DİP 7. Kongre Belgeleri (2): Dünya savaşı emperyalizmin insafa gelmesiyle değil dize getirilmesiyle durdurulur! İnsanlık enternasyonalle kurtulur!

dip 7. kongre dünya durumu karar

Gerçek sitesinde ve gazetesinde daha önce haberleştirdiğimiz Devrimci İşçi Partisi 7. Kongresi'nde dünya durumu ve devrimci görevler üzerine kabul edilen kararı aşağıda yayınlıyoruz. 

  1. Dünya kapitalizmi 2008-2009’da ABD’de finans devi Lehman Brothers’ın çöküşüyle başlayan Üçüncü Büyük Depresyonun etkisinden çıkabilmiş değil. Bu kriz basit bir finansal çöküş değildir, temelinde kapitalist üretim tarzının kriz yaratan doğası vardır. Depresyon, dönemsel ve geçici ekonomik daralma dönemlerinden farklı olarak salt ekonomik süreçlerle aşılamayacak olan derin ve yapısal bir krizi ifade etmektedir. Partimiz Üçüncü Büyük Depresyonu başlangıcından itibaren bu temelde analiz etmiş, kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmin dünyayı bir kez daha “ya sosyalizm ya barbarlık” tercihiyle karşı karşıya getirdiğini tespit etmiştir. Kapitalizmin üretici güçleri toplulaştırması, toplumsallaştırması ve uluslararasılaştırması ile özel mülk edinmeye dayanan kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişki insanlığı büyük sarsıntılara doğru sürüklüyor. Dünya, emperyalist kapitalist sistemin hakimiyeti altında nükleer savaş olasılığını içeren bir dünya savaşı tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Böyle bir savaş başlamadığında dahi kapitalizmin artı değer hırsı içinde üretici güçleri tahrip etmesinin sonucu olan, insanlığın karşısında varoluşsal bir tehdit haline gelmekte olan iklim krizi, tüm yakıcılığı ile karşımızdadır. 
  2. Kapitalizm batık bankaları ve finans şirketlerini kurtarmak için devlet bütçelerinden milyarlarca dolar harcıyor, sermayenin kârlılığını sürdürebilmek için trilyonlarca dolar para basıyor, enflasyonu körüklüyor, enflasyonla mücadele adı altında yedek işsizler ordusunu büyütüyor, tüm bu uygulamalarla krizin yükünü toplumsallaştırıyor. Toplumun bağrındaki sınıf çelişkileri keskinleşiyor. İster gelişmiş kapitalist ülkeler olsun ister emperyalizme bağımlı, gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkeler olsun, ister Batı’da olsun ister Doğu’da olsun tüm dünyada burjuva rejimlerin baskıcı karakteri artıyor. Emekçi kitlelerin sınıfsal öfkesini göçmenlere ve başka azınlıklara yönelterek saptıran, böylece kapitalist düzene eşsiz bir hizmet sunan faşizm, burjuvazinin tüm kanatları için giderek daha yakın bir seçenek haline gelmeye başlıyor. 
  3. Kapitalizmin krizinin derinleştirdiği yoksulluk, yükselen faşizm, savaşlar ve barbarlığın farklı tezahürleri aynı zamanda yeni bir toplumun da doğum sancılarıdır. Tekelci kapitalizmin krizi tekelciliğin daha da artmasına neden oluyor. Kaynakların tüm toplumun çıkarları için merkezi bir planlama ile seferber edilmesinin koşulları gitgide daha fazla olgunlaşıyor. Bugün sosyal medya tekelleri dünya çapında milyarlarca insanı birleştiren internet ağını insanların zihin dünyasını manipüle etmek ve sömürmek için kullansa da teknolojinin geldiği seviye aynı zamanda insanlığın muazzam bir kültürel ileri atılımının, ulusal hatta uluslararası ölçekte merkezi ve demokratik bir planlamanın koşullarını geliştiriyor.  
  4. Tüm bunlarla birlikte ne kadar derin bir kriz içinde olursa olsun emperyalist kapitalizm tarih sahnesinden usulca çekilip gitmeyecektir. Teknolojik gelişmeden üretimin toplumsallaşmasına, maddi koşullar ne kadar olgun olsa da sosyalizm kendiliğinden gelmeyecektir. İşçi sınıfının uluslararası devrimci marşı “Enternasyonal”in dizelerindeki gibi “kan denizinin ufkundan kızıl bir güneş doğacak” ise bu uluslararası işçi sınıfının ve ezilen halkların devrimci mücadelesiyle, emperyalist tekellerin sınıf saldırısının grevlerle direnişlerle kırılmasıyla, emperyalist orduların cephelerde yenilgiye uğratılmasıyla, nihayet emperyalist zincirin halkalarının devrimlerle kırılmasıyla gerçekleşecektir. 

