Suriye'de Devrim, Karşı-Devrim ve Savaş

15 Mart, Suriye devriminin yıldönümü. Bugün dünyanın Suriye’yi emperyalistlerin askeri müdahalesi ya da Türkiye’nin ülkenin kuzeyinde kurması düşünülen bir “güvenli bölge” ekseninde tartışıyor olması, işçi sınıfına ve sola bunu unutturmamalı. Suriye, bir yıl önce, aynen kendinden önceki Tunus gibi, Mısır gibi, Bahreyn gibi, Yemen gibi, mülksüzlerin ayaklanmasıyla sarsıldı. Bugün bunu görmezlikten gelenler, başlangıçta hem emperyalizmin, hem İsrail’in, hem de AKP hükümetinin halk ayaklanmasına karşı Beşşar Esad’a destek verdiğini, onu reformlar yoluyla devrimi yumuşatarak kontrol altına almaya çağırdığını, Tayyip Erdoğan’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı defalarca Şam’a göndererek Suriye’nin Baas yönetimine akıl verdiğini unutuyorlar. Arşivler ortadadır, hakikati öğrenmek isteyen bu internet çağında kendi girer bakar! Bu tutum ancak yaz aylarında, Beşşar Esad’ın devrimi ne bastırabileceği, ne de yatıştırabileceği ortaya çıkınca değişti. O zamandan beri, başta Türkiye, ardında Katar ve Suudi Arabistan, onların ardında da emperyalist Avrupa ve ABD (elbette İsrail’in de desteğiyle) Suriye devrimini tehlikesiz biçimde söndürmek için Esad’ı yıkmanın hazırlığını yapıyor. Rejimi zor anında yakalamışken de, 2009’a dek Tayyip Erdoğan’ın aracılığıyla yürüttükleri Suriye’yi İran’dan koparma planını şimdi zor ve tehditle gerçekleştirmeye yöneliyorlar. Amaçları o kadar açıkça devrimi durdurmak ki, Esad’ın (ve katil kardeşlerinin) görevden alınması ve Suriye’nin İran’ın karşısında konumlanması halinde Baas rejiminin devamına bile razı olabilirler. Aşağıda, devrimin birinci yılında Suriye’de çeşitli odakların karşılıklı güç dengesini analiz eden ve devrimcilerin görevlerini sergileyen bir yazı yayınlıyoruz. Bu yazının daha kısa bir versiyonu, Gerçek gazetesinin Mart sayısında yayınlanmıştır.

Esad'ın etrafındaki çember giderek daralıyor. Suriye toplumu devrimin ateşi içinde ve emperyalizmin basıncı altında, geleneksel mezhep farklılıkları bir yana bırakılırsa, temelde dört kampa bölünmüş gibi duruyor

Kamplardan biri kendi kaderini diktatör Beşar Esad'a kopmazca bağlamış Suriye burjuvazisinin hakim kanadıdır. Kitleleri demir bir mengene içine kıstırıp her türlü siyasal ve ekonomik hak arama girişimini bastıran kırk yıllık diktatörlüğün sefasını sürenler işte bunlar: işleri sekteye uğramasın diye Golan'ı Siyonist İsrail'e terk edenler, Türkiye'nin arabuluculuğuyla İran'la araya mesafe koyup emperyalizmle uzlaşmanın yolunu arayanlar, aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyip içip zenginleşenler. İçlerinde Sünnisi de var Nusayrisi de, Dürzisi de, Hıristiyanı da. Onların toplumsal hegemonyası altındaki bir halk kitlesi de doğal olarak Esad'ı destekliyor.

İkinci kamptaysa Esad'ı devirmek için her yolu meşru görüp geleceğini emperyalistlerden gelecek desteğe bağlamış işbirlikçiler mevcut. Müslüman Kardeşler ve sürgündeki Esad muhalifi burjuvalar bunların siyasi temsilcisi konumundalar. İçeride, kırda ve kentte yoksullukla boğuşanlar ve İslama sığınmış bir küçük burjuva güruhu bu kesimi destekliyor. Bu kanadın emperyalizmle işbirliği içinde hareket etmesi ve dini azınlıkları görmezden gelen İslamcılığı, Suriyeli emekçileri Esad'ın kucağına iten ana faktörler.

