Türk-İş 1 Mayıs’ı bölmek istedi, kendi bölündü!

Şu çarpıcı bir olgudur: dört konfederasyon, yani Türk-İş, Türkiye Kamu-Sen, Hak-İş ve Memur-Sen Taksim’den çekildiği halde, Taksim kutlaması zayıflamak bir yana geçtiğimiz iki yıla göre daha da güçlü bir 1 Mayıs’a tanık olmuştur!

1 Mayıs 2012’nin en önemli yanı Türk-İş’in başkanı Mustafa Kumlu’nun büyük bir yenilgi tatması. Bilindiği gibi, Türk-İş başkanı, çeşitli bahaneler göstererek konfederasyonunun bu yıl 1 Mayıs’ı İstanbul Taksim’de başka konfederasyonlarla (DİSK, KESK vb.) birlikte kutlamasına engel oldu. Bunun ardında, son iki yıldır Taksim’de yapılan kutlamaların burjuvaziyi ve AKP hükümetini rahatsız etmiş olması olduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. 2010 ve 2011 1 Mayıs’ları bütün işçi ve kamu emekçisi sendikalarını bir araya getirmişti. Üstelik, çok büyük bir kitleyi yıllarca yasaklanmış o meydana cezbetmişti. Ayrıca Gerçek’in geçen yıl altını çizdiği gibi, işçi sınıfı ilk kez Kürt halkını tam anlamıyla bağrına basmıştı. Bütün bunların hâkim sınıfları ve hükümeti rahatsız etmemesi mümkün değildi. Buna bir müdahalede bulunulması kaçınılmazdı. İşte AKP’nin Türk-İş’teki adamı Mustafa Kumlu’nun yaptığı operasyon, tam da bu birlik içinde ortaya konulan güçlü tabloyu engellemeye yönelikti. Ava giden avlanır! Bu operasyon büyük bir hüsranla bitmiş, Türk-İş yönetimi, 1 Mayıs’ı bölmek isterken kendisi bölünmüştür!

 

Manzaraya bakın. Türk-İş’in Sendikal Güçbirliği çerçevesinde bir araya gelen on sendikası, konfederasyonun Taksim’de bulunmama kararını bütünüyle görmezlikten gelerek DİSK ve KESK’in yanında yer alıyor. Bunun anlamı büyüktür: Kumlu ateşle oynuyor; Türk-İş’i hükümetin sadık destekçisi haline getirerek bugün meydanlarda bölüyor, yarın örgütsel olarak bölünmesi riskini arttırıyor. Ama iş Sendikal Güçbirliği ile de bitmiyor. Konfederasyonun bütün Marmara ve Trakya şubelerini Bursa’ya çağırmış olmasına rağmen, Güçbirliği’nin dışında Harb-İş’in İstanbul’daki şubeleri, Selüloz-İş’in İstanbul şubesi, Yol-İş İstanbul 1 No.lu şube, Haber-İş, Liman-İş, BASS hepsi Taksim’deki kutlamalara katıldılar. Ayrıca, çok değerli bir şey oldu Taksim’de. Hey Tekstil’den GEA’ya dek birçok direnişçi işyerinden işçiler Taksim meydanında sınıf kardeşlerine ve halka seslendiler. Yani Türk-İş yoktu ama direnen işçiler vardı!

Taksim, Türk-İş’e bir ikinci bakımdan da ders vermiş oldu. Şu çarpıcı bir olgudur: dört konfederasyon, yani Türk-İş, Türkiye Kamu-Sen, Hak-İş ve Memur-Sen Taksim’den çekildiği halde, Taksim kutlaması zayıflamak bir yana geçtiğimiz iki yıla göre daha da güçlü bir 1 Mayıs’a tanık olmuştur! Bunda bir yandan sendikaların, en başta Birleşik Metal’in, Petrol-İş’in, Eğitim-Sen’in güçlü kortejlerle ağırlıklarını hissettirmeleri, ikinci olarak Kürt hareketinin eski yıllara göre çok daha kitlesel varlığı, nihayet belli bir kortejde yer almayan, 1 Mayıs’a kendi başına katılan halk kitlelerinin güçlü mevcudiyeti rol oynamıştır. Bu, bir bakıma, işçi sınıfı ile geniş halk kitlelerinin Türk-İş bürokrasisine bir cevabıdır.