Krizin faturası kapitalistlere

  1. Tüm dünyada burjuvazi, krizin faturasını işçi sınıfına ve emekçi halk kitlelerine ödetmeye çalışıyor. Burjuvazinin her saldırısı hem işçi ve emekçi kitleler nezdinde mücadele dinamiklerini harekete geçiriyor hem de küçük bir azınlık için lüks ve şatafatın ayyuka çıktığı, Mars seyahatlerinin bile tartışıldığı dünyada, kapitalizmin, kitlelerin en temel gereksinimleri dahi karşılamaktan aciz olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Bu bağlamda ekonomik temelli ve sendikal mücadeleler krize karşı işçi sınıfının kitlesel seferberliğinin kaldıraç noktasıdır. Devrimci bir sınıf politikası bu sendikal mücadelelerinin geçiş talepleri aracılığı ile siyasallaştırılmasına dayanmaktadır. Bu açıdan hayat pahalılığına karşı eşel mobil, iş saatlerinin kısaltılarak mevcut işlerin çalışan nüfusa paylaştırılması, işten atmanın yasaklanması, ticari sırların açıklanması ve işçi denetimi gibi geçiş talepleri işçi sınıfını kapitalist sistemin çözümsüzlüğüne dair bilinçlendirmenin vesilesidir. Her sendikal mücadele her grev işçi sınıfı için bir okuldur.
  2. Burjuvazi sınıf mücadelesinin karşısına “sosyal politika” ile çıkmaktadır. Çalışma hakkı ve iş güvencesi talebinin karşısına vatandaşlık gelirini, sosyal yardımları vb. öne sürmektedir. Sınıf siyaseti, sınıf çatışmasını yumuşatmayı ve sınıf mücadelesi yerine sınıf işbirliğini geçiren bu politikalara karşı uyanık olmayı gerektirmektedir. İçinde bulunduğumuz çağda ve depresyon koşullarında işçi sınıfı ve burjuvazinin uzlaşmasına dayanan bir tür “yeniden Keynesçilik” beklentisi gerici bir ütopyadır. Bu, işçi sınıfı hiçbir kazanım elde edemez demek değildir. Ancak, “sosyal devlet uygulamaları” denen ama özünde proletaryanın mücadeleyle elde ettiği kazanımlardan ibaret olan uygulamaların korunması, sınıflar arası bir uzlaşmanın değil, mücadelenin konusudur. Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için işçi sınıfını seferber etmek, bu mücadelede işçi sınıfını, krizin yıkıma uğrattığı köylülüğün, modern ve geleneksel küçük burjuvazinin ve diğer ara sınıf ve katmanların öncüsü haline getirmek, devrimci öncünün stratejik hedefidir. 

