Yeni İnsan-Neos Anthropos (Devrimci Marksist Fraksiyon) 14 Ağustos Bildirisi

Okurlarımız Kıbrıs'tan Enternasyonal Dayanışma çevresine aşinadır. Aşağıda onların yayınladığı yeni bildiriyi duyuruyoruz. / Gerçek

Ama işçiler kendi nihai zaferlerine en büyük katkıyı kendileri yapmak zorundadırlar: Kendi sınıf çıkarlarını öğrenmekle, kendi bağımsız politik tavırlarını hiç gecikmeksizin benimsemekle, demokratik küçük burjuvazinin ikiyüzlü cümlelerine kanmaktan kaçınarak proleteryanın bağımsız olarak örgütlenmiş partisinin gerekliliğinden bir an bile kuşku duymamakla. Savaş naraları şu olmalıdır: SÜREKLİ DEVRİM! (Karl Marx – Mart 1850)

Yeni İnsan-Neos Anthropos (Devrimci Marksist Fraksiyon), 3. Büyük Depresyon Döneminde İşçi Sınıfını Uyarır ve Çağrıda Bulunur: Ekonomik Depresyon Demek Yıkım Demektir, Yıkıma Karşı Sınıf Yığınağı Yapmak Şart!

Ocak 2011’den beridir Enternasyonalist Dayanışma adı altında faaliyet yürüten yapımız, ismindeki “dayanışma” eşiğini geçtiğini, teorik-pratik perspektifini ve programatik içeriğini taşıyabilecek bir isimle, Yeni İnsan (Devrimci Marksist Fraksiyon) ile yoluna devam edecektir. Enternasyonalist Dayanışma ismi ile gerek uluslararası işçi dayanışmalarında yer aldık, gerekse Türkiye solunu 2011’in ilk dört ayında Kıbrıs’ta yaşanan genel grevlere karşı dayanışmaya çağırdık ve Türkiye solu ilk kez 1974’ten bu yana yoğun bir Kıbrıs gündemi yaşadı. 4 Mart 2012’de ise Ankara’da yapılan Kıbrıs-Kürdistan Kongresi’nde BDP’li milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Demir Çelik’in de katıldığı, Türkiyeli ve Avrupalı Devrimci Marksistlerin, Türkiyeli ve Kürdistanlı entellektüellerin katılımıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin iki sömürgesi olduğu tezi üzerinden Kürdistan’ın ve Kıbrıs’ın ortaklık ve farklılıklarını tartıştığımız bir ilk yaşandı.

Yeni İnsan (Devrimci Marksist Fraksiyon) ise, tarihin üçüncü büyük depresyonu yaşadığı bu günlerde sınıf gündeminin “Bağımsız Kıbrıs”tan ya da sadece “Anti-Militarizm”den fazlasının olması gerektiğini söyleyerek başlıyor işe. Ayrışmaların ve bölünmelerin, aynı 14 Ağustos’daki Anti-Militarist Barış Harekâtı’nda olduğu gibi rekabetçi temelde değil, politik temelde olması gerektiğini vurguluyor.

Bundan önceki iki depresyon Kıbrıs’ta çok şeyi değiştirdi ve kaybettirdi: 1872-96 krizi Kıbrıs’ın el değiştirmesine sebep olurken, 1929-48 depresyonu Kıbrıs’a önce ekonomik-sosyal yıkımı getirdi, ardından da iç savaşın ve bölünmenin tetikleyicisi oldu. 2008’den bu yana depresif bir eğilim gösteren ve “3. Büyük Depresyon” olarak tanımlanabilecek yeni dönem, AB’nin güney ülkelerini (Yunanistan, Portekiz, İtalya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti) ve bunlar yanında İrlanda’yı 3-4 yıldır sarssa da AB’nin ve dünya kapitalizminin kaderini belirleyecek emperyalist Almanya’ya yeni yönelmektedir. Önümüzdeki dönemde Alman otomobil sanayinde beklenen sarsıntı yaşandığı zaman dünyayı daha zor günler bekliyor. Brezilya’da, İspanya’da ve Almanya’da krizin metal ve madencilik sektörlerinde yaşanması sürecin anlatıldığı gibi finansal değil üretim alanında yaşandığının göstergesidir. Bu sektörlerin mücadeleci gelenekleri ve işçi sınıfıyla öne çıkması da sıcak bir sonbahara doğru yol aldığımızın kanıtıdır. Tam da böyle bir dönemde “sınıf”ın önemi öne çıkıyor. “Sınıf” vurgusunu, “işçi sınıfı”nın varlığını muğlaklaştıran, hatta reddeden anlayışlarla mücadele etmek durumundayız. Bu anlayış Kıbrıs’ta sendikalardan sol partilere ve sivil toplum örgütlerine kadar her kesimde mevcut. Bu mevzunun kırılganlığı ve önemi bizi “sınıftan kaçış yok” demeye zorluyor. Sol liberalizm ya da sivil toplumculuk dediğimiz bu ideolojik taarruz her alanda sürmektedir. Bu sol liberal anlayışa göre işçi sınıfı yoktur.

