmasının en açık tezahürlerinden biridir. 
  3. Sınıf düşmanının birleşmesi sınıf mücadelesinin sertleşeceğine işaret eder. Sermayenin kıdem tazminatına saldırısı bu süreçte en önemli mücadele başlıklarından biri olarak öne çıkacaktır. Bu konu sermayenin kızıl elması işçi sınıfının ise kırmızı çizgisidir. “Kıdem tazminatına dokunmak genel grev sebebidir” sözü sendika ağalarının ağzından düşmek bilmez. Biz bunu gerçek haline getirmek için mücadele etmeliyiz. DİSK ve Türk-İş’in bu saldırıyı genel grevle karşılamaya yönelik genel kurul kararları vardır. Ancak ayağını fabrikalara ve işyerlerine basan gerçek bir sınıf mücadeleci yığınak ve hazırlık olmadan bu kararlar kâğıt üstünde kalmaya mahkûm olur. 
  4. Sermayenin sınıf saldırısı karşısında işçi sınıfı saflarının sıklaştırılması, sınıf içindeki her türlü bölünmenin aşılması için sınıfın örgütsüz kesimlerinin örgütlenmesi en önemli görevdir. Örgütlenen her fabrika ve işyeri sermayenin sınıf saldırısına karşı yeni bir direniş mevziidir. Sendikal örgütlenme basit bir üyelik meselesi olarak görülemez. Nitekim sermaye her örgütlenme çabasını bir tehdit olarak görmekte ve ezmeye çalışmaktadır. Bu çaba, sarı sendikalar olarak bilinen sendikaların örgütlenme çabasında da birçok kere görülmüştür. Bu süreçte işçilerin direnişler, fiili grevler ve işgallerle örgütlenmeyi başardıkça gelecek büyük mücadeleler için hazırlanacak ve güçlenecektir. Sermayenin stratejik sınıf saldırısını kıracak olan bir seferberliğe, sanayi proletaryasını kamu emekçileri ile ve diğer sınıf kesimleriyle birleştirecek, işçi sınıfını emekçi halkın öncü gücü ve odak haline getirecek bir genel greve doğru giden yolun taşları bu şekilde döşenecektir.
  5. Bu mücadelenin zaferi için sınıf içindeki her türlü bölünmeye karşı mücadele elzemdir. İşçi-memur, yerli-göçmen, taşeron-kadrolu, beyaz yaka-mavi yaka, sektör, konfederasyon vb. ayrımları aşmayı, yerellerde sendikalar birliği tarzında örnekleri kurup var olanları geliştirmeyi, sendika bürokrasisine birlik yönünde baskı kurmayı hedefleyen bir mücadele yürütülmelidir. 1990’lı yılların sonunda kurulmuş olan ve başarılı mücadele örnekleri vermiş olan Emek Platformu daha da derinleştirilerek ve militanlaştırılarak yeniden kurulmalıdır. Ayrı gayrı yok, birleşik işçi cephesi için ileri!

İşsize iş! Herkese aş ve sağlıklı barınma hakkı!