Faşizme karşı sınıf savaşı 

  1. Burjuva siyasi yelpazesinin yükselen gerici gücü faşizmdir. Büyük depresyon faşizmi beslemektedir. Kâr oranlarının düşmesi, dünya ticaretinin daralması, dünya pazarının bölünmesi vb., gümrük duvarlarının, ticaret savaşlarının, ekonomik milliyetçiliğin ve saldırgan bir militarizmin burjuvazinin hâkim eğilimi olmasına neden olmaktadır. İzledikleri kimlik siyaseti ile faşizmin karşısındaymış gibi görünen, faşizmin hedef aldığı toplum kesimlerini düzen içinde tutan partiler iktidara geldiklerinde (ABD’de Biden, Fransa’da Macron örneklerinde olduğu gibi) faşist/ön-faşist partilere yakınsamaktadır. Sadece faşist/ön-faşist hareketler yükselmemekte, aynı zamanda düzen siyasetinin ana ekseninde faşizme doğru bir tektonik kayma yaşanmaktadır. 
  2. Bu koşullar altında burjuvazinin ideolojik hegemonyası altında Fransa’da Le Pen (Ulusal Birlik), İtalya’da Meloni (İtalya Kardeşliği) ve Salvini (Liga), İspanya’da Vox, Almanya’da AfD gibi hepsi açıkça faşist referanslarla siyaset yapan hareketler, “sağ-popülizm”, “aşırı-sağ” gibi etiketler altında kendine bir meşruiyet ve kitleselleşme zemini bulmuştur. Partimiz bu hareketleri ön-faşist olarak nitelemektedir. Çünkü bu partiler faşist bir hareketin en önemli ayırıcı özelliklerinden biri olan paramiliter örgütlere henüz sahip değildir. Öte yandan tüm bu partiler dört dörtlük faşist partilere dönüşmek yolunda ilerlemektedir. Faşistlerin özellikle göçmenlere, azınlıklara vb. fiziksel olarak saldırmaları, etnik ve dinsel çoğunluğa mensup bir ana gövdeye sahip olan işçi sınıfıyla açıkça karşı karşıya gelmiyor oluşu, tersine ön-faşist partilerin bu kesimler içinde ciddi bir destek bulmaları yanıltıcıdır. Faşizmin işçi sınıfı düşmanı olan özü ortadan kalkmamıştır. Faşistler burjuvazinin işçi sınıfına karşı saldırısının ana yürütücü akımı haline geldikçe, işçi sınıfı sermayeye karşı mücadele ederken faşist terörü karşısında bulacaktır.
  3. Faşizme karşı burjuva siyasetinin ana akımlarını demokratik bir sigorta olarak görmek son derece yanlıştır. Faşizme karşı mücadele bir liberal demokrasi mücadelesi olarak değil, bir sınıf mücadelesi olarak kavranmalıdır. İşçi sınıfını faşist ideolojik hegemonyanın etkisinden kurtararak mücadeleye kazanmak hayati önemdedir. Bu, faşizmle ve faşizmin kullandığı demagojik temalarla uzlaşarak değil, tam tersine bunlara karşı uzlaşmaz bir siyasi ve ideolojik mücadeleyle mümkün olacaktır. Yani işçi sınıfını kazanmakta yöntemimiz, faşizmin demagojik temalarını (göçmen düşmanlığı gibi) sola taşımak değildir. Pratik olarak sınıfa ve sınıf mücadelesi zeminine ayaklarını basan sınıf siyasetini, faşizme karşı uzlaşmaz bir ideolojik mücadeleyle birleştirmektir. Bu bağlamda devrimci politika göçmenlerin haklarının savunulmasından öteye geçip bu ezilen büyük kitleyi örgütleyerek devrimci bir güç haline getirmeyi gerektirir. Faşizme karşı mücadelenin tarihsel deneyimi, ayrıca mücadelenin farklı alanlarının bir devrimci proleter askeri programla birleştirilmesinin zorunlu olduğunu göstermiştir. 

Yeşil emperyalizme hayır! Gezegenin kurtuluşu için sosyalizm!