Türk-İş  bürokrasisinin uğradığı hezimetin bir başka boyutu daha var. Bilindiği gibi, konfederasyon yönetimi merkezi kutlamayı önce İzmir’de yapacağını açıklamıştı. Sonra sıraya Zonguldak girdi. En sonunda Bursa’da karar kılındı. Türk-İş’in üç kent arasında yaşadığı kararsızlık, aslında koskoca konfederasyonun kendine güvenemediğini gösteriyor. Şayet İzmir’de kutlama yapılacak olsaydı, Türk-İş’in karşısında DİSK, KESK, meslek örgütleri ve sosyalist soldan oluşacak bir alternatif miting olacaktı. Bu ikinci mitingin Türk-İş mitinginden daha güçlü olması, Türk-İş için utanılacak bir yenilgi olurdu. (İzmir’de Gündoğdu Meydanı’nda sonuçta ortaya çıkan manzara bu tehlikenin ne kadar büyük olduğunu sonradan kanıtlamış bulunuyor.) Türk-İş’in bu riski alamaması kendi başına Türkiye’nin en büyük konfederasyonu için utanılacak bir şeydir. Öte yandan, İzmir’in yerine üzerinde durulan iki kentin ortak bir özelliğinin de dikkat çekmemesi mümkün değildir: Zonguldak da, Bursa da DİSK’in mevcudiyetinin zayıf olduğu, Türk-İş’in işçi hareketi içinde göreli olarak rakipsiz olduğu kentlerdir. Türk-İş yönetiminin en son Bursa’da karar kılması ise çok anlamlıdır: Konfederasyon yönetimi, Bursa’da binlerce Bosch işçisini DİSK Birleşik Metal’e kaptırmış olan sarı sendika Türk Metal’e kol kanat germek istemiştir. Korkunun ecele faydası olup olmadığını önümüzdeki aylarda ve yıllarda göreceğiz. Ama bir noktayı da hatırlatmadan geçmeyelim: Türk Metal’in başkanı Pevrul Kavlak, Türk-İş’in genel sekreteridir; Birleşik Metal’in başkanı Adnan Serdaroğlu ise DİSK’in genel sekreteri! Anlaşılan Türk Metal başkanı intikam hırsı ile işçi hareketinin 1 Mayıs’ta bölünmesine katkıda bulunmuştur!

Türk-İş konusunu geride bırakmadan bir başka noktaya da değinmekte yarar var. 2009 1 Mayıs’ında Türk-İş Taksim mücadelesi yerine Kadıköy’de olmayı seçtiğinde birtakım siyasi gruplar, bu arada devrimci Marksist gelenekten etkilenmiş bazı gruplar da, Taksim mücadelesinin anlamsız olduğu ve  “işçi sınıfının bağrında olmak” gerektiği gerekçeleriyle Kadıköy’e gitmişlerdi. Sonra ertesi yıl 1 Mayıs’ın birlik içinde  Taksim’de kutlanacağı belli olunca, aynen Türk-İş bürokrasisi gibi, başkalarının mücadelesiyle kazanılmış Taksim meydanına tıpış tıpış geldiler. Şimdi bu yılın bölme operasyonundan sonra sormak gerekiyor: “İşçi sınıfının bağrında olmak” gerekçesiyle kaç kilometreye kadarTürk-İş bürokrasinin kuyruğundan gitmek gerekir? Türk-İş yönetimi sendikaları bütün Marmara ve Trakya bölgeleri için Bursa’ya çağırdı. Ama biz eskiden Kadıköy’e gitmenin “sınıf politikası” olduğunu söyleyenleri nedense Taksim’de gördük. Ne oldu, Türk-İş bürokrasisi eskiden kayıtsız koşulsuz işçi sınıfı idi de şimdi durum mu değişti?