  1. Sermayenin sınıf saldırısı başlamıştır. Ancak yerel seçimlere kadar bu saldırının temposunun siyasi saiklerle göreli olarak yavaş seyredeceği şimdiden hissedilebilmektedir. İktidar, kemer sıkma programını uygularken kemerdeki delikleri teker teker sıkmaktadır. İlk etapta emekçi halk faturayı vergiler ve hayat pahalılığı ile ödemektedir. Yerel seçimlerden sonra bu yük ağırlaşacaktır. Ekonomide öngörülen daralmayla birlikte ve geliri düştüğü gibi krediye de ulaşamayacak olan halk daha az harcamaya başladıkça enflasyon göreli olarak yavaşlayabilir. Ancak bu sefer işsizlik çok daha ağır bir darbeyle gündeme gelecektir. Kamu kaynaklarının büyük bölümü borç batağı dolayısıyla faize, sermayenin yayılmacı ve sömürgeci politikaları dolayısıyla silahlanmaya, istibdadın “dindar ve kindar” politikası dolayısıyla ahiret eğitimine yöneldikçe emekçi halkın payına daha fazla vergi yükü ve eğitimden sağlığa kamu hizmetlerinin daha fazla ticarileşmesi ve pahalılaşması düşecektir. Ev kiralarındaki astronomik artış, nominal olarak aynı hızda sürmese bile emekçi halkın alım gücü düştükçe barınma sorunu çözülmeyecek ağırlaşacaktır.
  2. İşsize iş, herkese aş, sağlıklı ve nitelikli barınma koşulları emekçi halkın hayati sorunlarıdır. Bu sorunlar çözümsüz değildir. Hayat pahalılığına karşı tüm ücretlerin her ay gerçek enflasyon oranında arttırıldığı eşel mobil sistemi çözümdür. İşsizliğe karşı mevcut işlerin tüm çalışan nüfusu istihdam edecek şekilde paylaştırılması, iş saatlerinin azaltılıp, ek vardiyalar açılması, kamu yatırım seferberliği, patronu iflas ilan edip kaçan, toplu işçi çıkartan işletmelerin işçi denetiminde kamulaştırılarak üretime devam etmesi çözümdür. Depremin yıkımını yaşayan ve deprem riski altında olan bölgeler öncelikli olarak konutların kamulaştırılması, toplu konut inşası ve işyeri temelli sağlıklı ve nitelikli lojman sistemi ile barınma hakkı sağlanabilir. 
  3. Bunlar işçi sınıfının çözümleridir. Sermayenin çıkarları ile tam bir karşıtlık içindedir. İşçi sınıfı ve burjuvazi toplumun hayati sorunları karşısında çözümün ve çözümsüzlüğün kutuplarıdır. Bu gerçek işçi sınıfının, en hayati sorunlarının çözümü için kapitalist çözümsüzlükten sosyalist çözüme geçiş doğrultusunda siyasi iktidar mücadelesi vermesini zorunlu kılar.

Dış borç reddedilsin! Holdinglerin değil emekçi halkın borçları silinsin! 

  1. İstibdad rejimi hem baskıcı hem de pahalıdır. Bu rejim ayakta kalmak için, devletin şiddet aygıtlarını halkı bastırmak için, mali gücünü de Cumhur İttifakı’nın seçim ekonomisi için seferber etmektedir. Sarayın günlük 15,5 milyon yıllık 5,6 milyar liraya ulaşan masrafları rejimin israf ve pahalılık nişanesi olarak giderek daha fazla halkın gözüne batmaktadır.  Devlet hazinesini, Merkez Bankasını ve kamu bankalarını parti kasası haline getiren istibdad rejimi Merkez Bankası (kendisi de kısa dönemde geçici rahatlama sağlayan bir tür risk azaltma yükümlülüğü olan) SWAP hariç net rezervlerini 60 milyar dolar eksiye düşürmüş, devleti borç batağına sokmuş bütçenin üzerindeki faiz yükünü dört katına çıkartmıştır. Yap işlet devret modeliyle inşa edilen köprülere, otoyollara, hastanelere verilen garantilerle hazineden oligarklara milyarlarca dolar (bu garantiler dolar cinsinden sözleşmelere bağlanmıştır) aktarılmaktadır. 

Bu süreçte hayat pahalılığı içinde alım gücü düşen emekçi halk kredi kartlarına ve tüketici kredilerine yönelerek giderek daha fazla borçlanmaktadır. İktidarın yeni ekonomi yönelişiyle birlikte faizleri arttırmasıyla birlikte yerli ve yabancı para babaları büyük kazançlar elde edecektir. Emekçi halkın borç yükü ise giderek artacak, devletin faiz ödemelerini vergilerle karşılaması hanehalkına ek yük bindirecek ve geçim daha da zorlaşacaktır. 

