“Dikkat bu bir soygundur”! Onu anladık, asıl hırsız kim?

“Crash” İngilizce bir kelime. Hem çarpışma hem de yere düşerek parçalanma anlamına geliyor. Dünya ekonomisinin derinleşen krizi, bazen batan bir gemiye benzetildiği gibi bazen de uçağın yere düşerek çarpmasına, parçalanmasına benzetilebiliyor. Dünya ekonomik krizinin ve onun önemli bir parçası olan Avrupa Krizi’nin şu andaki seyri, en iyi, düşerek yere çarpmak üzere olan uçak benzetmesiyle tasvir edilebilir. Her ne kadar Türkiye Merkez Bankası Başkanı geçenlerde yaptığı bir konuşmada oldukça temkinli ama iyimser olarak “uçak piste indi, ama kemerleri çözmeyin” sözlerini sarf etmiş olsa da burjuva ekonomisinin önde gelen iktisatçıları daha kötümser bir bakış açısına sahipler.

Ünlü yatırımcı George Soros'un arkasında olduğu Yeni Ekonomik Düşünce Enstitüsü (INET) yayımladığı son raporda, “Avrupa uyurgezer halde, ölçülemez boyutlarda bir felakete doğru yürüyor” tespitini yapıyor. ABD ve Avrupa'daki durgunluğun aşılmasında bir kurtuluş yolu olarak görülen Güneydoğu Asya bölgesinde de haberler pek parlak değil. Gerek Japon gerekse de Çin ekonomisinde büyüme ve dış ticaret rakamlarının oldukça düşük çıkması, küresel durgunluğun Asya ülkelerine de yayılacağı endişelerini artırmış durumda. “Kriz kâhini” olarak nam salan ABD'li iktisatçı Roubini, 2013’te global alanda yaşanacak “mükemmel fırtına”ya işaret ederek, bu dalgalanmanın 2008 krizinden çok daha kötü olacağı görüşünü savunuyor. Avrupa’da batış, ABD’de çift dip, gelişmekte olan ülkeler ve Çin’de durgunluk, Ortadoğu’da da savaş ihtimalinin arttığını vurgulayan Roubini, bu tahminler gerçekleşirse krizin etkisinin zirve yapacağını bildiriyor.

Benzer şekilde Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başekonomisti, Euro Bölgesi krizinin 2008’de ABD’de Lehman Brothers’la başlayan finansal krizden çok daha ağır bedeller ödetebileceği konusunda uyarıyor, Euro krizinin Lehman’la karşılaştırıldığında çok daha derin ve yapısal sorunları barındırdığının altını çiziyor.

Büyük depresyonun günümüzde geldiği aşamada sadece İspanya’da değil, İngiltere’den İsrail’e, Brezilya’dan Güney Afrika’ya kadar işçiler ve ezilenler, “Arap Baharı”nın isyan geleneğini yaşatmaya devam ediyorlar. Zira devletlerin uygulamaya koydukları “kemer sıkma” politikasının faturasını ödeyen sınıfın kendileri olduğunun bilincindeler. Attıkları sloganlar bunun açık kanıtı: "Herkese sosyal adalet" ve "Bizleri sömürmeyi bırakın".

Ancak işçi sınıfı ve ezilenlerin, içinde bulundukları sefil koşullara isyan ederken, kendilerini bu hale getiren sorumluların adını doğru koymaları hayati öneme sahip. Örneğin son yıllarda meydana gelen bankacılık sektöründeki skandalları değerlendiren Roubini: “Finansal krizlerin hiç birinde bankacılar hapse atılmadı. Bankacıların hileleri cezalandırılmalı. Bazıları hapse atılırse ve cezalarını çekmeye başlarsa bu diğerleri için ders olacaktır, ya da birileri sokaklarda asılmalı” diyerek, İngiliz bankası Barclays’ın eski yöneticisinin hapse atılması gerektiğini ifade etmiş. Yine, Yunanistan'da aylık yayınlanan Crash (!) dergisi, halkın öfkesini, IMF ve AB yetkililerinin borç batağındaki ülkeyi iflastan kurtarma karşılığı dayattığı kemer sıkma politikalarından ve bunların yol açtığı sefaletten sorumlu tuttukları 5 kişi hakkında “soykırım araştırması” yapılmasını talep ederek ifade etmiş. Suçlanan isimler Almanya Başbakanı Angela Merkel, IMF Başkanı Christine Lagarde, Almanya Ekonomi Bakanı Wolfgang Schauble, AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy.

Elbette, yukarıda adı geçenlerin izlenen politikalardaki sorumlulukları yadsınamaz. Bununla birlikte, başta Yunanlı işçi kardeşlerimiz olmak üzere Avrupa işçi sınıfını, onların aslında ekonomik krizin asıl sorumlusu olan uluslararası finans kapitalin taleplerinin birer yürütücüsü oldukları konusunda uyarmak isteriz. Dünya ekonomisine yön veren ve ağır bir ekonomik krize yol açan üretim ve yatırım kararlarının uluslararası burjuvazi tarafından sosyal ihtiyaçlar değil, kâr mantığı doğrultusunda alındığını göz önüne alacak olursak, “bunların üçünü beşini Taksim’de sallandırdın mı bak bakalım bir daha yaparlar mı!” algısının ötesine geçmiş, daha gerçekçi çözümlere yönelmiş oluruz. Üretim ve yatırım kararlarına sosyal ihtiyaçların yön vermesinin ön koşulu emekçilerin bu kararların alınmasında söz sahibi olmalarıdır. Bu amaçla “Öfkelileri”, meydanları “işgal et”mekten çeşitli ülkelerde yaşandığı gibi fabrikaları işgal etmeye dönük mücadelelere sevk edecek talepleri öne çıkarmak, önümüzdeki dönemde belirleyici önem taşımaktadır.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2012 tarihli 35. sayısında yayınlanmıştır.