Halkların işçi sınıfı bağrında birleşmesi

Taksim’deki 1 Mayıs’ın ikinci bir önemli yönü, geçen yıl başlayan eğilimin bu yıl olgunlaşması, Türkiye işçi sınıfının en güçlü olduğu kentte, uluslararası ve yerli burjuvazinin bu ülkedeki kalbi olan kentte, Kürt halkını, hatta giderek bütün öteki halkları da bağrına basmış olmasıdır. Görülüyor ki, bu yaklaşım derinleştikçe ve kök saldıkça, Kürt kitleleri de yüzlerini artan ölüçüde işçi sınıfına çevireceklerdir.

Nitekim, İstanbul 1 Mayıs’ının geçen yıl  bu önemli günün tarihinde ilk kez çokuluslu bir karaktere bürünmüş olması, bu yıl sadece İstanbul’da değil, her yerde Kürt hareketinin ve Kürt halkının 1 Mayıs’a eskisinden çok daha fazla sarılmasına yol açmıştır. “Newroz coşkusu ile 1 Mayıs” şiarı, bölgede kitlesel katılımlarla sonuçlanmış, Diyarbakır (Amed) 32 yıl sonra, yani 12 Eylül’den bu yana ilk kez kitlesel ve coşkulu bir 1 Mayıs’a sahne olmuştur. Sadece Diyarbakır mı? Hakkâri (Colemêrg), Bedlîs (Bitlis), Kars (Qers), Ağrı (Agirî), Muş (Mûş), Iğdır (Îdir), Tunceli (Dersîm), Batman (Êlîh), Siirt (Sêrt), Mardin (Mêrdîn), Şırnak Silopi (Şirnex Sîlopya), Van (Wan), Urfa (Riha) ve Malatya (Meletî) hep 1 Mayıs’ın değişik katılım düzeylerinde, ama kitlesel olarak kutlandığı merkezlerdi.

Ama sadece Kürt halkı değil, sadece Taksim değil. 1 Mayıs görülebildiği kadarıyla bu kez bütün Türkiye’de önceki yıllara göre çok daha kitlesel bir katılımla, çok daha coşkulu biçimde kutlanmıştır. Ankara ve İzmir bu konuda dikkati çeken bir atılım sergilemiş bulunuyor. Türkiye’nin emekçi halkının işçi sınıfının uluslararası mücadele gününde böyle bir kitlesellik sergilemesinde, Mısır’dan Yunanistan’a bölge işçi ve emekçilerinin ayağa kalkmış olmasının mutlaka bir derecede etkisi olmuştur.

Massetme çabasında yeni bir evre

1 Mayıs’ın yeniden Taksim’de kutlanmaya başlamasıyla birlikte burjuvazi bütün organlarıyla (devlet erkânı, muhalefet politikacıları, medya, hatta TÜSİAD!), bu günü herkesin ortak bayramı gibi göstermeye, sıradanlaştırmaya, “normalleştirme”ye girişti. 2010’a damgasını vuran Cumhurbaşkanı Gül’ün “hepimiz emekçiyiz” vecizesi idi. 2011’de yılın saçmalığı ödülü TÜSİAD’ın kutlama bildirisine gidiyordu. Bütün bu çaba, nasıl ezilen cins kadının dünya çapında ezilmişliğini haykırdığı 8 Mart bir sevgililer günü ya da anneler günü derekesine indirilmeye, Kürt halkının mücadele azminin her bahar yeniden bilendiği Newroz valilerin, generallerin ateş üzerinden atlama egzersizleri yaptığı resmi “Nevruz”lara dönüştürülmeye çalışılıyorsa, 1 Mayıs’ın da herkesin kucaklaştığı bir bayram haline getirilebilmesi çabasıydı.

Bu sene özellikle yazılı basının bu yönde gösterdiği, takdir edilmesi gereken büyük çaba, insana “bunu kim koordine etti?” dedirtecek kadar tek sesli bir tablo yaratıyor. Hürriyet, 1 Mayıs’ı internet sitesinden naklen yayınlıyor, sonra 2 Mayıs’ta “Naklen 1 Mayıs” başlığını atıyor. Manşetlere bakılacak olursa, Radikal ve Vatan için “Herkesin bayramı”, Habertürk için “Rengârenk 1 Mayıs”, Yeni Şafak için “En güzel 1 Mayıs”. Siyasi eğilim farkına rağmen burjuvazinin bu uyumlaştırılmış yaklaşımı, mühendisliğin daha üst bir düzeyde yapıldığını düşündürüyor.