  1. İstibdad rejimi ülke içinde bu faturayı halka ödetmek için sopasını kullanacaktır. Aynı rejim dışarıda ise emperyalist tefecilerin karşısında el pençe divan haldedir ve ulusal onuru ayaklar altına almaktadır. Varlık Fonu 21. yüzyıl Düyun-u Umumiyesi olarak kamunun elindeki son varlıkları da emperyalist alacaklılara borçlarını tahsil etme garantisi olarak sunmaktadır.  Ancak bu sorunun çözümü ulusal değil sınıfsaldır. Borç batağının faturasını halka ödetmeye çalışacak olan istibdad rejimi baskı uygularken, şovenist ve milliyetçi demagojiyi sonuna kadar kullanacak, karşı çıkanları vatan hainliği ile suçlamaya kadar gidecektir. İşçi sınıfının çözümü dış borcun reddedilmesidir; sermayenin değil başta temel ihtiyaç için harcanmış kredi kartı borçları olmak üzere emekçi halkın borçlarının silinmesidir. İşçi sınıfının çözümü ulusun ezici çoğunluğunun çıkarınadır ve faturayı sömürücü ve zengin azınlığa ödetir. Ancak bu politikadır ki emperyalist tefecilerin karşısında emekçi halkın başını dik tutacaktır! 

Emperyalist zincirleri kıracağız 

  1. Türkiye’nin boynundaki emperyalist zincirler giderek sıkılaşmaktadır. Bunun başlıca sebebi, sermayenin yayılmacı emellerini gerçekleştirmek için emperyalist himayeye ihtiyaç duymasıdır. ABD’nin başını çektiği Batı emperyalizmi, Türkiye’nin Suriye’ye, Irak’a, Libya’ya yönelik her askeri operasyonunun, Türkiye’nin Karabağ’da dahil olduğu savaşın ve Doğu Akdeniz’de sürdürdüğü enerji rekabetinin diyetini fazlasıyla ödetmektedir. Yoğun bir şovenist ve militarist propaganda ile desteklenen bu harekâtlar vesilesiyle emperyalizm ülkenin üzerindeki mali boyunduruğunu arttırmakta, Türkiye’yi NATO’nun Ukrayna’daki savaşına daha fazla angaje etmekte, Siyonist İsrail’in katliamlarına suskunlukla ortak etmekte, Kafkaslar’da ve Ortadoğu’da yeni mevziler kazanmakta, Türkiye’de var olan askeri üslerini tüm bölgede hakimiyet kurmak üzere aktif şekilde kullanmaktadır.
  2. Emperyalist zincirleri kırmak sadece Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkının hürriyet talebinin bir gereği değil dünya işçi sınıfının ve ezilen halklarının emperyalizme karşı mücadelesinin bir parçasıdır. Dünyada emperyalizme vurulan her darbe Türkiye emekçi halkının boynundaki zincirleri zayıflatacaktır. Türkiye emekçi halkının emperyalist zincirleri kırmak için yaptığı her hamle de dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarını güçlendirecektir. 
  3. Bu perspektifle Devrimci İşçi Partisi ekonomide emperyalist zincirlerin kırılması için doların yasaklanmasını (serbest döviz ticaretinin yasaklanıp devlet kontrolüne alınması), dış ticarette devlet tekelini, AB ile aday üyelik sürecinin sonlandırılmasını ve Gümrük Birliği’nden çıkılmasını savunacaktır. Askeri ve diplomatik alanda emperyalist zillete son vermek için “NATO’dan çık! NATO’yu yık!” şiarıyla birlikte Siyonist İsrail’le tüm ilişkilerin kesilmesini savunmaya devam edecek ve Türkiye’de İncirlik ve Kürecik başta olmak üzere emperyalizmin ve Siyonizmin hizmetindeki tüm üslerin kapatılması talebini yükseltecektir. 

Hürriyet işçilerle gelecek!