Krizlerin ilk görüldüğü alanlardan biri inşaat sektörü, konutları vurur. Aynı ABD’de ilk ortaya çıktığında finans krizi diyerek manipüle edildiği gibi. Sonra sınıf taarruzu KTHY’yi vurdu. Beklenen de oydu çünkü depresyon dönemleri metal ve ulaşım sektörünü vurarak derinleşir. İnşaat sektörü ilk etapta iflas etti. Sonra KTHY’ye el kondu. İnşaat sektörünün iflası uzun vadede Lefkoşa Belediyesi’ni vurdu. Krediler ve faizler bir tarafta, diğer tarafta ödenemeyen maaşlar. Krizde ilk gözden çıkarılan alanlardan olan eğitim de zaten DAÜ’de ilkel birikim oldu. Elektrikte mücadeleci alışkanlıkları olan işçiler Tekneciği zapt ettiler. Telefon’da ise Türk-Telekom’la adı konmamış bir devir teslim yapıldı. Benzer bir durum Kooperatif ve Etiler için Ülker ile geçerli. Sonuçta bu adı geçen kurumların hepsi kapitalist toplum içerisinde bir işlevi olan üretim araçları. Birçoğu da özel sektöre ait değil. Hal böyleyken iletişim, elektrik, gıda, eğitim, ulaşım ve hizmet sektöründe sırf devlet çalışanı oldukları için işçiden sayılmıyorlarsa bu yığınlar, sınıftan sayılmıyorlarsa, sınıf taarruzundan sonra sendikal örgütlülük tuzla buz olduğu zaman, belediyede taşeronlaştırma bir adım daha ilerletildiği zaman Lefkoşa’yı temizlemedikleri için çöp kokusundan yaşanamaz olan Lefkoşa haykıracak: Sınıf dediğin şeye politik sınıf bilinci ancak dışarıdan getirilebilir, yani ekonomik mücadelenin dışından, patron-işçi alanının dışından, yani kendiliğinden gelmesi beklenemez! Ezber bozarken, sınıfı ve Lenin’i gömerken mezar kazıcıların mezar kazıcısı olduğunu bilmelerini boş yere beklemiş sol liberaller! Dışarıdan söylüyoruz: İşçi sınıfı kapitalizmin mezar kazıcısıdır! Ve bugün depresyonun dönülmez akşamında bizim dışarıdan müdahaleciliğimiz karşısında sürecin kırılganlığı lehimize dönebilir. İçerden değil, dışarıdan bir müdahale ile!

 

Neden Neos Anthropos ya da Yeni İnsan?