Bu senenin özgün çıkışı, Diyanet İşleri Başkanı’ndan geldi. Başkan da bazı hadislere referansla işçilerin ve emekçilerin 1 Mayıs’ını kutladı. Sahiplenip sivri yanları törpüleme operasyonu böylece bir adım daha ileri taşınıyordu.

Bu massetme operasyonuna AKP’nin sırasıyla işçi (Hak-İş) ve memur (Memur-Sen) bürosu olarak görev gören iki konfederasyondan özel bir destek geldi. Bunlar Türk-İş’in Taksim’den kopuşunu kendilerine gökten düşmüş bir armağan gibi belleyerek hükümetin işçi hareketinin bölünmesinden duyduğu memnuniyeti arttırdılar. Bunun mantıksal sonucu olarak da, Ankara’da kendi kutlamalarını yaptılar, Çalışma Bakanı Faruk Çelik’i de en mühim  konuşmacı olarak davet ettiler. Böylece, massetme operasyonunda ileri bir adım atılmış oldu. Daha önceki çabalar yumuşatma yoluyla toplumsal yaşamın olağan bir parçası haline getirme iken, şimdi 1 Mayıs’ın devletleştirilmesi yönünde bir adım atılmış oluyor.

Ama bu olgu sadece 1 Mayıs’tan rahatsız olan burjuvazinin ve onun hükümetinin 1 Mayıs’a ilişkin bir politikası değil. Hak-İş’in ve Memur-Sen’in dalkavukluğundan da görülebileceği gibi, AKP’nin sendikal harekete hâkim olma startejik yönelişinin bir ifadesi aynı zamanda. Gerçek bunun Türkiye sendikal hareketinin başındaki en büyük güncel bela olduğuna daha önce de işaret etmiştir. Bu evrede bu konuda yakalanacak halka, Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu’dur. Kumlu’nun devrilmesi, AKP’nin projesini kendi yandaşı sendikalara hapsederek zayıflatacaktır. İkinci bir aşamada o sendikaların tabanı üzerine bir mücadele başlayacaktır. Ama ilk yapılması gereken Türk-İş’i AKP’nin tasallutundan kurtarmaktır.

Müslüman değil İslamcı

2012 1 Mayıs’ının, üzerinde en çok konuşulan, burjuva basınında neredeyse magazin tarzı bir anlayışla öne çıkarılan konusu “antikapitalist Müslümanlar”ın 1 Mayıs’taki mevcudiyeti idi. 10 yıldır dinin toplumda burjuvazinin hâkimiyetini pekiştirmek ve burjuvazinin bir kanadının ötekine karşı atağını desteklemek için kullanılmasından sonra, bu gelişme tartışmasız olumlu yöndedir. Toplumun dinden derinlemesine etkilenen ve siyaseti dahi dini terimlerle ve kavramlarla düşünen kesimlerinde ezilen sınıfların bakış açısının yayılması bakımından yararlıdır. İşçi ve emekçiler sınıf mücadelesine değişik kanallardan gelirler. Kanallardan biri de bu olacaksa, bu ileriye doğru bir adım olarak görülmelidir.

Daha somut olarak, yürüyüşün Fatih Camii’nde iş kazası adı altında yaşanan cinayetlerde hayatını yitirmiş işçiler için gıyabi cenaze namazı kılınması ile başlaması kendi başına olumlu bir şeydir. Gıyabi namaz elbette çeşitli amaçlarla kılınabilir, ama siyasi alanda yaptığı çağrışım şehitler için kılınandır. Sermayenin kâr açlığının öldürdüğü işçileri, çağrışım düzeyinde de olsa şehitlerle aynı doğrultuda ele alan bir yaklaşım ortada sınıflar arasında bir savaş olduğunu ima etmektedir ki bu elbette yerindedir.