  1. Sermaye, işçi sınıfı ve emekçi halk üzerindeki istibdadın devamında birleşmektedir. Grev yasakları, işçi eylemlerine karşı polis ve jandarmanın seferber edilmesi, sendikal hak gaspları, mahkemelerin sürüncemede bırakılması bu istibdadın somut tezahürleridir.  Tüm bunlara karşı işçi sınıfının direnişi tüm halkın hürriyet talebiyle bütünleşmektedir. Bu bütünleşmenin cumhuriyet tarihi boyunca çok örneği vardır. 15-16 Haziran büyük işçi ayaklanması Türkiye’de hürriyet mücadelesinin öncü gücünün işçi sınıfı olduğunu kanıtlamıştır. Halk üzerinde baskının ve devrimci eğilimlerin terörize edilerek bastırılmasının sembolü olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri girişimi ilk defa gündeme geldiğinde bu girişimi ezen DİSK’li işçilerdir. “DGM’yi ezdik sıra MESS’de!” sloganı bu şekilde sınıfın bilincine kazınmıştır. Bugün aynı süreç yaşanıyor. Bekaert’te Schneider’de grev yasaklarını grevle yırtan metal işçileri hürriyet mücadelesinin yolunu gösteriyor. Bugün metal işçileri şu sloganla yürümelidir: MESS’i ezeceğiz ve sıra istibdada gelecek

Hürriyet mücadelesi kimlik siyaseti ile değil sınıf siyaseti ile kazanır

  1. Kimlik siyaseti ezilenleri azınlık kalmaya mahkûm etmektedir. Azınlıkta bırakılan ve güçsüz kılınan ezilenler, ayakta kalabilmek için düzen siyaseti içinde kendine himaye edecek odaklara yönelmektedir. Bu kimlikçi döngünün tek kazananı, azınlık olduğu halde elinde ekonomik gücü bulunduran burjuvazi olacaktır. Sınıf siyaseti dar anlamda işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını savunmak değildir. Bu ekonomizmdir. Sınıf siyaseti, işçi sınıfının tüm ezilenlerin taleplerini kendi iktidar programında içererek tüm ezilenleri ekmek ve hürriyet mücadelesinde birleştirmeyi amaçlar.  
  2. Kadınlar erkek egemenliğinin, kapitalizmin ve istibdadın baskısını en derinden ve yoğun yaşamaktadır. Ancak kadınlar sadece ezilmiyor aynı zamanda büyük bir mücadele dinamiği de ortaya koyuyor. Özellikle emekçi kadınlar mücadelede öne çıktıklarında mücadelenin gücü ve direnci katlanarak artıyor. Kadınların kurtuluşu için olduğu kadar bir bütün olarak ekmek ve hürriyet mücadelesinin zaferi için de emekçi kadınların en öne çıkması gerekiyor. Erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı emekçi kadınlar en öne!
  3. Aleviler, iktidarın mezhepçi politikasına karşı nefsi müdafaa ruh hali içindedir. Düzen siyaseti özellikle de CHP bu ruh halini kimlikçi bir saflaşmaya konu ederek soğurmaktadır. Alevilik bir kimlik politikası olarak işlendikçe azınlıkta ve muhalefette kalmaya mahkûmdur. Oysa Aleviler hürriyet mücadelesinde önemli bir dinamiktir. Bu dinamik emekçi çoğunluğa dayanan sınıf siyasetiyle ve sınıfsal temelde bir laiklik mücadelesiyle bütünleştiğinde, o zaman tecrit olan mezhepçi gericilik olacaktır. 
  4. Devrimci İşçi Partisi laikliği işçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarları temelinde savunur. Burjuvazinin “Türkiye’nin yüzde 99’ı Müslümandır” demagojisi toplumun esas azınlığının sömürücü burjuvazinin kendisi olduğunu gizlemektedir. Sermaye düzeni, işçi sınıfına ve emekçi halka yönelttiği mızrağın ucuna dinî kelamın olduğu yapraklı mızrağa asıp saldırmaktadır. Burjuvazi sınıf mücadelesini bastırmak ve çarpıtmak ihtiyacı duydukça, yayılmacı ve sömürgeci çıkarlarına ümmetçilik gibi bir kılıf bulmaya yöneldikçe siyasal İslam’a daha fazla alan açmaktadır. Bu açılan alandan en uç noktada bir tür inanç yorumuna/mezhebe bağlı olmayan müminleri de kâfir ilan edip katli vacip gören tekfircilik yükselmektedir. El Kaide ve DAİŞ’te örneği görülen tekfirci barbarlığın hedefinde en başta Müslümanlar vardır. Dolayısıyla laiklik önce Müslüman işçi ve emekçilerin çıkarınadır. Proleter laiklik, laik hayat tarzına ve kimliğe ait bir mücadele değil işçi sınıfının birliğini sağlama ve sermayenin elinden din istismarı kozunu alma mücadelesidir. Burjuva gericiliğine karşı proleter laiklik!

