Bir devrim ve karşı devrim meselesi

Bedelli askerlik açıklanır açıklanmaz tüm ülke bir anda kendisini askerlik tartışması içinde buldu. Bu tartışma içinde DİP olarak derhal tavır aldık. Bu yasayı “Ya paranı ya canını” yasası olarak tarif ettik. Bedel ödeyerek askerden muaf olmanın, bedel karşılığında askerlik yapmanın yani profesyonel ordunun bir adımı olduğunu savunduk ve açıkça bu girişime karşı çıktık.

Ben de bu doğrultuda şahsen bu yasadan faydalanmayacağımı, kamuoyu önünde açıkladım. Benim tavrım bireysel bir karşı çıkış değildi. Parti olarak, “Ya paranı ya canını” diyerek yasanın sınıfsal eşitsizlik yönünü teşhir etmeye çalıştık. Yalnızca bununla yetinmedik. Zira bu karşı çıkışı milliyetçilerden, solun çeşitli kesimlerine kadar pek çok kesim yapmıştı. Biz, Türkiye’nin, İran ve Suriye başlıklarında emperyalizmin çıkarları doğrultusunda üstlenmeye hazırlandığı role dikkat çekerek, ordunun profesyonelleştirilmesinin, Suriye’ye ya da İran’a karşı haksız savaşlarda kullanılabilecek bir paralı katiller ordusu yaratma amacını güttüğünü belirttik. Yine Kürt sorununda askeri çözüm yöntemlerindeki tıkanıklık, Kürt muhalefetinin yanında, “neden hep biz ölüyoruz?” sorusunda cisimleşen ve bu sefer batıdan yükselen bir muhalefeti gündeme getirmişti. Biz ısrarla, bu soru yani “niye hep biz ölüyoruz?” sorusu yerden göğe kadar haklı bir sorudur dedik.

Bu sorunun milliyetçi bir retoriğin peşinden soruluyor olması, haklılığını gölgelemez. Kaldı ki bu sorunun hemen peşinden gelecek soru “bu savaş haklı mıdır?” sorusudur ki bu soru da en az önceki kadar doğru ve haklıdır. Savaşın asıl yürütücüsü olan hâkim sınıflar için de, bir o kadar ağırdır.  Profesyonel orduyu savunanlar bu soruya verecek cevabı olmayanlardır. Bu soruya cevap olarak, yürüttükleri savaşın haklılığının savunusuna yaslanamayan hâkim sınıflar, “madem öyle, meslekten askerlerle savaşı yürütürsek sorunu da soruları da çözeriz” demektedirler.

Dikkat edilirse bedelli askerliği profesyonel orduya bağlayan sadece biz değiliz. Burjuva medyasında mesele her gündeme gelişinde, bilinçli biçimde profesyonel orduya geçişin propagandası yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Eğer emperyalist planlarda daha aktif rol almak için ve uygulanan askeri yöntemlerin siyasi faturasından kurtulmak için profesyonel ordu gündeme getiriliyorsa tutarlı olarak halkların kardeşliğini savunanların ve yine tutarlı olan anti-emperyalistlerin profesyonel orduya karşı çıkması bir zorunluluktur.

Peki Türkiye solu bu konuda ne dedi? DİP, dışında bu konuda net ve açık bir tavır alan ne yazık ki olmadı. Pek çoğu neredeyse tamamen es geçti. En ilgilisi sadece “hep emekçi çocukları ölüyor” düzeyinde basit bir teşhirle yetindi. Unuttular… Sorunun sadece ölmekle ilgisi yok! Profesyonel ordu esas olarak öldürmek için kuruluyor.

Mesela, Halkların Demokratik Kongresi, programına zorunlu askerliğin kaldırılmasını koyarak, bir kez daha liberal burjuva demokrasisine ve pasifizme karşı teslim bayrağını çekmiştir. Vicdani ret hakkını savunmak da artık durumu kurtarmıyor. Zira artık bu hakkı da liberal burjuva demokratlarıyla birlikte savunuyorlar. Devletin amacı solcuları askere alıp savaşa sürebilmek değil ki. Varsın solcular rahat vicdanlarıyla “kamu hizmeti” yapsınlar; devlet “paramı alır işimi yaparım” diyen askerlerle yürütecek savaşı. Askerleri kamuda ucuz işgücü olarak kullanmak da cabası. “Niye hep biz ölüyoruz?” sorusu sorulmadan (ki ölümler artık bir iş kazasına dönüşecek) “paramı alır işimi yaparım” diyen askerlerle öldürecekler. Peki Siyonist katilleri mi öldürecekler? Emperyalist işgalcileri mi? Hiç zannetmiyorum!

Burjuva ordusudur bizi ilgilendirmez, denemez. Dün “ha devlet, ha özel, sonuçta kapitalist mülkiyet değil mi?” diyerek özelleştirmeye karşı durmayan ve liberalliklerine sol bir maske takanların maskesi çoktan düştü. Sendikasızlaştırmanın, taşeronlaştırmanın geldiği boyut ortada. Bugün de aynısını ordu ve askerlik için söyleyenler daha büyük bir yanlış içindeler. Sadece şunu düşünelim yeter. Eğer Mısır ordusu profesyonel olsaydı, Tahrir Meydanı’na develer üstünde Mübarek’in sivil polisleri saldırırken diğer koldan da tanklarla Mısır ordusu girerdi. Mısır ordusunun generalleri silahaltına aldıkları işçi, emekçi ve köylülere katliam emri verdiklerinde bu emre uyulmama ihtimalini gözetmek zorunda kalmazdı. Onca deneyimden sonra ve kendi koltuğunun da sallandığı bu günlerde Mareşal Tantavi’nin belki de en çok istediği şey bir profesyonel ordunun başında olmaktır.

Bir de ordu meseleleriyle pek yakından haşır neşir olan solcular var. Onlara da değinmek gerek. Ordu deyince akıllarına hep general, albay, genç subay geldiğinden doğrudan eratı ilgilendiren bedelli meselesine pek uzak kaldılar doğrusu. Leninizm’den anladığı, “partinin sınıfsal bileşiminin önemi yoktur, küçük-burjuvasıyla, aydınıyla, öğrencisiyle devrimcilik yaparız” olanlar için tavır almanın ayrıca zor olduğunu da kabul ediyoruz tabii.

Sonuç olarak ordu en az eğitim ve sağlık kadar sosyalistlerin ilgilenmesi gereken bir konudur. Ölmenin ve öldürmenin konu olduğu yerde mesele hayat memat meselesidir. Ama ötesidir de… Tahrir deneyimine; Vietnam savaşından sonra ABD’nin profesyonel orduya geçmesini, Portekiz’in sömürgelerinde aldığı darbelerin diktatörlüğün devrilmesine yol açmasını, nihayet Ekim Devrimi’ndeki asker sovyetlerini ekleyin. Göreceksiniz ki bu mesele sadece hayat memat meselesi değil aynı zamanda bir devrim ve karşı devrim meselesidir.

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2011 tarihli 26. sayısında yayınlanmıştır.