  1. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin insanlık üzerindeki etkileri araştırma ve raporların konusu olmaktan çıkıp insanlığın günlük yaşantısının yakıcı şekilde hissedilen bir sorunu olmaya başlamıştır. Küresel ısınmanın sorumluluğunun kâr odaklı kapitalist sistem olduğu açıktır. Sanayinin kapitalist kâr güdüsü ile organize edilmesi çevrenin korunmasını sermaye için kısa vadede bir maliyet kalemi haline getirmektedir. Bu yüzden kapitalizm yapısal olarak çevreyi katleden bir sistemdir. Sosyalist planlama deneyimlerinin çevre konusundaki sicili çok parlak olmasa da, kapitalizmden farklı olarak planlama, çevre ve iklim başlıklarının üretimde esas alınması açısından piyasa gibi yapısal bir engel değildir. Diğer yandan tarihsel olarak bakıldığında 1850’den itibaren ABD tek başına küresel ısınmaya neden olan karbon salınımının yüzde 20’sini gerçekleştirmiştir. 23 ülkeden müteşekkil emperyalist ülkeler topluluğu Rusya ve Çin gibi endüstri devlerinin, Hindistan gibi devasa bir nüfusa sahip ülkenin de aralarında bulunduğu 150’den fazla ülke ile aynı miktarda karbon salınımı yapmıştır. Dolayısıyla iklim krizi, emperyalizmin sorumluluğu açıkça ortaya konmadan tartışılamaz. 
  2. Emperyalizm ise tam da bunu yaparak kendisinin sorumluluğunu gizlemektedir. Emperyalizmin yeşil propagandası bununla da kalmamakta, aynı zamanda iklim krizini kendi çıkarları doğrultusunda başta Çin olmak üzere rakiplerinin üzerinde baskı kurmak üzere kullanmaktadır. Sadece dünyanın dört bir yanını sömürgeleştirerek ve ucuz emeği sömürerek değil aynı zamanda gezegeni de talan ederek zenginleşen emperyalizm, şimdi faturayı tüm dünyaya “eşit” paylaştırmaya çalışmaktadır. Bu politikanın merkezi bir boyutu da sanayide yeşil dönüşümdür. Sanayide yeşil dönüşüm, iklim krizi ile boğuşan dünya halklarının çıkarına değil, bu dönüşümü gerçekleştirebilecek güç ve ölçeğe sahip mega kapitalin, rakiplerini yeşil rekabetle boğarak daha fazla tekelleşme amacına hizmet etmektedir. Yeşil emperyalizm, nasıl emperyalizme bağımlı kalkınmaya çalışan ülkeleri dizginleme işlevi görüyorsa, sanayide yeşil dönüşüm programları da KOBİ’lere ve rekabette dezavantajlı sermaye birimlerine karşı tekelci grupların çıkarını temsil etmektedir. 
  3. Yeşil emperyalizmin maskesi Ukrayna savaşı ile tamamen düşmüştür. Emperyalist ülkelerde Rusya’ya diz çöktürme amacına yönelik propaganda baş döndürücü bir hızla dünyayı kurtarma masallarının yerini almıştır. Ukrayna savaşında uçakların, tankların, füzelerin, personel taşıyıcıların karbon salımına yaptığı devasa katkı NATO ülkelerinde hiç tartışma konusu yapılmamıştır. NATO Madrid zirvesinde kabul edilen yeni konseptin bu emperyalist terör örgütünü “yeşil” gösterip burjuvazinin ve modern küçük burjuvazinin sözde “ilericiler”ini kazanma çabasının ikiyüzlülüğü daha bundan bellidir. Ayrıca, Ukrayna’da Rusya’ya karşı doğalgaz boru hattını delecek, baraj patlatacak, nükleer tesislere yönelik saldırı düzenleyecek kadar gözü dönmüş emperyalistlerin, şirketlerin, kurumların ve kişilerin karbon ayak izinin peşinden koşması gerici bir propaganda faaliyetinden öte anlam taşımaz. Emperyalizmi yenilgiye uğratmak ve kapitalist kâr sistemine son vermek dışında dünyayı kurtaracak bir formül yoktur. 

Üçüncü Büyük Depresyon’dan Üçüncü Dünya Savaşı’na: Can çekişen ve saldırganlaşan emperyalizm