Kürt sorununun anti-sömürgeci, anti-emperyalist, enternasyonalist çözümü için mücadele!

  1. Türkiye burjuvazisi Kürt sorununa en temelde sömürgeci çıkarlar perspektifinden yaklaşmaktadır. Kürt sorununda silahlı yöntemler yanında müzakere yöntemlerinin öne çıkarıldığı “açılım” dönemleri de buna dahildir. Bu temelde Türkiye’de burjuvazinin Kürt açılımları özünde her zaman başta Kuzey Irak (Güney Kürdistan) petrollerine (ve onun ötesinde Musul’a) ulaşmayı hedefleyen petrol açılımları olmuştur. Bugün bu süreç büyük oranda Türkiye sömürgeci burjuvazisi ile Barzani hareketinin (KDP) ittifakı temelinde, ABD, İngiltere, Norveç ve İsrail’in de desteğini almış bir biçimde sürdürülmektedir. Türkiye’nin sömürgeci burjuvazisi, Kürt burjuvaları, aşiret reisleri ve toprak ağaları, emperyalizm ve Siyonizm arasındaki gerici uzlaşma Kürt sorununa çözüm getirmek bir yana derinleştirmektedir. Kürt sorununun çözümü uzlaşmada değil devrimdedir.
  2. Kürt halkının eşitliği ve özgürlüğü için bir kurtarıcıya ihtiyacı yoktur. Petrol açılımlarında Kürt işbirlikçi burjuvaları ve toprak ağaları ile sömürgecileri ve emperyalistleri uzlaştıracak aracılara da ihtiyacı yoktur. Kürt emekçi ve yoksul sınıflarının sömürgecilerden ve emperyalistlerden bağımsız biçimde örgütlenmesini ve mücadelesini yükseltmesi esastır. Böyle bir mücadele kurtarıcıya ya da himayeye değil enternasyonalist kardeşliğe ve yoldaşlığa ihtiyaç duyar. Devrimci İşçi Partisi Kürt sorununa bu enternasyonalist perspektifle ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi çerçevesinde bakar. Bu hakkı çiğneyen Türkiye sömürgeci burjuvazisine karşı mücadeleye öncelik vererek, Kürt halkının iradesine ipotek koyan emperyalist ve Siyonist tüm etkilere karşı mücadele eder. Kürt hareketinin siyasi tutsak olarak tutulan temsilcilerinin, seçilmiş belediye başkanlarının özgürlüğünü, Kürt belediyelerine atanan kayyımların tasfiyesini talep eder. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesine anti-sömürgeci, anti-emperyalist ve enternasyonalist, temellerde destek vermeyi görev bilir.
  3. Diğer yandan bugün mecliste üçüncü parti konumunda olan HEDEP’in ve genel olarak Kürt hareketinin düzen siyasetinin kampları ile izlediği pazarlık, ittifak arayışları, ABD ve AB emperyalizmi ile işbirliği politikaları, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerinin dışındadır ve karşısındadır. Sınıf mücadelesi açısından da gerici rol oynamaktadır. Bu tür politikalara destek verilemeyeceği gibi mahkûm edilmesi gerekir. 

