Boykot! Sine-i millet! Zincirsiz Kurucu Meclis!

Sivas katliamının 26. yılı: Hepsi oradaydı! Unutma! Hatırla! Örgütlen ve mücadele et!

Boykot! Sine-i millet! Zincirsiz Kurucu Meclis!

YSK’nın AKP ve MHP’nin talebiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini iptal etmesi, istibdadın halk iradesini zincire vurmasının son ve en çarpıcı örneği oldu. YSK’nın aldığı karar seçim hukukuna olduğu kadar kendi içtihatlarına hatta doğrudan 31 Mart seçimleri için almış olduğu emsal kararlara dahi aykırıdır. Ancak alınan kararın hukuki olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktur. Seçimlerle ilgili nihai karar mercii olan YSK’nın mühürsüz oy skandalına imza atan üyelerinin görev süresi tam 31 Mart seçimleri öncesi anayasaya aykırı biçimde uzatıldığında zaten seçimin güvenirliği baştan ayaklar altına alınmıştı. Bu gerçeklik, Devrimci İşçi Partisi olarak belediye seçimlerinde aldığımız boykot tutumunun önemli gerekçelerinden biriydi.

Sadece bu da değil. 31 Mart seçimlerine gelinene kadar yaşadığımız süreç son derece önemlidir. 7 Haziran’dan sonra bombaların gölgesinde yapılan 1 Kasım seçimleri (2015), OHAL koşullarında atı alanın Üsküdar’ı geçtiği mühürsüz 16 Nisan referandumu (2017), seçim kanununun OHAL KHK’ları ile iktidar lehine düzenlendiği, baskın ve baskı altındaki 24 Haziran seçimleri (2018) bir süreklilik içinde istibdadın inşasında rol oynamıştır. İstibdad cephesi halk nezdinde meşruiyet kazanamamış olan bu seçimlerden her defasında düzen partilerinin fiili onayı ile çıkmıştır. Tüm bu silsilenin sonunda bir kez daha tüm partileri yerel seçim arenasına getirerek onlara istibdadın muhalefeti rolünü biçmiştir. Devrimci İşçi Partisi boykot diyerek bu rolü kabul etmemiş, istibdadın olağanlaştırılmış sopalı seçimlerle meşruiyet elde etme çabasına karşı çıkmıştır. İşçi sınıfını ve emekçileri, bu temelde sermayeden, emperyalizmden ve istibdaddan bağımsız bir siyasette, ekmek ve hürriyet kavgasında seferber etmeye yönelmiştir.

İstanbul Büyükşehir seçimlerinin iptal edilmesine ve yenilenmesine varan sürecin gelişimi bu tutumun ne kadar doğru olduğunu göstermiştir.  İstibdad cephesi bir anda düzen muhalefetini Türkiye’deki seçimlerin ne kadar güvenli olduğunu savunur duruma düşürmüştür. Seçimin en güvenilmez kurumu olan ancak aynı zamanda nihai karar mercii olan YSK için İmamoğlu sürekli olarak ne kadar güven duyduğunu söyleyip durmuştur. Bu tutumlar istibdadın kendini meşrulaştırma gayretlerine destek olduğu gibi YSK’nın istibdad cephesinin telkin ve yönlendirmeleri doğrultusunda seçimleri iptal etmesinin yolunu açmıştır.

Seçimler abluka altında yapılmıştır

Perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuştur. Tüm seçim süreci daha önceki seçimlerde olduğu gibi tek yanlı propagandaya izin veren bir baskı ortamında gerçekleşmiştir. Seçim günü bu baskı ortamı siyasi cinayet boyutuna kadar varmıştır. Daha önce olduğu gibi bu seçimlerde de Kürt illerindeki baskı çok daha yoğun olmuştur. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından YSK, Diyarbakır’da, Van’da, Mardin’de bizzat aday olmalarına cevaz verdiği KHK’lı belediye başkanlarının mazbatalarını iptal ettiğinde zaten hukuku hatta bizzat kendi kararlarını bile iktidarın siyasi doğrultusunda hiçe sayacağını göstermiştir. Daha sonra AKP ve MHP devletin tüm olanaklarını kullanarak İstanbul seçimlerine ilişkin tam bir abluka başlatmıştır. Büyükçekmece’den başlayarak polis ve savcılar AKP lehine devreye girmiş, son olarak YSK kararının hemen öncesinde birçok ilçede kamu görevlisi olmadığı söylenen sandık kurulu üyelerine ilişkin yapılan operasyonlar YSK’ya gerekli mesajı iletmiştir.

Savcıların ve polisin seçimlere müdahalesi meşru görülemez. Eğer konu görevi suistimal ise seçim gecesi bir partinin manipülasyon aygıtı işlevi gören Anadolu Ajansı yöneticilerinin savcılıkta ifadeye çağrılmadığı bir yerde bu operasyonların ve baskıların adaleti sağlamaya yönelik olduğunu kimse söyleyemez. Kaldı ki geçtiğimiz seçimlerde çok daha büyük yolsuzluk iddiaları ortadayken aynı savcılar ve polisler muhalefetin şikayetleri doğrultusunda harekete geçmemiş bunun yerine şikayet edenleri susturmaya yönelik davranmışlardır.

