24 Haziran dersleri ve sınıf mücadelesi için perspektifler

24 Haziran seçimlerinde Erdoğan’ın ilk turda Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi, AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın 344 milletvekili ile meclis çoğunluğunu elde etmesi istibdad cephesinin seçimden galip çıktığını gösteriyor. Bu sonuçlar Türkiye’de Cumhurpatronluğu sisteminin kurumsallaşmasında önemli bir mihenk taşı olacaktır. Erdoğan çokça savunduğu gibi Türkiye’yi ortağı Bahçeli ve MHP ile birlikte bir anonim şirket gibi yönetmenin olanağına kavuşmuştur. Türkiye’nin tekelci sermayesi yürütmenin tek elde toplanmasının yaratacağı olanaklardan faydalanmak isteyecektir. TÜSİAD yürütme gücünün sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanılması için derhal bir bildiri yayınlayarak iktidara yol haritasını çizmiş bulunmaktadır. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de Erdoğan’ı ilk tebrik edenler arasındaydı. Emperyalizm, coğrafi açıdan stratejik öneme sahip olan çok önemli bir müttefik olarak gördüğü Türkiye’den yeni hizmetler bekliyor. Emperyalistler açısından yeni sistemin en önemli artısı ise Erdoğan’ın emperyalizme hizmet ederken 1 Mart tezkeresi gibi yol kazalarına uğrama olasılığının artık daha az olması

Adil ve eşit koşullarda bir seçim olmamıştır

Her şeyden önce, bu sonucun çıkmasındaki en belirleyici faktörün OHAL ve istibdad cephesinin tüm devlet olanaklarını sonuna kadar kullanması olduğu açıktır. 16 Nisan referandumunda da etkili olan bu faktör, bu seçimlerde daha yoğun bir şekilde kendini göstermiştir. Doğan’ın satılmış medyası da yeni patronuyla birlikte tümüyle istibdad cephesinin hizmetine koşulmuştur. HDP kadroları tutsak edilmiştir. Erdoğan tüm koşulları kendi lehine tanzim ettikten sonra Bahçeli’yle birlikte baskın bir seçim tarihi belirlemiştir. CHP, baskın seçim açıklamasına “hodri meydan” dediği anda kaybetmeye başlamıştır. Tüm bu süreçte İyi Parti ve HDP de CHP’nin tutumunu benimsemiştir. Muhalefet, bir bütün olarak, sopalı bir seçimi, sandıkların halktan kaçırılmasını baştan kabullenmiştir. Bunu seçim kanunlarının KHK’larla geçirilmesini sineye çekmek izlemiştir. Propaganda süreci istibdad cephesinin Suruç’ta olduğu gibi silahlı saldırılı seçim faaliyeti yapabildiği, muhalefetin bildirilerinin bile illegal muamelesi gördüğü bir ortamda geçmiştir. CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi çalışmaları bile saldırıya uğrarken HDP tam bir kuşatma altında çalışmak zorunda bırakılmıştır. Bu silsilenin sonu seçim akşamı Kılıçdaroğlu’nun ortadan kaybolması, Muharrem İnce’nin utanç verici bir teslimiyet tutumuna girmesidir. Akşener ve Karamollaoğlu da gece boyu ortada görünmemiştir. Tüm bunların olacağını bile bile “hodri meydan” demişler ve sonuca da razı olmuşlardır. Düzen partilerinin bu tutumu bir şeyi değiştirmez. Seçim günü yaşanan usulsüzlük, zorbalık, hile ve hırsızlıkların ötesinde başından sonuna ele alındığında 24 Haziran seçimleri kapitalist düzenin kendi ölçüleri içinde dahi adil bir seçim olmamıştır. Adil ve eşit seçimlerde sonuçların çok farklı olabileceği asla akıllardan çıkarılmamalıdır.   

İstibdad cephesinin göreli başarısı

Bu koşullar altında istibdad cephesinin galibiyetinin göreli olduğunu ve içinde önemli zaaflar barındırdığını da tespit etmek gerekir. AKP’nin tek başına meclis çoğunluğunu elde edememiş olması ve 295 milletvekilinde kalması bu zaafların başında geliyor. Bu, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini sonuna kadar kullanması ve meclisi baypas etmesi için yeterli bir sayı olarak görülebilir. Bu kararnameleri boşa düşürecek yasal düzenlemelerin yapılması için AKP dışındaki tüm partilerin fire vermeden birlikte hareket etmesi gerekiyor ki bu çok zor. Öte yandan Erdoğan meclisten yasa geçirmek istediğinde mutlaka MHP’nin desteğine ihtiyaç duyacak. AKP ve MHP arasına şu ya da bu sebeple kara kedi girerse Erdoğan’ın diğer partilerden en az 6 milletvekilinin desteğini alması gerekecek. Saadet CHP listelerinden sadece 3 milletvekili çıkarabildi. Meral Akşener’in İyi Parti grubunun başında bulunmaması ve parçalı bir yapıya sahip olması, bu partiyi Erdoğan’ın B-C planları açısından öne çıkarıyor.  

