Ortadoğu mezbahası: Bu daha başlangıç!

Mısır’da askeri darbe yönetiminin meydanları işgal altında tutan sivil halkı katletmesinin yarattığı tepki daha dinmeden bu sefer Suriye’den yüzlerce, belki de binlerce yetişkin, çocuk ve bebeğin ölülerinin fotoğrafları ve videoları dünyanın ve bölgenin halklarının yüreğine acı saldı. Lübnan’da ardı ardına patlayan bombalar halka dehşet saçıyor. Ortadoğu bir mezbahaya dönüşüyor. Bu mezbahada, bizim Haziran-Temmuz aylarında yitirdiğimiz beş değerli canımız ya da Tunus’ta suikasta kurban giden iki sol parti önderi, sayıların ağırlığıyla ikinci planda kalıyor. Bu mezbahayı kim kurdu, kim finanse ediyor, kim çıkar sağlıyor? Ortadoğu’nun kralları, emirleri, şeyhleri, mollaları, askeri rejimleri, sözde demokrasileri. Ve hepsinin ardında emperyalizm ve onun müttefiki Siyonizm. Ortadoğu hâkim sınıflarının kurduğu mezbaha, gücü zayıflamış, ne yapacağını bilemez durumdaki emperyalistlere işleri yeniden ellerine alma olanağı yaratıyor. Suriye’ye saldırmaya cesaret edemeyen emperyalistler şimdi hazırlıklarını yapmaya başladılar. Bu kanlı oyunu kim bozar? Her ülkede siyasi bağımsızlığını elde etmiş işçi sınıfı, yanına yoksulları, kadınları, gençleri, ezilen ulus ve dinleri alır, Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’nu kurar, mezbahacılar işsiz kalır! Ortadoğu’nun hâkim sınıfları, “ya sosyalizm, ya barbarlık!” şiarını adım adım bugünün, somut anın sloganı haline getiriyor.

“Yaşasın ölüm!”

Büyük devrimci dönemler her zaman karşı devrimlerle ve iç savaşlarla iç içe örülmüş olarak gelişir. Bu, Arap devrimi için de geçerli oldu. Daha erken bir aşamada, Libya önce bir hâkim sınıf içi aşiretler ve bölgeler arası çıkar savaşı olarak başladı, emperyalizmin askeri müdahalesiyle birlikte Arap dünyası çapında bir karşı devrime dönüştü. İlk barbarlık da o zaman ortaya çıktı. Kaddafi linç edildi, cesedi çöl sıcağında günlerce köpek leşi gibi ortaya atıldı, bekletildi! Ardından, Suriye’de mülksüzlerin ayaklanmasını Esad aracılığıyla durduramayacaklarını anlayan emperyalist güçler ve bölge gericileri (başta Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye) mülksüzlerin isyanını bir mezhep savaşının sıçrama tahtası yaptılar, Suriye’yi en büyük mezbaha alanına çevirdiler. Abartma payı ne olursa olsun, Suriye’de olaylar başladıktan iki buçuk sene sonra 100 bin ölüden söz ediliyor! Mısır Suriye’nin yanında şimdilik küçük ölçekli sanayi! Mübarek’in askeri polisi 18 günde binin üzerinde devrimci öldürmüştü. Tantavi’nin Yüksek Askeri Konseyi bir buçuk yılda bir o kadar. Mursi bir yılda bunun yarısı. Şimdi Sisi iki ay dolmadan hepsini katladı. Her boy ve soydan karşı devrimci, başta devrimcileri, sonra da birbirlerini boğazlıyor!

Bütün “mezbahaların anası” tabii ki Irak! Daha Arap devrimi başlamadan önce, 2003 ile günümüz arasında, ABD işgali sırasında da, sonrasında da mezhep savaşı, camilerde, dini bayramlarda, pazaryerlerinde patlayan bombalarla, feda eylemleriyle yüz binlerin canını aldı. Daha da geri gidebiliriz: 1980-1989 arasında İran-Irak savaşında ölü sayısı bir milyon olarak verilir. Türkiye devletinin Kürtlerin haklarını teslim etmektense sürdürmeyi tercih ettiği kirli savaş 40 bin ya da daha fazla can aldı.

Tayyip Erdoğan İsrail cumhurbaşkanına Davos’ta “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” demişti. Kim öldürmeyi iyi biliyormuş? Siyonist katillerin yaptığı, Müslüman’ın Müslüman’a ettiğinin yanında gölgede kalacak yakında! Ortadoğu hâkim sınıfları, İspanyol faşistleri gibi haykırıyorlar sanki: “Viva la muerte!” Yani “Yaşasın ölüm!”

Ağlaşmayı bırakın, bataklığa bakın!