  1. Üçüncü Büyük Depresyon’la birlikte, ABD emperyalizminin dünya üzerindeki ekonomik hegemonyası da sarsılmaktadır. Bu hegemonyanın sembolü olan Amerikan dolarının rezerv para niteliği giderek daha fazla sorgulanmaktadır.  6 Ocak 2021’de ABD kongre binasının Trump’ın faşist çeteleri tarafından basılması bir dönüm noktasıdır ve artık ABD’nin kendisi istikrarsızlığın merkezidir. Kendine dünyanın jandarması rolünü biçen ABD, kendi ülkesinde bırakın siyasi istikrarı, asayişi dahi sağlamaktan acizdir. Uygarlık, demokrasi, insan hakları maskesi altında emperyalist özünü gizleyen Avrupa Birliği’nin mavi badanası giderek dökülmekte, altından Hitlerlerin, Mussolinilerin, Frankoların, Vişilerin faşist kahverengisi çıkmaktadır. AB, Avrupa’nın emperyalist kapitalist temellerde birleşmesinin bir gerici ütopya olduğunu kanıtlarcasına sadece Brexit’le Britanya’yı kaybetmekle kalmamıştır, AB’nin bağrındaki ayrışma dinamikleri artmaktadır. Emperyalizmin vurucu gücü NATO dahi bir dönem Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un “beyin ölümü gerçekleşti” sözlerinde yansımasını bulan bir iç kargaşa dönemi yaşamıştır. Emperyalizmin en yakın halkasında yer alan ve bölgelerinde ABD emperyalizminin sadık işbirlikçisi vazifesi gören Türkiye’den Pakistan’a, Katar’dan Suudi Arabistan’a bir dizi ülkede merkezkaç eğilimler artmaktadır. 
  2. ABD’nin ve NATO’nun merkezinde olduğu saldırgan politikalar, devasa bir militarist kampanya ve nükleer bir güç gösterisiyle desteklense de, emperyalist uygarlığın güçsüzlük göstergesi ve çöküş emareleridir. 1 trilyon dolara yaklaşan askeri bütçesiyle, dünyanın dört bir yanına yayılan üsleri, uçak gemileri, nükleer silahları ile bilhassa Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından dünyadaki tek “süper güç” olma iddiasındaki ABD emperyalizmi tokat üstüne tokat yiyor. ABD onlarca yıllık işgalden sonra Afganistan’dan aşağılanarak kovuldu. Yine onlarca yıl işgal altında tuttuğu Irak bugün büyük oranda ABD’nin bölgedeki en önemli düşmanı olan İran’ın nüfuz alanına girmiş durumda. Venezuela’da Maduro’yu devirmek isteyen ABD, bunu başaramadığı gibi Maduro’ya karşı darbeyi destekleyen hükümetler Kolombiya’da, Bolivya’da,  Şili’de, Brezilya’da halk isyanlarının da etkisiyle birer birer yerlerini Amerikan politikalarına çok daha mesafeli iktidarlara bıraktılar.
  3. ABD ve Avrupa emperyalizmi Ukrayna’da milyarca dolar harcadı, kukla Zelenskiy ve NATO beslemesi Nazi çetelerine neredeyse sınırsız silah, mühimmat ve teçhizat desteği sundu ama nafile. Rusya’ya diz çöktürmek için açtıkları cephede mali ve askeri bir bataklığa batmış durumdalar. Afrika halkları emperyalist ve sömürgeci boyunduruğa karşı ayağa kalkıyor. Ortadoğu’da Trump’ın başlatıp Biden’ın devraldığı İbrahimi anlaşmalarla İsrail ve işbirlikçi Arap rejimlerinin ilişkilerini normalleştirerek İran’a karşı hizalama projesi, Filistin direnişine tosladı. Tüm dünya el yapımı roketlerin son teknoloji mahsulü demir kubbeyi makarna süzgecine çevirdiğini, paramotorlarla donanmış direnişçilerin Amerikan F35’leriyle ve nükleer silahlarla donatılmış Siyonist orduyu nasıl çaresiz duruma düşürdüğünü gördü. 
  4. Emperyalizm gerilemekte hatta can çekişmektedir. Ancak diz çökmüş değildir. Beyaz bayrak çekmeden önce daha da saldırganlaşacaktır. Bu saldırganlaşmanın uç noktasında ABD’nin giderek somutlaşan ve yakınlaşan nükleer tehdidi vardır.  Bu saldırganlığın en somut ve güncel tezahürleri Batı emperyalizmi tarafından, Ukrayna’da ve bu vesileyle tüm dünyada Nazizmin normalleştirilmesi, Filistin’de İsrail Siyonizminin sivil katliamına ve etnik temizlik operasyonuna utanmazca arka çıkılmasıdır. 