AKP yüzde 41,8 oy ile 1 Kasım seçimlerinin (yüzde 49,5)  neredeyse 8 puan gerisinde kaldı, 7 Haziran’da aldığı 41’in ise pek az üstüne çıkabildi. Erdoğan’ın oyu ise bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminin sadece 1 puan üstünde. Ancak geçtiğimiz seçimde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu destekleyen MHP’nin bu seçimde Erdoğan’ı çatı aday olarak benimsediği unutulmamalı. Dolayısıyla gerek AKP gerekse de Erdoğan’ın desteğinde bir artma değil azalma olduğu görülüyor. Bu azalışta istibdad rejiminin baskısı ve ekonomik sorunların etkili olduğu söylenebilir. Ancak bu etki Erdoğan’ı ve AKP’yi, iktidardan uzaklaştıracak kadar geriletmedi. Özellikle ekonomide Türk lirasının değer kaybetmesi ve artan hayat pahalılığı, zamana yayılan bir yoksullaşma etkisi yarattığı için, AKP seçmeninin tercihini kökten etkilemedi. Erdoğan’ın uzun süre yüksek faize direnmesi, seçim için kamu harcamalarını arttırması ve başta inşaat sektörü olmak üzere şirket iflaslarını ertelemesi, derhal kitlesel bir işsizlik dalgasının oluşmasını engelledi. Bir baskınla 24 Haziran’ın seçilmesinin AKP ve Erdoğan’a en büyük katkısı da bu oldu. Ama bunun anlamı aynı zamanda Türkiye’nin krizi ertelendiği için gelecekte daha da ağır yaşamasıdır. Türkiye ciddi bir kemer sıkma dönemini, ekonomik küçülmeyi ve kitlesel işsizliği seçimlerden önce yaşamadı, Erdoğan’ın Cumhurpatronluğu altında yaşayacak. İşçi ve emekçilerin bir bölümü Erdoğan’a ve AKP’ye oy verdiğine pişman olacak, ama ne yazık ki bu fayda etmeyecek.

Burjuva muhalefetinin sefaleti

Bu noktada AKP-MHP’nin en önemli avantajı kendisinin zayıf karnı olan ekonomide, Millet İttifakı ve HDP’nin aldığı tutum olmuştur. Erdoğan’ı Merkez Bankası’nın bağımsızlığına müdahale etmesi, piyasayla inatlaşması dolayısıyla eleştiren ve TÜSİAD çizgisinin dışına tek adım dahi çıkmayan bu muhalefet ekseni, AKP-MHP’nin karşısında bir alternatif oluşturamamıştır. Erdoğan’ın güçlü yanlarından biri ise demagojik söylemlerle kitleleri kendisinin emperyalizme ve Siyonizme karşı olduğuna inandırmasıdır. Gerçek bunun tam tersi olsa da, ABD, AB, NATO çizgisindeki muhalefet ekseni, Erdoğan ve müttefiklerinin ikiyüzlü politikasını teşhir etme kabiliyetinden yoksundur. Millet İttifakı’ndan HDP’ye uzanan muhalefet ekseni tam tersine emperyalizm yanlısı söylem ve tutumları ile geniş kitleler nezdinde antipati ve yer yer öfke uyandırmışlardır.

Bu koşullar altında Muharrem İnce’nin meydanlarda gösterdiği performans ve Erdoğan’la girdiği polemikler sadece CHP tabanını konsolide etmiş, zaten CHP’ye oy verecek olan kitleyi motive edip meydanlara taşımış, İyi Parti ve HDP seçmeninden oy devşirebilmiş ama daha önceki referandum ve seçimlerde kendini gösteren demografik sınırların ötesine taşamamıştır. Muharrem İnce’nin performansı sık sık övülse de, CHP’nin oy oranından çok yüksek bir teveccüh görmüş olsa da neticede Muharrem İnce ile Meral Akşener’in oylarının toplamının 2014 yılında Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aldığı oy oranı ile aynı olması (yüzde 38) son derece çarpıcıdır. 2014’te MHP seçmeninden Erdoğan’a bir kayış olduğu biliniyor. Bu seçimde bu oylar doğrudan Bahçeli’nin yönlendirmesiyle Erdoğan’a gitti. Öteden beri Erdoğan’a çok daha mesafeli ve muhalif olan MHP seçmeni ise bu seçimde Akşener’e oy verdi.

