Kıdem tazminatı muharebesine hazırlanırken

AKP’nin kendi deyimiyle “ustalık dönemi”nin ilk icraatı, belli ki iş güvencesi açısından işçi sınıfının pratikteki en önemli mevziine göz dikmek, kıdem tazminatını kaldırmaya girişmek olacak.

Bu hakkın kaybedilmesi, Türkiye burjuvazisinin on yıllardır süren bir hayalinin gerçekleşmesi, omzundan büyük bir yükün kalkması anlamına geliyor. Peki işçi sınıfının örgütleri olarak sendikalar, konfederasyonlar bu saldırıyı göğüslemeye, sadece göğüslemek de yetmez püskürtmeye hazır mı?

AKP’nin işçi bürosu gibi çalışan Hak-İş’i bir kenara bırakırsak, Türk-İş ve DİSK için de bunu söylemek mümkün değil. Hükümetin nabız yoklama ve ısındırma hamlelerinin ardından hızlı bir taarruz sürecinin başlayacağı şimdiden belli olduğu halde, henüz her iki konfederasyon cephesinde de ciddi bir hazırlık başlamış değil. Daha da kötüsü, Türk-İş, örgütlü olduğu işyerlerindeki işçileri mücadeleye çağırmak yerine yatıştırmaya çalışıyor. 15 Temmuz’da Türk-İş genel merkezinde düzenlenen basın toplantısında Mustafa Kumlu, işçilere “kıdem tazminatı kalkacak diye paniğe kapılmayın” diyerek bu hakkın gasp edilmesine izin vermeyeceklerini söyledi. İşçiler mücadeleye atılmadan, evlerinde otururken konfederasyon yöneticilerinin bugüne kadar savunabildikleri bir mevzi oldu da, biz bilmiyoruz herhalde. Kumlu’dan öğrenmek lazım!

Kumlu’nun hesabı farklı tabii. Kıdem tazminatı bugün öyle bir noktada ki, işçi sınıfının sınırlı bir kesiminin bile bu saldırının içeriğinin farkına varması, çığ etkisi ile büyüme potansiyeli taşıyan, sendika bürokrasisinin dizginleyemeyeceği bir mücadelenin fitilini ateşleyebilir. Bu nedenle Türk-İş yönetimi başından itibaren mümkün olduğu kadar kendi kontrolünden çıkmayacak biçimde süreci yönetme, yasak savma şeklindeki eylemlerle geçiştirme eğiliminde olacağının sinyallerini veriyor.

DİSK ise özellikle tarihsel olarak kıdem tazminatı mücadelesinin merkezinde yer alan bir konfederasyon olarak o dönemin hakkını veren bir noktada değil. Kıdem tazminatının, bugün özellikle kriz dönemlerinde toplu işten çıkarmaları ciddi bir maliyet haline getirerek fiilen işçilere iş güvencesi sağladığı gerçeğini görmezden geliyor. Meseleyi “anti-demokratik çalışma yasaları”na karşı olma gibi sınıfsal temelden yoksun bir bakış açısıyla değerlendiriyor.

Hükümetin sendika istatistiklerini açıklama kozu, en çok 70’li yıllara oranla gücü kat be kat zayıflamış olan DİSK’i etkileyecektir. İstatistiklerin açıklanması, işkolu barajı üzerinden sadece yetkinin kaybedilmesi değil, sendikaların tepesine çöreklenen bürokrasi açısından elde ettikleri avantajları da kaybetmesi anlamına gelecektir. Türk-İş’e bağlı birçok sendikanın da benzer bir duruma düşmesi söz konusu olabilir. Dolayısıyla hükümetin kıdem tazminatına direnenlere karşı bu kozu oynama ihtimali var.

Buraya kadar çizdiğimiz tablo karamsar görünse de aslında değil. Çünkü işçi sınıfı saflarında işyerlerinden başlayarak sınırlı da olsa bir hareketlilik var. Bir dizi işkolunda, çeşitli yerlerde direnişler devam ediyor. İşçiler sendikal haklarına sahip çıkmak için mücadele ediyor. Bazı sendikalar, konfederasyonlarını önümüzdeki dönemde daha fazla zorlayacaklarını, konfederasyon ayrımı gözetmeksizin işçi sınıfının dayanışması ve birlikte mücadelesi için çalışacaklarını gösteren adımlar atıyorlar. Bu adımların yarıda kalmaması için, mücadele çağrısı yapan sendikaların bir an bile kaybetmeden işyerlerinden başlayarak bu mücadeleyi örmeye girişmesi ve tüm güçlerini seferber etmesi gerekir. Konfederasyon yönetimlerini köşeye sıkıştırmak, geri adım atılmasının önüne geçmek ancak o zaman mümkün olacaktır.

DİSK, konuyla ilgili olarak Türk-İş ile aynı gün gerçekleştirdiği basın toplantısında “İşçi sınıfının bugüne kadar uğrunda bedeller ödeyerek kazandığı hakların elinden alınmasına asla göz yummayacağız. Bu uğurda mücadele etmeyenleri de tarih önünde sorumluluklarıyla baş başa bırakacağız.” şeklinde açıklama yapmıştı. DİSK’e bağı işçiler bu sözlerin takipçisi olmalı, DİSK yönetiminin mücadeleden geri durduğu bir an bile olsa onları sadece tarih önünde sorumluluklarıyla baş başa bırakmamalı, hesabını sormalıdır. Türk-İş’teki işçilere ise TEKEL mücadelesinin dersleri yeter.

Ve gelelim KESK’e. Bugün kıdem tazminatı saldırısının kamu emekçileri üzerinde bir etkisi olmayabilir. Ama bu mevzi kaybedilirse, bütün işçi sınıfı kaybetmiş olacak. Yarın sıra kamu emekçilerinin iş güvencesine gelecek. KESK üyesi emekçilerin özellikle polis barikatlarının önünde sıklıkla attıkları bir slogan vardır: “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz?” Bugün KESK, kıdem tazminatı saldırısına karşı mücadelede var gücüyle yer almazsa, yarının işçilerinin tümüyle güvencesiz çalışması sorumluluğunun yükünü omuzlarında taşır.

O halde gün, kamu emekçisiyle özel sektör işçisiyle, ev kadınıyla emeklisiyle, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle bütün işçi sınıfının seferberlik günüdür. Yeni kazanımlar elde etmek için son mevzii savunmak, örgütlülüğü arttırmaktan başka seçeneğimiz yok!