Bağımsız yargı halüsinasyonu üzerine

Durdu Kavak’ın açıklamaları, sermayenin siyasal organizasyonu olarak devletin sınıf savaşımından azade olmadığının ve yine bu organizasyonun bir ayağı olan “tarafsız yargı”nın bir efsane olduğunun itirafı. Devlet de, yargı teşkilatı da her icraatında kendi varlık nedenini oluşturan toplumsal kötülüğü yansıtıyor aslında.Yani bir tarafında sömürücü azınlık ve diğer tarafında sömürülen çoğunluk olan uzlaşmaz çelişkiyi. Tabii görmek isteyene.

Çağdaş Hukukçular Derneği, İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak hakkında, 6 Mayıs 2012 tarihinde, Star Gazetesi’nin web sayfasında Arda Yavuz’a verdiği röportajda, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptığı döneme dair yaptığı açıklamalar nedeniyle suç duyurusunda bulundu.

Suç duyurusuna delil olan haber içeriğinde; Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı olarak imza attığı faili meçhul cinayetler, KCK ve Habur gibi soruşturmalarla tanınan, şimdinin İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak, Cizre’de 1990’lı yıllarda yaşanan faili meçhuller soruşturması kapsamında, dönemin Kayseri Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz’ün gözaltına alınması nedeniyle gördüğü baskıyı anlatıyor.

KCK’dan faili meçhullere, İzmir Büyükşehir Belediyesi davasından diğer belediyelerle ilgili soruşturmalara kadar pek çok konuda soruları yanıtlayan Durdu Kavak, 23 faili meçhul cinayetin emrini verdiği iddiasıyla tutuklu yargılanan emekli Albay Cemal Temizöz soruşturması başladıktan sonra, dönemin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun bir üyesinden baskı gördüğünü açıklıyor.

Bilindiği gibi, Başsavcı Kavak’ın adı bu soruşturma nedeniyle o dönemki HSYK tarafından hazırlanan “korsan kararname”ye girmiş, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı görevinden alınması istenmişti. Kavak, bununla ilgili olarak röportajda, “HSYK değişince İzmir’e atandığını, daha önceki HSYK’nın bir takım korsan kararnamelerle kendisini başka yerlere atayacağını, hatta başsavcılıktan uzaklaştıracağını düşündüğünü, HSYK değişince meslekteki kariyerinin değiştiğini ve İzmir’e atamasının yapıldığını” belirtiyor.

Başsavcının beyanlarından, bir HSYK üyesinin, sanık Cemal Temizöz’ün serbest bırakılması amacıyla girişimlerde bulunduğu, yasanın değil kendisinin talebinin uygulanması yönünde talimat verdiği anlaşılıyor. Bu cihetle, kimliği “belirsiz” HSYK üyesi ile ilgili de ÇHD İzmir Şubesi “yargı görevini yapanı etkileme” suçunu işlediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

Dernek, Durdu Kavak hakkında ise, yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs eden biri ile karşılaştığında yapması gerekeni, bir savcı olarak gayet iyi bildiği halde yapmadığını, bu sebeple “kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” suçunu işlediğini ve “görevini kötüye kullandığını” iddia ederek şikayette bulundu.

Bu olay burjuvazinin, islamcı ve Batıcı-laik kanadı arasındaki çatışmanın yargı alanındaki tezahürünü aynalıyor. Emekçilere ve demokratik haklara karşı saldırıda tek vücut olabilen sermaye grupları, konu sömürüden alınacak pay olduğunda “sınıf kardeşlerine” tırnaklarını geçirip iktidar savaşına giriyor. Son dönemde, gerçekleştirilen pek çoğu göstermelik yargılamanın konusu ve çerçevesi iktidar sahiplerinin bu amaçları etrafında belirleniyor. Sermayenin uşakları, devletin her noktasında daha fazla kurumsallaşmaya çalışırken, bütün köşe taşlarını kapmak için, ideolojik ve politik her kuşatma yolunu deniyor. Bu açıkça, burjuvazinin sınıf savaşının bir parçasıdır.

Durdu Kavak’ın açıklamaları, sermayenin siyasal organizasyonu olarak devletin sınıf savaşımından azade olmadığının ve yine bu organizasyonun bir ayağı olan “tarafsız yargı”nın bir efsane olduğunun itirafı. Devlet de, yargı teşkilatı da her icraatında kendi varlık nedenini oluşturan toplumsal kötülüğü yansıtıyor aslında. Yani bir tarafında sömürücü azınlık ve diğer tarafında sömürülen çoğunluk olan uzlaşmaz çelişkiyi. Tabii görmek isteyene. Sömürücü azınlığın iç savaşındaysa, baskı yapan da baskı gören de fırsat kolluyor. Ne adına baskı yapılıyor peki? Sömürü! Ne adına buna karşı feryat ediliyor? Yine sömürü! Ama emekçilere sıkılan palavra, demokrasi ve hukuk devleti adına olduğu. Oysa halkın bilgisi dışında, gizli kapılar ardında oynanan oyunlarla, yargılamaların ve emekçi sınıfların kaderi belirleniyor. Savaşın tarafları, kontrolü ele geçirmek adına hangi alanda güçleri yeterse o noktadan saldırıyor. Baskı gören, o an sesini çıkarmazken sırasını bekleyip, taşlar yer değiştirdiğinde karşı saldırıya geçiyor.

Bu güreşten emekçilerin hiçbir çıkarı yok. Çünkü filler tepişirken ezilen çimenler oluyor. Hiç kimse bağımsız yargı ölüyor diye ağıtlar da yakmasın. Bağımsız, özgür yargı zaten bir hayalden ibaret. Yargı, devletin parçası. Devletse sermayenin elinde. Hangi sermayenin elinde olduğunun bir önemi var mı? İster batıcı ister islamcı. Emekçilerin elinde olmadıktan sonra… Ezilenler birleşerek her iki sermaye kanadına da dur dediklerinde ise sorgulananın sömürücüler olduğu gerçek yargılamaların vakti gelecek. O an geldiğinde bile yargı tarafsız olmayacak, emekçilerden yana hüküm verecek. Böyle bir alt üst oluş için üretenlerin yönettiği ve hesap sorduğu bir emekçi iktidarının kurulması zorunlu. Çünkü, eski adalet mekanizmasının yok edildiği, adalet görevlileri ve yargıçların, seçilir, sorumlu ve geri alınabilir olduğu bir sistemi, ancak bu iktidar getirebilecektir.