CHP’nin Ekmeleddin için sandığa gitmeyen seçmeni Muharrem İnce’yi daha fazla benimsedi. 2014’te yüzde 74’te kalan katılım oranı bu seçimde yüzde 88’e çıktı. Ama yine de İnce ve Akşener’in toplam oy oranı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu geçemedi.  Demek ki Ekmeleddin İhsanoğlu tercihinin tam zıddı olarak addedilen Muharrem İnce yine hemen hemen aynı kitlenin oyunu alabilmiştir. Bugün belki CHP seçmeni İnce’ye oy atarken çok daha motive bir şekilde sandığa gitmiştir. Ancak “Erdoğan gitmeli” diyip ekonomi ve dış siyasetin ana hatlarında Erdoğan’la aynı burjuva programı savunmanın sonucu son derece benzer olmaktadır. AKP ve MHP seçmeni kitleler mevcut iktidar politikalarından memnun olmasalar da kendilerine karşıt gördükleri kimliklerin siyaseti ile karşılaştıklarında kendi kimlikleri etrafında konsolide olmaktadırlar. Örneğin Akşener’in ve Karamollaoğlu’nun CHP ile ittifak kurması bu kesimleri Millet İttifakı’na doğru çekmemiş tersine Akşener ve Karamollaoğlu’nun sorgulanmasına yol açmıştır. Solda benzer bir ruh hali daha önce “yetmez ama evetçi” kişi ve gruplara karşı gelişmişti. AKP-MHP seçmeni, CHP ille ittifak kurarak Erdoğan “gitmeli” diyenlere karşı kendilerinden gördükleri Erdoğan için “gitmemeli” tavrını tercih etmektedir.

Sosyalistler burjuva muhalefetinden kopamadı

Burjuva siyasetinin bu kısır döngüsünün aşılması elbette sınıf siyaseti ile mümkündür. Grevlerde, işgallerde günbegün patronlarla verilen mücadelede yani sınıf çıkarları temelinde yan yana gelebilen ve birlikte mücadele edebilen insanlar, kimliklerin öne çıktığı burjuva siyasetinde birbirlerinin tam karşısında konumlanabilmektedir. Bunu aşacak sınıf siyasetini ancak sosyalistler hayata geçirebilir. Ancak, sosyalist parti, grup ve oluşumların büyük çoğunluğunun HDP’ye iltihak ettiği, önce ikinci turda Muharrem İnce’ye verilebilir diyerek başlayıp sonra CHP mitinglerine koştuğu bir ortamda bunun mümkün olması beklenemezdi. Sosyalistlerin çoğunluğu seçim aritmetiğini temel alıp olasılık hesapları yapmak dışında hiçbir şey söylemedi. Tam tersine CHP ve HDP, TÜSİAD huzuruna çıkarken sustu; NATO ve emperyalizm karşıtlığını unuttu; ekonomide liberal eleştirileri farklı bir jargonla tekrar etmekten ileri gitmedi. Çok sayıda sosyalist ismin meclise taşındığı ama sosyalist siyasetin sıfırlandığı bir seçim süreci yaşandı. Sosyalistler “Erdoğan gitmeli” cephesinin belki de en kararlı unsuruydular. Ancak sosyalist bir tutum almadıkları için Erdoğan’ın galibiyetine istemeden katkı sunmuş oldular.   

Faşist oylara dikkat!