Üçüncü kampta Kürtler var. Suriye nüfusunun yüzde onunu oluşturan Kürtler bu siyasi kargaşadan en fazla kazanımla çıkmanın hesabı içindeler. Kürtleri temsil eden siyasi güçler içinde PKK çizgisindeki PYD ve Barzanici gruplar en kuvvetli unsurlar olarak duruyor. Devrimin başladığı günlerde Kürtler de can kayıplarının yaşandığı eylemler düzenleyerek kimi kazanımlar elde etmişlerdi. Suriye vatandaşlığı bile olmayan on binlerce Kürt bu eylemlerin ardından vatandaşlığa alınmışlardı. Şimdi Kürtler hem Esad'a hem de karşıtlarına mesafeli duruyorlar.

Dördüncü kampta ise devrimi başlatan Suriyeli mülksüzler var. İsyanın ateşi içinde eylemleri koordine etmek ve siyasi taleplerini oluşturmak için kendi demokratik organlarını kuran devrimciler hala emperyalizmin Türkiye veya Arap Birliği aracılığıyla ya da doğrudan askeri müdahalesine karşı çıkıyorlar. “Suriye'nin başındaki diktatörü devirmek Suriyelilerin işidir” diyen bu kesim, kimi açıklamalarında kolay kazanılmayan bağımsızlıktan taviz vermemek için Esad'a karşı savaştıkları gibi emperyalizme karşı da savaşacaklarını belirtmişti. Bu grup ne yazık ki Halep ve Şam gibi büyük kentlerdeki işçilerin ve emekçilerin desteğini tam olarak arkasına alabilmiş değil.

İslamcılığın emperyalizmle imtihanı

Esad'a emperyalizm tarafından devrimi durdurması için tanınan süre doldu. Esad'la devam etmenin mümkün olmadığını gören emperyalistler esasen işbirlikçi Müslüman Kardeşler, Özgür Suriye Ordusu ve sürgündeki Esad muhaliflerinin birleşik örgütü Suriye Ulusal Konseyi ile  ilişki içerisinde. İçerideki destekçileri Esad'ı zayıflattıkça devrimcilerin de onlarla aynı safa çekilebileceğini hesap ediyorlar. Ancak hem Esad'ı destekleyen kitleler hem de devrimciler emperyalist saldırganlığa karşı durdukları için saldırı gününün henüz gelmediğini düşünüyorlar. Başka türlü söylenecek olursa Suriye'yi emperyalist müdahaleden koruyan devrimdir, devrimcilerin henüz emperyalizmle işbirliğine girerek yozlaşmamış olmasıdır.

Öte yandan Müslüman Kardeşler emperyalizm ve Siyonizm ile pazarlık alanını bir adım daha genişletmiş gibi duruyor. Hamas ve el Fetih yakınlaşması Filistinlilerin durumdan yararlanmak için kendi aralarındaki ayrımları bir kenara bırakması olarak okunabilirdi. Ancak bu, pek ala, Filistin’de kökeni Müslüman Kardeşler’e dayanan Hamas'ın  evcilleştirilmesi karşılığında Suriye'nin geleceğinde çok daha fazla söz sahibi olması noktasında bir pazarlık olarak da yorumlanabilir. Son dönemde Hamas'ın kendi içinde iki kanada ayrılması daha çok bunun sonucu gibi duruyor.

Ortada böyle bir pazarlık varsa ve Suriye'de Müslüman Kardeşler iktidara gelirse bunun kaybedeni İran kazananı ise İsrail olacaktır. Hizbullah'a destek veren Esad'ın sahneden çekilmesi Lübnan'da İsrail'in elini güçlendirmekle kalmayacak bunun ardından Irak'ta İran'a yakın duran Şii iktidarın zayıflatılması gelecektir. Bütün bunlar İran savaşının tarihini yakına çekecektir. Türkiye'nin alkışlar eşliğinde Suriye'ye, İsrail'in ise bir iki göstermelik protestonun ardından İran'a saldırması olasıdır. Bu, Müslüman Kardeşler nezdinde İslamcıların, görünürde ellerini kirletmeden iktidara uzanması, tabii bu sırada emperyalizmin işinin görülmesi anlamına gelir.