Faşizme karşı sınıf savaşı

  1. Kapitalizmin krizi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de faşizmin yükselişinin en önemli zeminini oluşturmaktadır. Büyük burjuvazi, kitle tabanını küçük burjuvazide ve lümpen proletaryada bulan faşizmin göçmen düşmanı, ırkçı ve Kürt düşmanı şovenist politikasından işçi sınıfını bölmek ve sınıfsal öfkesini çarpıtarak söndürmek için faydalanmakta ve faşizme alan açmaktadır. Türkiye’de faşizmin yükselişini hızlandıran özgün bir gelişme söz konusudur. 2023 seçimlerine giden süreçte Türkiye’de faşist hareketin ana gövdesini oluşturan MHP, AKP ile Cumhur İttifakı’nda birleşerek gayri resmi iktidar ortağı olurken MHP’nin içinden çıkan İyi Parti ve Zafer Partisi gibi faşist/ön-faşist odaklar da Millet İttifakı tarafından el üstünde tutulmuştur.
  2. Sadece CHP’nin değil sosyalist solun önemli bir kesiminin de muhalif kamptaki faşistlere sırf AKP-MHP ekseninin karşısında olduğu için hayırhah bakması ile faşist hareket büyük bir meşruiyet alanına kavuşmuştur. Düzen siyasetine teslimiyetin bir sonucu olarak gelişen bu aymazlığın neticesinde bugün faşist hareket iktidar ve muhalefetteki tüm parçalarıyla birlikte 12,6 milyon oy ve yüzde 23,2’lik bir oy oranına ulaşmıştır. Faşist tehlikenin yükselişi ciddiye alınmalıdır ve bu yükselişin karşısına anti-faşist bir sınıf siyasetiyle çıkılmalıdır. Faşizme karşı sınıf savaşı, faşist partilere karşı uzlaşmaz bir tutumu, faşizmin ideolojik etkisi altındaki emekçi halk kitlelerini sınıfsal temellerde kazanmaya yönelen bir politikayla el ele gitmelidir. Faşizmin etkisi altındaki emekçileri kazanmak faşizmin göçmen düşmanı ve şovenist demagojisine taviz vererek olmaz. Tam tersine bu tavizler emekçileri bu politikaların asıl sahiplerine doğru iter. Sınıf mücadelesinin pratiği içinde işçi ve emekçiler faşistlerin ve tüm düzen partilerinin gerçek yüzünü gördüğünü, kimin dost kimin düşman olduğunun ayırdına varabilmektedir. Devrimci İşçi Partisi, faşizmin gerçek yüzünü bıkmadan teşhir ederek, faşist hareketin göçmen düşmanı ve şovenist propagandasına karşı mücadeleyi tavizsiz sürdürerek, devrimci sınıf siyasetinin ikna ediciliğini sınıf mücadelesinin pratiğine dayandırarak, faşizme karşı sınıf savaşını yükselterek ilerleyecektir. 