Neos Anthropos, Kıbrıs Komünist Partisi’nin 1926’daki kuruluşundan önce 1 Ocak 1925’te yayın hayatına Leymosun’da başlayan Kıbrıs’ın ilk komünist yayınlarındandır. Gazete çıkarken yarısını Türkçe yayınlamak isteseler de Leymosun’da Türk matbaası olmadığı için bu bir fikirden öteye gidemez. Milliyetçiliğe ve sömürgeciliğe karşı uzlaşmaz bir politikanın temsilcisidir Neos Anthropos. Böyle bir gazetenin Leymosun’da çıkması da rastlantı değil. Leymosun’da örgütlü bir İşçi Merkezi mevcut. Yani Leymosun’da sınıf örgütlü. Neos Anthropos, “Sosyalist Balkan Federasyonu” içerisinde bir Kıbrıs’ı politik bir hatta savunur. Milli restorasyonun sadece yabancı boyunduruğundan kurtulduktan sonra sağlanabileceğini yazması bile Neos Anthropos’un sömürgelerdeki eşitsiz gelişme koşullarının farkındalığını gösterir. Kıbrıs Komünist Partisi, bu süreçte önce “bağımsız Kıbrıs” ister daha sonra da “otonomi” ile yetinir. En nihayetinde de vardığı nokta Stalinist Komintern’in Halk Cephesi kararına uyarak ENOSİS kararını benimser. Neos Anthropos yazarı Dr. Yiavopulos da Troçkist olduğu gerekçesiyle partiden atılır. Milliyetçiliğe ve şovenizme karşı uzlaşmaz bir tavır takınırken, kasabalı işçilerin ve köylü çiftçilerin sözcüsü konumundadırlar. En nihayetinde bugün bile Kıbrıs’ta solda gelişmiş olmayan enternasyonalizm algısıyla şunu yazmışlardır: "Kıbrıs ehalisi kaynaşmak üzere yalnız dünya işçi komünistleri ve özellikle İngiltere'dekileri tanıyor. Çünkü sömürgeler halkının gerçek özgürlüğünü yalnız onlar takdir ediyorlar, onlardan gayrileri şarlatan ve maceraperestlerdir" (6 Şubat 1925)

Neredeyse 100 yıl önce yazılanlara bakarken o günün imkansızlıkları içerisinde Kıbrıslı komünistlerin politik pozisyonlarının bugünkü yapılardan çok daha gelişkin olduğunu tespit edebiliriz. 1925’te sömürgecisindeki komünistleri tanıdıklarını, çünkü sömürge halkının gerçek özgürlüğünü sömürgedeki komünistler takdir edecek derken; bugün aynı takdir emperyalistlerden bekleniyor!

 

Esas Düşman İçerdedir: (KK)TC’dedir ve Emperyalist Metropollerdedir!

Kıbrıs’ın iki yakasındaki kapitalizmin bağlı olduğu iki dinamik var: TC kapitalizmi ve başta Avrupa Birliği olmak üzere emperyalist metropoller. Bu tespit bile aslında Kıbrıs’ta yürütülecek mücadelenin en az üç yönlü olduğunun göstergesidir: (Güney ve Kuzey) Kıbrıs’ta, Türkiye’de ve Avrupa’da. Tek başına Kıbrıs’ta, hatta sadece Kuzey’de verilecek, uluslararası sınıf mücadelelerinden izole bir mücadele “yurtseverliği”, “ulusalcılığı”, dolayısıyla da milliyetçiliği körüklemek bir yana, enternasyonalist perspektiften koptuğu oranda başarısız olmaya mahkumdur. Kaldı ki “bağımsızlık” vurgusunun öne çıkması başlı başına “KKTC”yi dünya kapitalizmi dışında ayrı bir yerde tutma algısından kaynaklıdır. KKTC, ne kadar izole ne kadar da tanınmamış olsa da kapitalizmde “izole alan” yoktur. Kapitalistlerin henüz keşfetmediği alan vardır, bu da ne KKTC’dir ne de Kıbrıs.

Tahrir meydanının etkisi Yunanistan’da Sintagma meydanında, İspanya’da Puerto del Sol’da, ABD’de Wall Street’te karşılık buldu. Wall Street işgali, ABD’de Wisconsin’deki işçi mücadelesini tetikledi. Ve tam da bugün Avrupa’nın kaderini belirleyecek nitelikte olan İspanya’daki madencilerin mücadelesi de “Occupy” hareketinin Puerto del Sol’daki “Öfkeliler”inin içinden çıktı. Tunus’ta başlayan Arap devrimi ise Suriye devriminde ilk meyvelerini verdi ve Batı Kürdistan’da otonom bir bölge oluştu. Böyle bir süreçte Kıbrıs’ın sadece askeri üs olarak kullanılmasına seyirci kalan siyasetler gününü doldurmuştur. Bahsettiğimiz şey kabaca bir romantizm değildir!