24 Haziran seçimlerinin en önemli sonuçlarından biri, faşist MHP ile akrabası İyi Parti’nin toplam oylarının, yüzde 20’yi aşmasıdır. MHP, içinden yüzde 10’luk bir İyi Parti çıkmasına rağmen 1 Kasım seçimlerindeki oy oranını büyük oranda korumuştur. AKP ve Erdoğan’ın iktidara tutunmasında da MHP’nin bu direnci son derece belirleyici olmuştur. MHP, şehirlerde İyi Parti’ye kaybettiği oyu AKP’den telafi etmiş görünmektedir. Bu olgu seçim kampanyası sürecinde MHP ve AKP arasındaki gerilimin temelini oluşturuyor. Meral Akşener’in aldığı oyun, lideri olduğu İyi Parti’den 2,5 puan daha düşük alması, CHP ile bir oy geçişkenliği içinde olduğunu göstermektedir. Sonuçta AKP ve CHP, faşizmi sırtlarında taşıyarak, Türkiye siyasetinde son derece etkili ve tehlikeli bir noktaya getirmiş bulunmaktadır. Bu manzara karşısında, 2010 referandumunda MHP’nin de “hayır” demiş olduğunu göz ardı ederek yüzde 42’yi bir bütün olarak demokratik muhalefetin hanesine yazan solun aymazlığı, HDP’nin ve Demirtaş’ın, Millet İttifakı’nı, demokrasi ittifakına çevirme önerisiyle sürmektedir. Türkiye solu her türlü baskı rejimine özensizce faşizm etiketini takarken anti-faşist reflekslerini giderek yitirmektedir ve bunun son derece vahim sonuçlarının olacağına şüphe yoktur. Bugün burjuva demokratik önyargılarla felç olmayan zihinler, İyi Parti’nin milletvekili sayısını muhalefetin değil koyu gericiliğin hesabına yazacaktır. AKP, MHP ve İyi Parti’nin toplam 387 oyu vardır ve bu rakam HDP’nin dokunulmazlıklarını kaldırmayı ya da idamı yeniden getirmeyi öngören anayasa değişikliklerini referanduma götürmek için gereken 360 sayısının üzerindedir. Bu koşullar altında Demirtaş’ın Millet İttifakı’nı demokrasi ittifakına dönüştürme önerisi ve bunu makul karşılayan solun hali en hafif deyimle trajiktir.

HDP geriliyor, iltihak eden sosyalistler sıfırlanıyor

Selahattin Demirtaş tutuklu olduğu halde aday olmuş ve tüm baskılara rağmen yüzde 8,4 oy oranına ulaşabilmiştir. Demirtaş’ın ve onun nezdinde Kürt halkının uğradığı haksızlığa karşı bu kendi başına bir başarı olarak görülebilir. Öte yandan Kürt hareketinin bir gerileme içinde olduğu da aşikârdır. HDP’nin Kürt illerindeki oyu 1 Kasım seçimlerine göre önemli boyutlarda ve yaygın biçimde düşmüştür. Diyarbakır’da 6 puan, Van’da 5 puan, Tunceli’de 3 puan, Iğdır’da 7 puan, Ağrı’da 4 puan, Mardin’de 8 puan azalan HDP oyları Hakkâri’de 11 puan, Şırnak’ta 13 puan geriye düşmüştür. HDP’nin büyük şehirlerde oyunu arttırdığı görülüyor. Bunda HDP’nin barajı geçmesi için CHP seçmeninin taktik bir tercihte bulunması etkili oldu. HDP’nin oyları İzmir’de 4, İstanbul’da 3, Ankara’da 2 puana yakın arttı. Bu tabloya HDP seçmeninin önemli bir bölümünün Muharrem İnce’ye yönelmesini de eklemeliyiz. Parti ile Demirtaş arasındaki farkı açıklayan faktörlerden biri de budur.  HDP’nin muhalefet açısından siyasi bir merkez olma özelliği yok olurken temsil ettiği oy potansiyeli dolayısıyla burjuva siyasetenin aritmetik hesaplarında bir faktöre indirgenmesi tehlikesi gündemdedir.    

Türkiye’de sosyalistler sınıf politikası izledikleri takdirde çok şeyi değiştirebilirler. 24 Haziran bunu, tersinden göstermiştir. HDP’ye iltihakın, CHP’den umutlanmanın, sınıf siyaseti yerine seçim aritmetiğini ikame etmenin, sosyalistleri etkisiz eleman haline getirdiği net bir şekilde görülmüştür. Sözde “Adalet Yürüyüşü”nden ve Maltepe mitinginden beri kendini akıllı, Marksistleri ise körcesine doktriner görmek ve göstermek için Kılıçdaroğlu’nun ve İnce’nin peşinde hayali çözümlere yönelenlerin seçim bittiğinde şimdi “bu halk” teranelerine başlamaktan başka yolu yoktur. Marksistler ise bu seçimi sınıf mücadelesinin geniş stratejik sorunları çerçevesinde ele almıştır. Halktan şikâyet etme gibi onulmaz bir illete yakalananlara ise, büyük Marksist sanatçı Brecht’in başka bir bağlamda önerdiğini hatırlatmaktan başka çare yoktur: Siz gerekiyorsa bu halkı feshedip yerine yeni bir halk seçin!