2023 seçiminin dersleri ve yerel seçimlerde bağımsız sınıf siyaseti

  1. 2023 seçimlerinde yaşananlar, Devrimci İşçi Partisi’nin bağımsız sınıf siyaseti yönelişini ve bu yönelişin önemli bir parçası olan bağımsız sosyalist odak perspektifini olumsuz yönden de olsa doğrulamıştır. Ana gövdesiyle Türkiye sosyalist hareketi Kılıçdaroğlu’na destek politikası vasıtasıyla düzen siyasetine entegre olmuştur. Bu tutum solda “tek adam rejimi”, “saray rejimi” karşısındaki tek gerçekçi politika olarak savunulmuş, partimiz bu görüşlere karşı çıkarken hem Millet İttifakı’nın sınıf karakterini ve emperyalizm yanlısı pozisyonunu hem de istibdadı devirme irade, niyet ve potansiyelinden yoksun oluşunu teşhir etmiştir. Seçimler burjuva muhalefetinin istibdadı yenme kabiliyetinden yoksun olduğunu açıkça göstermiştir. Dahası bu gerici ittifak mecliste siyasal İslamcı ve faşist kökenli bir çoğunluğun oluşmasına katkı sunmuştur. Seçimlerden sonra Millet İttifakı bileşenlerinin, ekonomi politikasında Mehmet Şimşek’e, İçişlerinde Süleyman Soylu’nun yerini alan Ali Yerlikaya’ya sunduğu açık destek, dış politikada Hakan Fidan-İbrahim Kalın ikilisinin Batı emperyalizmine doğru yönelişinin yarattığı memnuniyet, düzen muhalefetinin istibdadı yenme kabiliyetinin yanında niyetinin de olmadığını kanıtlamıştır. 
  2. Bu gerçekler pekâlâ seçimden önce de görülebilirdi. Devrimci İşçi Partisi uzun süre bu doğrultuda uyarılarda bulunarak bağımsız bir sosyalist odak için öneriler yapmıştır. Sosyalist solda Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu’nu desteklemenin tek gerçekçi yol olduğuna dair yanılsamaların hâkim olmasının temelinde bu kesimlerin kavrayış eksikliğinden ziyade sınıfsal karakteri etkilidir. İşçi sınıfından tümüyle kopuk olan, büyük oranda batılı hayat tarzına yatkın modern küçük burjuvaziye ve eğitimli yarı proletaryaya dayanan, emekçi halk içinde büyük oranda ezilen kimlikler üzerinden bağ kuran sol, Batıcı-laik burjuvazinin ideolojik hegemonyasına teslim olmuş, politik çekim alanına girmiştir. 
  3. Bu gerçeklik doğru tespit edilmediği sürece aynı hatalar farklı biçimlerde tekrarlanmaya devam edecektir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı yenmek için diğer burjuva kampın adayı Kılıçdaroğlu’na destek veren politika yerel seçimlerde İstanbul’u, Ankara’yı vb. Erdoğan’a kaybetmemek için CHP’nin adaylarına destek verme biçiminde yeniden karşımıza çıkacaktır. Oysa tam tersine yerel seçimler sosyalist solun düzen siyasetinden bağımsızlaşmasına ve sınıf siyasetine yüzünü dönmesine vesile olmalıdır.
  4. Sosyalist sol, düzen siyasetinin karşısında bağımsız bir odak oluşturabilmek için güçbirliği yapmak zorundadır. Sosyalist hareket, başta büyükşehirler olmak üzere geçiş taleplerine dayanan programıyla ve adaylarının niteliği ile düzen siyasetinden bağımsızlaşan bir odak oluşturarak seçimlerde yer almalıdır. Kapitalizm denizi içinde, istibdad rejiminin sultası ve kayyım tehdidi altında sosyalist adalar yaratmak gibi gerici ütopyalara sapılmamalıdır. Özellikle sanayi proletaryasının yoğunlaştığı illerde “işçi kentlerine işçi başkanlar” şiarı ile sınıf siyaseti adaylıklarda açıkça görünür hale gelmeli, yerel seçimler Türkiye siyasetinde işçi sınıfının bağımsız bir güç haline gelmesi için bir kaldıraç olarak kullanılmalıdır. 

Yeni anayasa değil yeni düzen gerek!