Benzer biçimde grubun kendine sözcü olarak bellediği İhsan Eliaçık’ın, 1969’da Fatih Camii’nde kılınan namazdan sonra İslamcı toplulukların Beşinci Filo’ya karşı mücadele etmekte olan solcu gençlere Beyazıt’ta saldırdığı “Kanlı Pazar”ın özeleştirisini vermesi, daha da ileri giderek bu konuda “reddi miras” yapması son derecede olumludur. İslamcı hareketin kapitalist düzenin yanında durup, hatta bu örnekte emperyalizmin fedailiğini üstlenip sola saldırmasının çarpıcı ve sembolik değeri olan bir örneğinden hareketle geçmişteki doğrultunun reddedilmesi, 1 Mayıs’taki yürüyüşü daha da değerli kılmaktadır. Ne var ki, eğer basın doğru aktardıysa, İhsan Eliaçık Kanlı Pazar gerçeğini bir ölçüde gizleyerek yapmıştır bunu. Birçok yayın organına göre Eliaçık o gün solcu gençlere “taş atılması”ndan söz etmiştir. Oysa o gün iki genç bıçaklanarak öldürülmüş, yaklaşık yüz kişi de yaralanmıştır. Yani olay “taş atma”dan çok daha vahimdir.

Sonuç olarak, sınırları ne olursa olsun, bu grubun 1 Mayıs’a katılması Türkiye’de atmosferin değişmekte olduğunu, işçi sınıfı mücadelesinin yarattığı ilginin yükselmekte olduğunu gösteriyor.

İslamı siyasi hayatta da kendine rehber edinen insanların saflarını işçi sınıfının yanında belirlemeleri olumlu olmasına olumludur, ama “antikapitalist Müslümanlar” terimi çok yanlış bir isimlendirmedir. Müslümanlar 1 Mayıs’ta ilk kez yer almıyor. Türkiye tarihinde kaç 1 Mayıs kutlanmışsa hepsinde Müslümanlar vardı. Sendika saflarında, hatta sol ve sosyalist parti ve grupların bağrında 1 Mayıs’a katılan işçilerin, emekçilerin, yoksulların, gençlerin önemli bir bölümü Müslümandır. Müslümanlığı sadece siyaseti İslamın ilkeleriyle ilişkilendirerek yapanlarla kısıtlı sunmak, bütün inananları o saflara çağırmanın gizli bir yöntemidir. Oysa biz diyoruz ki, inanan bir Müslüman bırakın  sendikaların, bal gibi sosyalizmin dahi saflarına katılabilir. Bu yüzden, herhangi bir karışıklığa izin vermemek için bu konuda açık olmalıyız: 1 Mayıs’a katılan grup “antikapitalist” ise ne âlâ, ama Müslüman olarak anılmamalı, İslamcı olarak anılmalıdır.

Hangi yoldan olursa olsun kitlelerin sınıf mücadelesine gelmesinin iyi olduğunu söyledik. Ama sınıf mücadelesinin gerçek nihai ürünü olacak bir işçi sınıfı iktidarına ulaşmak, oraya ulaşmadan önce de sınıfın haklarını tutarlı olarak ve hem dünya çapında hem de Türkiye’de sınıfı bölmeden sürdürebilmek, ancak sosyalist temellerde örgütlenen bir hareketin başarabileceği bir iştir. İslamcılık temelinde yürüyen bir hareket yarın kendini siyasi amaçlarla “sol” ya da “işçi sınıfı haklarına duyarlı” gibi göstermek isteyen bir burjuva düzen partisinde bulabilir. Has Parti İstanbul İl BaşkanıMehmet Bekâroğlu’nun Fatih Camii’nde saf tutmuş cemaat içindeki görüntüsü, bu tehlikenin somutlaşmış halidir.

Mücadele nereden başlarsa başlasın sosyalizme ulaşmadığında yarım kalır. Sosyalizm, yani işçi iktidarı yoluyla sınıfsız topluma yürüme, ancak devrimci bir işçi partisiyle mümkün olacaktır.