Ortadoğu'da emperyalizmle işbirliği içindeki diktatörlüklere karşı burjuva temelde bir muhalefet örgütleyen Sünni İslamcı hareketler büyük bir sınavla karşı karşıyadır ancak bu sınavdan pek de alınlarının akıyla çıkacakları söylenemez. Anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist duruş demek ki ancak bu kadar mümkün oluyormuş.

Suriye savaşında devrimci tutum

Emperyalizmin olası bir Suriye saldırısında bu saldırının püskürtülmesi için çabalamak gerekir. Çünkü dünya çapında var olan kapitalist düzenin devamlılığını ve olağan işleyişini emperyalizm denen uluslararası sistemi sağlar. Dolayısıyla emperyalizmin planlarının işlememesi uluslararası işçi sınıfının çıkarınadır. Üstelik küçük bir devletin, bu durumda Suriye, emperyalizm tarafından tehdit edilmesi ve savaş, o ülkede devrim dinamiklerini kuvvetli biçimde harekete geçirecektir.

Savaş durumunda Suriyeli devrimciler emperyalistlerle işbirliği içerisindeki güçlerle tüm ilişkilerini koparmalıdırlar. Devrimciler, Kürtlere, Nusayrilere, Hıristiyanlara, Dürzilere her türlü siyasal haklarının tanınacağına dair güvence vermeli, ayrıca Esad'a kalkan sopa sömürgeci emperyalist güçlerden ya da onların taşeronlarından esirgenmemelidir. Attıkları her kurşun ve indirdikleri her düşman askeriyle verecekleri direniş emekçi kitleleri yanlarına çekecektir. Bu durumda süreci şimdiye kadar izlemekle yetinen işçi sınıfının kendilerini yıllarca ezmiş Esad'ın peşinden gitmek için sebebi kalmaz.

Esad sülalaesi, Suriye'nin patlayıcı çelişkilerini bugüne kadar zor yoluyla bastırıp denetim altına almanın dışında bir yöntem önerememiştir. Dolayısıyla hiçbir önemli dönemeçte Esad Suriye'yi birleştirecek özne olamayacaktır. İşgale karşı savaşırsa bu önemlidir elbette, ama işçi sınıfı ve devrimciler, Esad’a politik destek vermeden birleşik cephe taktikleri gütmelidir. Yeni bir Suriye ancak işçi sınıfının emperyalizme karşı direnişi ve rejimin tepesine çöreklenmiş asalakların saltanatını yıkması ile kurulabilir. Kalan bütün çözümler -ister devrimi bastıran Esad'ın yeniden ülkenin hakimi durumuna gelmesi, isterse emperyalizmin zaferi- gerici sonuçlara gebedir.

Bu tabloda görünen odur ki Esad'a verilecek politik desteğin ne uluslararası işçi sınıfına ne de Suriye emekçilerine bir faydası olacaktır. Emperyalizme karşı çıkmak için Esad'ın anti-emperyalist ve Siyonizm düşmanı, Kaddafi'nin halkçı, Saddam'ın Filistin dostu, Miloşeviç'in komünist, Taliban'ın ılımlı, Hizbullah'ın özgürlükçü, el-Kaide'nin enternasyonalist olduğu yalanını yaymaya gerek yoktur. Hatay’daki mitingde Halk Cephesi’nden ÖDP’ye ve TKP’ye Beşar Esad’ın fotoğraflarının taşınması, acıklı bir durumdur. Türkiye solu, karşı devrime destek vermeden anti-emperyalist olabilmeyi öğrenmelidir. Yapılması gereken, tam tersine, bu burjuva önderliklerin zaafları gözler önüne serilmek suretiyle işçi sınıfına kendi yolunda yürümesi, lazım gelirse bu önderliklerle birlikte ama bayrakları karıştırmadan emperyalizme karşı savaşması gerektiğinin anlatılmasıdır.

Hem Suriye'nin, hem İran'ın, hem de Arap Devrimi'nin devrimci politikaya bugün her şeyden çok ihtiyacı var. Sosyalistler altmış beş yıldır zamanında Ortadoğu'da SSCB ile iyi geçinmiş, “ilerici” Arap diktatörlerinin payandası olmasaydı bu politikayı hayata geçirmek daha kolay olurdu. Ama bugün bu görev, hem de olanca ağırlığıyla, tarihin acı derslerini kavramış devrimci Marksistlerin omzundadır.