Emperyalist savaşa karşı savaş

  1. Emperyalist saldırganlığa karşı pasifist sloganlarla mücadele edilemez. Ukrayna’da Donbas bölgesi Rus ordusu ve yerel milisler tarafından askeri olarak savunulmasaydı, hiçbir iyi niyetli, pasifist barış çağrısı NATO beslemesi Nazi çetelerini daha önce Odesa’da sendikalar binasını yakarak yaptıkları türden sivil katliamlarından alıkoyamazdı. 2014’te Yemen’de Şii Husiler iktidara geldikten sonra bu ülke Suudi Arabistan ile İran’ın bölgesel hatta dünya ölçeğine doğru genişleme potansiyeli gösteren bir vekâlet savaşının sahnesi olmuştu. Bugün bölge çapına yayılan bir mezhep savaşı yerine Yemen’deki ateşkes süreci konuşuluyorsa bunun sebebi arkasına emperyalizmin desteğini almış olan Suudi gericiliğinin Yemen’de Husi direnişi karşısında uğradığı askeri yenilgidir. Venezuela’da Maduro emperyalist bir darbeyle diz çöktürülmüş olsaydı, Şili’de, Bolivya’da, Brezilya’da ve Kolombiya’da Amerikan hegemonyasıyla çelişen değil onun askeri olan Pinochetlerin başında olduğu rejimler görülecekti. 
  2. Ana akım medyada hâkim olan yorumların aksine Aksa Tufanı harekâtı Siyonist terörü kışkırtmadı. İsrail Kudüs’ü bir oldu bitti ile başkenti ilan edip tüm Filistin’i ilhak etmeye hazırlandığını ve İsrail’i resmen bir “Yahudi devleti” ilan ederek etnik temizlik yapmaya hazırlandığını dünyaya duyururken ve bu doğrultuda her gün Filistinlileri katlederken ortada Aksa Tufanı yoktu. Onun yerine Suudi Arabistan’ın, Birleşik Arap Emirlikleri’nin işbirlikçi rejimlerinin ve tabii ki Türkiye’de Erdoğan’ın İsrail’le normalleşme ve Filistin halkından çalınan doğalgazı paylaşma gündemi vardı. Aksa Tufanı Siyonist işgal topraklarının içinde şok edici ve caydırıcı bir etki yarattı, işbirlikçi cepheyi sarstı, direniş cephesine moral verdi. İnsanlığın haklı özlemi olan barışa giden yol emperyalizmin yenilgisinden geçmektedir. Emperyalist savaşta emperyalistlerin askeri yenilgisi için mücadele bu yüzden dünya proletaryasının anti-emperyalist ve enternasyonalist politikasının en önemli unsurlarından biridir. 
  3. Proletaryanın anti-emperyalist mücadelenin önderliğini hâkim sınıfların gerici önderliklerinin elinden alması bu mücadelenin stratejik başarısı için elzemdir. Zira ulusu emperyalizme karşı uzlaşmaz biçimde seferber edebilecek, emperyalizmin kalbindeki emekçi sınıfların kendi emperyalist burjuvazilerine karşı mücadeleleriyle birleşebilecek olan sınıf proletaryadır. Emperyalizmin askeri ve siyasi yenilgilerinin yarattığı olumlu sonuçlar kadar iktidarda kalma çabasını emperyalist zincirlerden kurtulmanın önüne koyan burjuva önderliklerin işbirlikçi tutumları ve tavizleri, mülk sahibi sınıfların çıkar ve ayrıcalıklarını korumak üzere askeri ve ekonomik tüm yükü emekçi halkın üstüne yıkmaları anti-emperyalist mücadeleyi ölümcül zaaflara uğratmaktadır. 
  4. Bu sebeplerle anti-emperyalist mücadelede burjuva ve gerici önderliklerden politik bağımsızlık esastır, bu önderliklere politik destek sunmaksızın, somut durumun somut analizine bağlı olarak askeri birleşik cephe taktikleri uygulanmalıdır. Öte yandan emperyalizmin saldırısına uğrayan taraftaki rejim ya da siyasi önderliğin niteliği, örneğin Putin’in Rusya’da sosyalizm düşmanı kapitalist restorasyoncu oligarşinin temsilcisi olması Ukrayna’da NATO’nun yenilgisi için mücadele etmemize, ya da Hamas’ın siyasal İslamcı ideolojisi, Arap ve İranlı hâkim sınıflarla ilişkileri Filistin’de Siyonizmin ve emperyalizmin yenilgisi için direnişi desteklememize mâni olamaz. Her ne sebeple olursa olsun emperyalist saldırgan (Ukrayna’da NATO, Filistin’de ABD’nin ileri karakolu İsrail) ile karşısındaki güç arasında tarafsız kalmaya çalışmak saldırganın safına hizmet etmek anlamına gelir.  
  5. Artık herkesin kolayca kavrayabileceği bir durum vardır: Emperyalizm (ve onun ileri karakolu Siyonizm) sorunları tank top tüfek ile çözme aşamasına gelmiştir. Bunun karşısında pasifizm çaresizdir. Dünya halklarının bu alanda da işçi sınıfının önderliğine ihtiyacı vardır. Dünya durumu bir Proleter Askerî Politika’yı gerekli hale getirmektedir. Emperyalizm barışa "ikna” edilemez. Silahla devrilecektir.