Bu çağda, Türkiye’nin emekçi milyonlarının en somut sorunlarının düzen içinde çaresi yoktur. Devrimci İşçi Partisi, Üçüncü Büyük Depresyon döneminde savaş, faşizm ve istibdad tehlikesinin bütün dünyada yükseldiğini, burjuvazinin her yerde adım adım güçlü yürütme ve tek adam rejimlerine meylettiğini bütün kanıtlarıyla ortaya koyuyor. Buna karşılık Arap devriminden bu yana halkların mücadelesi durmak dinmek bilmiyor. Türkiye’de seçimlerin böylesine gerici biçimde sonuçlandığı gün, komşumuz İran’da halk ekonomik sömürüye karşı altı ay içinde ikinci kez isyana kalkıştı! Daha 2018’in yedinci ayına girmedik, bölgemiz altı ayrı ülkede yedi isyanla sarsıldı. Halk buradayım diyor, sosyalistler yok! Ekonomik krize karşı sosyalist çözümler tek gerçek alternatiftir. Emperyalizme karşı sosyalistlerin merkezinde yer alacağı ve anti-emperyalizmle halkların kardeşliğini birleştirecek bir mücadelenin gerekliliği ortadadır. Sosyalistler ya bunun gereğini yapacaktır ya da silinip gidecektir.

Devrimci İşçi Partisi’nin tutumu ve çağrısı

Devrimci İşçi Partisi olarak başından itibaren bu tehlikeye işaret ettik. Meclise kimin gönderileceğinden daha önemlisinin, meclisin zincirlerinin kırılması olduğunu söyledik. Hürriyet için zincirsiz Kurucu Meclis dedik. Burjuvaziden ve emperyalizmden bağımsız bir siyasetin çağrısını yaptık. Bu doğrultuda bir sosyalist cumhurbaşkanı adayı çıkartılması için ısrarcı olduk. Ne yazık ki bunda başarılı olamadık.  “Patron partilerine, işçi düşmanlarına, NATO, ABD, AB ve İsrail dostlarına oy yok” diyerek geçersiz oy çağrısı yaptık. Sınıf siyaseti ve anti-emperyalist bir politik hat ile işçi ve emekçilere ulaşmaya, başta AKP ve MHP olmak üzere burjuva siyasetini teşhir etmeye çalıştık. İkinci tur olasılıkları üzerinden sosyalist saflarda CHP ve İnce propagandası yaygınlaşırken, tüm adayların çekilmesini ve Erdoğan’ın referanduma götürülmesini savunduk. Seçim gündemini ıskalamadan siyasi hattımızı ortaya koymaya çalıştık, düzen partilerinin ve emperyalizmin hegemonyasındaki muhalefet akıntısına karşı kürek çektik. Sandıkların kapandığı an, saat tam 17:00’de ekonomik krize ve emperyalizme karşı sınıf mücadelesinin gereğini vurguladığımız, proleter laikliği savunduğumuz ve mücadele çağrısı yaptığımız bir bildiri yayınladık. Şimdi sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşı bu mücadeleyi diğer sosyalist güçlerle birleştirme ve büyütme zamanıdır.

Sosyalistlerin siyasetleri sandıkla başlamaz, sandıklar kapanınca da bitmez. Tam tersine işçi ve emekçilerin hayati sorunları, burjuva siyasetinin çıkmazları sosyalistleri göreve çağırmaktadır. 24 Haziran’ın derslerini doğru çıkartmalıyız. İstibdada karşı halkın dinamizmi ve oylarına sahip çıkışı takdire şayandır: Geniş kitleler biraz nefes alabilir miyiz umuduyla, gerçekçi olduğunu düşünerek düzen siyasetinin ve siyasetçilerinin arkasına düşmüştür, ancak nefes almak için düzen siyasetinden kopmak ama daha da önemlisi örgütlenmek gerekmektedir. Sandıklar kapanmış yeni bir sınıf mücadelesi dönemi açılmıştır. İstibdadı sınıf mücadelesiyle yeneceğiz, sınıf mücadelesiyle sandıkta ve meydanlarda istibdada tepki gösterenlerle bugün iktidara oy vermiş de olsa ekonomik krizin faturasını ödemek istemeyen emekçi milyonların birleşmesini sağlayacağız. Bu birliğin harcı anti-emperyalizm olacaktır ve istibdadın demagojisi işlemez hale gelecektir. İstibdada karşı hürriyeti kazanacağız! Türkiye’yi işçi ve emekçilerin nasırlı elleriyle yeniden kuracağız! Devrimci İşçi Partisi, bu mücadelede tüm işçileri, emekçileri ve gençleri saflarına çağırmaktadır.