YSK tehdit edilmiştir

YSK, kritik kararını vermeden hemen önce bizzat devletin en yetkili kişisi olan Erdoğan tarafından tehdit edilmiştir. Erdoğan alenen YSK’nın aklanması için seçimleri iptal etmesi gerektiğini söylemiştir. Muhalefetin de tersi yönde değerlendirmeleri olmuştur. Ancak kendi aleyhinde karar veren hâkimleri görevden almak, sürmek, FETÖ’cü ilan edip hapse tıkmak kudreti sadece iktidarın elinde vardır. Bu gücü defalarca kullanmıştır. YSK üyeleri seçimleri iptal etmezse şaibe altında kalacağı ve iktidarın şu ya da bu biçimde yaptırımlarına maruz kalacağı korkusuyla karar vermiştir. Zaten YSK Başkanı’nın, cemaatin yargıdaki karargâhı olarak ün salan Türkiye Adalet Akademisi yönetim kurulu üyeliği geçmişi nedeniyle iktidarın rehinesi konumunda olduğu biliniyordu.

“MİT, Emniyet, İçişleri ve Adalet Bakanlığı”

Devlet Bahçeli YSK’nın hangi doğrultuda ve hangi etkiler altında karar vereceğini çok önceden şu sözlerle söylemiştir: “YSK bu ağır yükün altından nasıl kalkacaktır? İçişleri ve Adalet Bakanlığıyla, MİT ve emniyet olağanüstü itiraz sürecinin isabetli bir sonuç vermesine katkı sunacak mıdır? Şimdi iradesi gasp edilen halkın hesap sormak hakkıdır! Bu hukuk dışı kararın alınmasında seçimlere en ufak müdahalesi dahi gayrimeşru olan İçişleri ve Adalet Bakanlığı ile MİT ve emniyetin katkısı ne olmuştur?

Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu: Bu tablo sizin de eseriniz!

Elbette ki bu tablonun oluşmasında seçim kampanyasına Erdoğan’ın makamında başlayan, Erdoğan’la iyi bir ikili olacağını vadeden, YSK’ya güvenim sonsuz diyen CHP’li müteahhit İmamoğlu’nun ve 2017 referandumunda mühürsüz oylardan başlamak üzere her türlü adaletsizliği sineye çekerek istibdadın inşasına yol veren Kemal Kılıçdaroğlu’nun, onunla aynı yolu yürüyen burjuva siyasetçilerinin vebali büyüktür. Suratlarına yedikleri yumruk bile bu düzene bağlılıklarını kopartamamaktadır. YSK’nın kararını verdiği günün sabahında Ekrem İmamoğlu’nu ziyaret eden Ömer Koç’un zamanlaması manidardır. Türkiye burjuvazisinin kodamanları CHP’ye ve adayına düzen partisi olduğunu hatırlatmıştır.

Halkın iradesi üzerindeki zincirleri kırmak için!

Gelinen yerde bir kez daha istibdadın seçimleri halk nezdinde meşruiyet kazanamadığı, istibdadın ekonomik ve siyasi krizler içinde ne kadar büyük zaaflar içinde olduğu görülmektedir. Yeniden ve yeniden aynı hatalara düşme lüksümüz yoktur. Türkiye’nin istibdadın zincirlerinden kurtulması için İstanbul’da yeni bir seçim sürecine değil tüm Türkiye çapında emekçi halkın hürriyet seferberliğine ihtiyacı vardır.

31 Mart seçimlerinden önce alınması gereken boykot tutumu YSK’nın seçimleri iptal ettiği 6 Mayıs gecesi itibariyle bir zorunluluğa dönüşmüştür. YSK’nın belirlediği 23 Haziran tarihine kadar normal bir seçim süreci yaşanacağını düşünen, hem kendini hem de halkı kandırır. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında sahneye konan oyunun ikinci perdesi açılmaktadır. Şimdi sadece boykot yetmez. Zincire vurulmuş mecliste halkın istibdada karşı hürriyet çığlığına biraz olsun kulak verecek her bir milletvekilinin yapması gereken derhal sine-i millete dönmektir. Türkiye’nin önündeki gündem ne İstanbul’dur ne de erken seçimdir! Emekçi halkın iradesinin ve umudunun yeniden sopalı seçimlerle örselenmesine artık son verilmelidir.

Halkı istibdada ezdirmeyelim, İstanbul seçimini boykot edelim. Meclis boşalsın. Sadece İstanbul değil tüm Türkiye istibdada karşı seferber olmalıdır. Bunun için işçi sınıfına ve emekçi halka dayanan bağımsız ve birleşik bir cephenin inşası elzemdir. Türkiye’nin geleceği mücadele meydanlarında belirlenecektir. Ancak bu mücadele meydanlarında elde edilen başarıların sonucunda yapılacak yasaksız, barajsız, zincirsiz bir Kurucu Meclis için seçimler emekçi halkın hürriyet isteğine karşılık verebilir!