Türk solu da, Kürt hareketi de her katliamda insanlık adına katilleri kınamayı politikanın yerine koymaya başladı. Oysa her bir katliam kendi başına önem taşımasına taşıyor, ama uzun bir sürecin parçası olarak ortaya çıkıyor aynı zamanda. Yarın çok daha büyükleri gelecek ve belki de bugün ah vah eden taraf yapacak o daha büyük katliamı. Bugün Sisi’yi Müslüman Kardeşler’in (İhvan’ın) taraftarlarını öldürdü diye kınarsınız, yarın İhvan Suriye’de iktidara gelir, Alevileri keser, onu da kınarsınız. Ama bu politika olmaz, insan hakları dernekçiliği olur. İnsan hakları dernekçiliği sadece insan hakları dernekleri yaparsa iyi bir şeydir. Siyasi partiler yaptığında, onlar siyasetten istifa etmiş sayılırlar!

Yapılması gereken, bu katliamların ardında hangi faktörlerin yattığını anlamak ve bunlara karşı mücadele etmektir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bu faktörler şöyle özetlenebilir:

·         Mezhep savaşı: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’den oluşan bir ittifak, İran’ın Ortadoğu’da gücünü kırmak, mümkünse Şii rejimi devirmek amacıyla bütün bölgede Sünni-Şii ve onun türevi olarak Sünni-Alevi mezhep savaşını kışkırtıyorlar. Suriye iç savaşı büyük ölçüde bunun ürünü. Bu savaş yarın kontrolden çıkabilir. O zaman bugünleri mumla ararız!

·         Karşı devrimin devrime karşı açtığı savaş: Arap devrimi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın bütün gerici ve karşı devrimci güçlerini harekete geçirmiştir. Bu güçlerin hepsinin ardında ya yükselen İslamcı burjuvazi (en belirgin olarak Türkiye ve Mısır’da), ya Batıcı-laik burjuvazi (yine aynı ülkeler ve Tunus), ya petrol rantiyesi bir kast, ya da hepsi birden bölgenin hâkim sınıfları vardır. Bunların en güçlüleri ve kararlıları Suudi Arabistan, kendi ülkesinin yanı sıra, Bahreyn, Yemen, Suriye ve Mısır’a doğrudan el atmıştır.

·         Batıcı burjuvazi ile İslamcı burjuvazi arasındaki mücadele: Türkiye, Mısır ve kısmen Tunus’ta her geçen gün daha berrak biçimde görülmektedir ki, burjuvazinin iki fraksiyonu iktidar savaşında birbirlerine girmiş durumdadır.

·         Suudi-Katar çelişkisi: Körfez’in yükselen gücü Katar, hemen hemen her Arap ülkesinde (en başta Mısır, Tunus, Suriye, Yemen) İhvan’ı destekleyerek Arap devriminden kazançlı çıkmaya ve Ortadoğu’daki Suudi üstünlüğüne karşı bir ağırlık oluşturmaya çalışmaktadır.

·         Güçlü ulusların çıkarları: Ortadoğu’da dört ülke ve bir yükselen güç (Türkiye, İsrail, İran, Suudi Arabistan ve şimdi denkleme katılmakta olan Katar) ile bütün Arap dünyasının her bakımdan merkezi olan Mısır arasındaki beşli (ya da altılı) güç rekabeti, bu büyük sarsıntıların arkasındaki esas dinamiktir.

·         Aşiret savaşları: Libya’da, Yemen’de, Ürdün’de, ama bazen Mısır gibi en gelişmiş ülkelerde bile (Sinai, Yukarı Mısır) aşiretlerin kendilerine özgü çıkarları çok büyük rol oynuyor.

·         Emperyalizm ve Siyonizm: Emperyalizm ve Siyonizm her ne kadar bölgede zayıflayan bir konumdaysa da Arap devrimi başta olmak üzere bölgede ilerici hangi hareket varsa hepsinin baş düşmanıdır. Emperyalizm ve Siyonizm bölgeyi tekrar kontrol edebilmek için daha önce Afganistan, Irak ve Lübnan’da başarısız olan askeri operasyonlarının yerine bölge halklarının birbirine düşürüldüğü gerici iç savaşları desteklemektedir. Ortadoğu’da mezhep savaşını İran’a karşı koz olarak kullanmaktadır. Emperyalizm Libya’da olduğu gibi bu gerici iç savaşlara gerektiğinde hava desteği sağlamaktan, hatta daha ileri giderek kara savaşı başlatmaktan geri durmayacaktır.