  1. Gayri meşru yöntemlerle dayatılmış olan başkanlık rejimi yıllar içinde özellikle muhalefetin bunu kabullenişi ile belirli bir istikrara kavuşmuş gözükmektedir. Artık istibdad cephesi bu zeminin üzerinden yükselerek yeni bir anayasa ile rejimin sürekliliğini sağlamak ve burjuvazinin kazanımlarını sağlamlaştırmak niyetindedir. Bir kez daha gündeme taşınan “yeni ve sivil anayasa” tartışması bu bağlamda ele alınmalıdır. Yeni anayasa burjuvazinin ihtiyacıdır. Bu ihtiyacın bir yönü rejimin burjuvazinin iktidar üzerindeki dolaysız etkisini arttıracak mekanizmaların ihdasıdır. Anayasa tartışmasındaki esas stratejik yön tekelci sermayenin yayılmacı çıkarlarındadır. Bu çıkarlar resmî ideolojinin “yurtta sulh cihanda sulh” sloganında ifadesini bulan ulusal sınırlar içinde kalarak emperyalist dünya sistemine entegrasyon politikasının aşılmasını gerektirmektedir. Bu dış politika eğilimi 12 Eylül sonrasında giderek şekillenmiş kendini 2. Cumhuriyet tartışmalarında ortaya koymuştur. AKP’li yıllarda ise bu tartışma “sivil anayasa” kod adıyla piyasaya sürülmüştür. Bu yöneliş Türkiye’nin milli sınırlarının sadece fiilen değil resmen de genişletilmesine uygun şekilde formüle edilmesine ihtiyaç duymaktadır. Türkiye burjuvazisinin yayılmacı politikasında Sünni İslamcılığı daha etkin olarak kullanma ihtiyacının bir uzantısı olarak en uçta Hilafet tartışmasının açılması ama mutlaka sermayenin çıkarları doğrultusunda laikliğin yeniden tanımlanması Anayasa tartışmaları bağlamında gündeme gelecektir.
  2. Türkiye’deki mevcut rejim halihazırda yarı-askerî bir karakter taşırken 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulma demagojisine ve “sivil” anayasa iddiasına asla prim verilmemelidir. Türkiye’nin emekçi sınıfları açısından soyut bir “yeni bir anayasa ihtiyacı” yoktur. Yeni anayasanın mecliste halihazırda var olan güç dengesi çerçevesinde emekçi sınıflar açısından yararlı olması olanaklı değildir. Dahası, burjuvazi 1982 Anayasası’nın dahi içermek zorunda kaldığı hakları da tırpanlamak istemektedir. Emekçi sınıfların çıkarı istibdadın tadilinden değil devrilmesinden yanadır. Dolayısıyla hürriyet mecliste ya da kamuoyunda yapılacak soyut ve/veya entelektüel tartışmaların konusu değil emekçi halkın devrimci seferberliği ile istibdadın arkasındaki sermaye sınıfı ve emperyalizmle hesaplaşması sorunudur. 
  3. Devrimci İşçi Partisi’nin rejim sorununun devrimci çözümü bağlamında öne sürdüğü zincirsiz Kurucu Meclis şiarı ile rejime istikrar kazandıracak bir yeni anayasanın meşruiyetini kuvvetlendirmek üzere piyasaya sürülecek olan uyduruk Kurucu Meclis tartışmaların ortak bir yanı yoktur.

Kahrolsun istibdad yaşasın hürriyet! Emperyalist zincirler kırılacak! Fabrikalar bankalar devletin, devlet işçinin olacak!

  1. Türkiye’de burjuva cumhuriyeti 100. yıldönümünde bir atılımın değil çöküşün eşiğindedir. Bu çöküş istidadı dünya kapitalizminin büyük depresyonundan ayrı düşünülemez. Aynı gerçekliğin bir diğer yüzü ise dünyada emperyalist kapitalizmin ve Türkiye’de burjuva düzeninin krizinin işçi sınıfı çözümlerini tek seçenek olarak dayatmasıdır. Çöküş kaçınılmaz değildir. Ancak burjuvazi ile işçi sınıfı arasında bir orta yol yoktur! Çürümüş düzende tadilat yapmaya yönelik her arayış gericiliğe kapı açar. İşçi sınıfının çözümü tek kelimeyle devrimdir. İşçi sınıfının cumhuriyetinde sadece ezenler ezilecektir, emekçi halk bugüne kadar yaşamadığı bir hürriyet tadacaktır. Emperyalist zincirler kırılacak, ulusların ve dillerin tam eşitliği sağlanacak, kendi kaderini tayin hakkı tanınacak, Türkiye emperyalizmle değil emperyalizmin boyunduruğuna karşı direnen halklarla bütünleşecektir. İşçi sınıfı ve emekçi halk cumhuriyeti 100 yıl sırtında taşıdı. Cumhuriyetin kaymağını bir avuç sömürücü azınlık yedi. Böyle gelmişse de böyle gitmeyecek! İşçi sınıfının cumhuriyetinde fabrikalar bankalar devletin, devlet işçinin olacak!