Dünya savaşı dünya devrimiyle durdurulur

  1. Bugün Ukrayna’da, Suriye’de, Libya’da ve nihayet Filistin’de sıcak savaş hali sürmektedir. Kürdistan da (özellikle Kuzey Irak bağlamında) bu listeye dahil edilmelidir.  Kafkaslarda Karabağ’da, Ortadoğu’da Yemen’de kırılgan bir ateşkes süreci devam etmektedir. Afrika’da Sahil bölgesinde Nijerya’nın başını çektiği Ecowas ile Burkina Faso-Mali-Nijer üçlüsü arasındaki saflaşma, Hindistan-Pakistan ve Hindistan-Çin sınırları, Sırbistan-Kosova cephesi her an sıcak savaş üretebilecek fay hatlarıdır. NATO’nun kendi içinde dahi Türkiye ve Yunanistan arasında Ege ve Doğu Akdeniz’deki gerilim savaşa dönüşme olasılığı taşımaktadır. İran ve Kuzey Kore, emperyalizmin diplomatik ve askeri markajı altındadır. Nihayet Tayvan adasının çevresinde ABD ile Çin karşılıklı büyük bir askerî tertiplenme içindedir. Bu savaş alanlarının hepsi kontrolden çıkma ve bir dünya savaşını tetikleme olasılığını içinde barındırmaktadır. 
  2. Nükleer güçleri doğrudan karşı karşıya getirecek çatışmalar çok daha tehlikelidir. Ukrayna savaşında, NATO ve Rusya fiilen savaşmaktadır ama bu savaş nükleer bir dehşet dengesi içinde taraflarca coğrafi olarak ve kullanılan silahların düzeyi açısından şu ana kadar sınırlandırılmıştır. Bunun nükleer felaketten kaçınmaya yönelik bir aklı selimin ürünü olduğunu düşünmek safdilliktir. NATO’nun Rusya’yla kapışmak için Ukrayna sahasını seçmesinde bile nükleer savaş olasılığında stratejik üstünlük sağlama düşüncesinin önemi yadsınamaz. Kaldı ki daha Ukrayna savaşı dünya gündemine girmezden önce Donald Trump, ABD ve SSCB arasında soğuk savaşın bitiminde imzalanan nükleer silahları sınırlandırma anlaşmasından çekilmiştir. NATO’yu nükleer savaş seçeneğinden uzak tutan tek faktör bu savaşı kazanamama riskinin yüksekliğidir. 
  3. Barış asla emperyalistlerin sağduyusu ile sağlanamaz. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’na son veren, devrimler olmuştur. Savaşın panzehiri devrimdir. Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğindeyiz. Bu savaş insanlığa daha önceki ilk ikisinin yarattığı yıkım ve katliamın çok daha büyüğünü getirecektir. Dünya üzerinde pasifist barış çağrıları ile ikna olacak ya da insafa gelecek bir emperyalist ne dün olmuştur ne de bugün vardır. Savaşın politik sebebi kriz içindeki emperyalizmin, ABD’nin öncülüğünde Çin ve Rusya’ya diz çöktürme çabası böylece tüm dünyayı kendi sultası altına alarak krizini aşma çabasıdır. Emperyalizmi askeri alanda yenilgiler tattırarak ve devrimlerle nihai darbeyi vurarak diz çöktürmeden dünya barışının gelmesi mümkün değildir. Dünya barışı bir dünya devrimi sorunudur!      