İşçinin-emekçinin yolu

Bütün bu çelişkiler büyük ölçüde iç içe geçiyor. Ortadoğu’da ve Akdeniz’de uluslararası bir iç savaş şekilleniyor. Bu iç savaşın görünürde iki tarafı var: Batıcı-laik kamp ile İslamcı kamp. Türkiye’de MÜSİAD/TUSKON ile TÜSİAD burjuvazileri ve onların siyasi güçleri. Mısır’da geleneksel burjuvazi ve ordu ile İhvan’cı yükselen sınıflar. Tunus’ta Burgiba burjuvazisi ile yeni yetme İslamcı hâkim güçler. Suriye’de Esad’ın karşısında her renkten İslamcılar.

Oysa yakından bakıldığında durum hiç de öyle değil. Emperyalist Batı gericiliğin başlıca kaynağı olma özelliğini sürdürmekle birlikte şaşkınlık içinde desteğini bir o yana, bir bu yana verdiği için rolü öylesine berrak değil. İslamcılar ise bazı yerlerde birleşiyorlar, ama bazı yer ve anlarda birbirlerinin gözünü oyuyorlar. Bu bazen İslamcıların başka İslamcıları ezmeleri için laiklere destek vermesi biçimini bile alıyor (Mısır’da Suudilerin İhvan’ı ezmesi için Sisi’yi desteklemesi gibi; Türkiye’de “Hoca Efendi”nin sadece 12 Eylül’ü değil, 28 Şubat’ı da desteklemesi gibi.) Laik-İslamcı çatışmasının hiçbir anlam ifade etmediği ülkelerde, en başta Irak’ta, ama kısmen Suriye ve Lübnan’da mezhep savaşı çok daha büyük ağırlık taşıyor. Libya’da ve Yemen’de aşiret savaşları her şeyin önüne geçebiliyor. Suudi-Katar çelişkisi, bu iki ülkenin elindeki büyük finansal güç dolayısıyla her şeye damgasını vuruyor.

Bütün bu çelişkiler hâkim sınıflar arasında tek tek ülkelerin, mezheplerin, sınıf fraksiyonlarının, aşiretlerin çıkarlarının savunulmasının ürünü. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın, daha geniş anlamda Akdeniz’in geleceği bu çıkarlara teslim edilirse, bölgenin tamamı mezbaha haline gelecektir. Emperyalizmin Suriye’ye açacağı bir savaş bu katliamın çözümü değildir. Bu tür bir savaşa karşı çıkılmalı, engellenmelidir. Tek çıkar yol, işçilerin ve emekçilerin bütün hâkim sınıf kamplarından bağımsız bir güç oluşturmasını sağlamak, bu gücün ezilenlerle (kadınlar, gençler, ezilen din, mezhep ve uluslar) güçbirliğini oluşturmak, bölge çapında dayanışma ağlarını geliştirmek, bütün bugüçleri nihai olarak bir devrim cephesine toplamaya çalışmak, varolan hâkim sınıf devletlerinin yerine işçi-emekçi hükümetleri ve proletarya devletleri kurmaktır.

Baş müttefik güney Avrupa proletaryası

2011’de Akdeniz’in güneyini ve doğusunu saran devrim ateşi, Kürdistan (Rojava) ve Türkiye’ye de (halk isyanı) sıçradı. Ama çelişkili biçimde şimdilerde yükselen karşı devrim ve iç savaştır. Büyük devrimci dalgalarda böyle iniş çıkışlar kaçınılmazdır. Kaçınılmazdır, ama tedbir almak, halkın çıkarlarını bu gericilik dalgasına karşı korumak gerekiyor.

İşçinin emekçinin bağımsız yolunu olanaklı kılan çok önemli bir faktör, Akdeniz’in kuzeyinde, yani güney Avrupa ülkelerinde sınıf mücadelelerinin çok yüksek bir seyir gösteriyor olmasıdır. Yunanistan 2010’dan beri sınıf mücadeleleriyle çalkalanıyor. Yine bu ülke ve İspanya, 2011’de bizim Haziran ve Temmuz aylarında yaşadığımıza benzer bir “öfkeliler” ya da “meydanlar” hareketi yaşadı. Portekiz, İtalya, Slovenya, Bulgaristan, Romanya değişik aşamalarda büyük kitle eylemleriyle sarsıldı. Avro bölgesinin büyük krizi derinleştikçe bu mücadelelerin artarak devam edeceği söylenebilir.

Öyleyse, Akdeniz devrimci havzasını tek bir cephede birleştirelim. Kuzeyin sınıf örgütlerinin gücüne doğunun ve güneyin devrimci ateşini katalım. Hep birlikte mezbahanın kapısına kilit vuralım! Emeğin hâkimiyetinde bir özgürlük ve barış dünyasının temellerini atalım!