Devrimlerin zaferi için devrimci önderlik gerek!

  1. Kapitalizmin krizi devrimleri tekrar dünyanın gündemine sokmuştur. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından 20 yıl süren büyük bir gericilik dönemi 2011’de Tunus ve Mısır’la başlayan Arap devrimiyle, Akdeniz’i saran, Latin Amerika’ya kadar uzanan halk isyanlarıyla bir dünya devrimci dalgasıyla kesintiye uğramıştır. Şili’den Peru’ya, Brezilya’dan Kolombiya’ya önemli iktidar değişikliklerinin arkasında parlamenter aritmetiğin değil, halk isyanlarının ve büyük kitle mücadelelerinin olduğunu görüyoruz. Arap devrimi ilk yükseliş dalgasının ardından duraksamış ancak pandemi öncesinde Sudan’dan Cezayir’e, Irak’tan Lübnan’a yeniden başını kaldırmıştır. Yakın dönemde İran’da Molla istibdadının katlettiği Mehsa Emini’nin adıyla sembolleşen, kadınların hürriyet mücadelesiyle yükselen, ezilen Kürt halkını ve İran işçi sınıfını da hareketlendiren, devrimci potansiyeller gösteren bir halk isyanı yaşanmıştır. ABD’de George Floyd’un öldürülmesine tepki olarak ülke tarihinin en büyük katılımlı gösterileri ile yaşanan halk isyanı, Fransa’da 2016’da İş Yasası’na, 2023’te Emeklilik Yasası’na karşı işçi sınıfının neredeyse bütününün aylar süren eylemliliğinin ardından Mağripli genç Nail’in ırkçı Fransız polisi tarafından katledilmesinden sonra bir kitle seferberliği içinde ayağa kalkan göçmen ve yoksul halk;  Hindistan’da Modi’nin faşist iktidarına can pahasına geri adım attıran yüz milyonların katıldığı işçi ve köylü mücadeleleri; Sri Lanka’da sarayı basan ve diktatörü alaşağı eden halk isyanı deneyimleri ortadadır ve daha nicelerinin olacağından kuşku duyulmamalıdır. 
  2. Emperyalist kapitalizmin barbarlığının karşısında devrimler, emekçi halk kitlelerini geleceğin devrimlerine hazırlayan halk isyanları, işgalciye karşı direnişler eksik olmuyor. Eksik olan zaferdir. Zafer için işçi sınıfının devrimlere katılması yeterli değildir, büyük kitlelere önderlik etmesi, hegemonyayı ele geçirmesi gerekir. Bugüne kadar yaşanan devrimlerde ve halk isyanlarında hegemonya genellikle modern küçük burjuvazide kalmış, kimlik politikası, pasifizm, burjuva demokrasisi saplantısı ve en kötüsü emperyalist ülkelerden bu tip demokrasinin kurulması için destek bekleme, devrimlerde bile halkın, emekçilerin, işçi sınıfının iktidarı meselesinin kilit mücadele olduğu fikri ana doğrultu haline gelememiştir. Bütün bu eksiklikleri aşmak ve zafere ulaşmak için de dünya proletaryasının önderlik krizinin aşılması gerekmektedir. Bu hem ulusal düzeyde devrimci partilerin hem de anti-emperyalist ve enternasyonalist temellerde devrimci bir işçi enternasyonalinin inşası görevini öne çıkarmaktadır. Bu görev IV. Enternasyonal’in programatik kazanımlarına yaslanarak, işçi sınıfının öncüsünü mücadeleler içinde örgütleyen devrimci partiler inşa etmek ve dünya proletaryasının enternasyonal örgütlenmesinin doruğu olan Komünist Enternasyonal’i yeniden kurmaktır. Devrimci önderlik krizi partiler, örgütler, enternasyonaller arası diplomatik görüşmelerle, konferanslarla aşılamaz. Proletaryanın enternasyonalist devrimci önderliği ulusal ve uluslararası ölçekte kıyasıya sınıf mücadeleleri içinde inşa edilecektir.