KKTC’nin ekonomisi doğrudan TC’deki dinamiklere bağlı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ekonomisi de Yunanistan’ın ve AB’nin dinamiklerine bağlıdır. Çöken bir Yunanistan’ın ardından sıra Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki bankalara gelmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde uygulanmaya konmaya hazırlanan paketler de bunun göstergesidir. KKTC Maliye bakanı Ersin Tatar’ın bile işaret ettiği ama Kuzey’deki solcuların göremediği, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de “Yunanistan gibi olacağı” ve “halkın sokaklara döküleceği” ihtimali bile Devrimci Marksizm’den öğrendiğimiz “kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişme” yasasından başka bir şey değildir. Tatar’ın esas korkusu Güney Kıbrıs’ta yükselecek bir mücadelenin Kuzey’deki mücadeleyi de tetiklemesidir. Kuzey Afrika’nın en batısından Batı Kürdistan’a kadar bütün mücadelelerin iç içe geçtiği günümüzde “bağımsızlık” sloganından öte “birleşik sosyalist Avrupa, Akdeniz ve Ortadoğu” sloganı günceldir.

Evet! Esas düşman içerdedir. Bugün KKTC’de yükselen bankalar diktatörlüğü ile yerli tefecilerin arasında süren hakimiyet mücadelesi, bankalar ile tefeciler arasına sıkışmış bir hayat ve siyaset dayatıyor. TC’nin sınırları Yeşil Hatta kadar dayanıyor. Bu yüzden düşman içerdedir: Hem TC burjuvazisidir, hem de yerli burjuvazi! Evet! Esas düşman içerdedir. Güney Kıbrıs’ta Yunanistan’daki iflastan sonra dibe vuran bankalardır esas düşman! Ve esas müttefikler kuzey ve güney Kıbrıs’taki işçi sınıfıdır, mülksüzlerdir, emeğini satanlardır! Bankalar diktatörlüğüne karşı verilecek mücadele ise Kıbrıs’la birlikte emperyalist metropollerdeki işçi sınıfı ve yoldaşlarımızla birlikte olmak zorundadır. Bu yüzden “yurtseverlik”, “bağımsızlık”, “egemenlik” gibi kavramlar yerli burjuvazinin ve tefeci sermayenin TC bankaları karşısında yükselttiği sloganlardan farksızdır. Oysa bizler, “Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri” şiarı ile mücadele eden Yunanlı, İspanyol, İtalyan, Alman ve diğer uluslardan yoldaşlarımızla birlikte yürümek zorundayız. Arap devriminin meyveleri karşısında askeri cephanelik değil, Akdeniz devrimci havzasının bileşik karakterine uygun olarak ayrık otu olmayı bir kenara bırakmak zorundayız. Bu da proleter enternasyonalizmi ile mümkün olur! Kıbrıs, Kürdistan coğrafyaları birer sömürge durumundadır. Ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı, burjuva önderlik tarafından da yapılsa, siyasi politik mücadelemizin unsurlarından biridir. Biz bu mücadelenin şimdiden bir sosyalist mücadelenin parçası olduğunu kabul ediyoruz ve buradaki mekanik anlayışla ulusal kurtuluş mücadelelerini burjuva örgütlerine ya da burjuva talep ve programlara bırakılmasına karşı sürekli devrim perspektifini savunuyoruz.

Kıbrıs, coğrafyasına teslim olmuş ada olmanın dışında, coğrafyasının sunduğu olanaklarla kurtulacaktır. Arap devriminin İspanya’daki madenci mücadelesi ile birleşmesi, Yunanistan’da burjuvazinin yönetemez duruma gelişi ve İtalya’da derinleşen krizle ortaya çıkan Akdeniz devrimci havzasının ortasında tarihte ender yakalanan bir devrim ve kurtuluş ihtimali ile karşı karşıyayız. Tek eksiğimiz ise gerçek bir devrimci liderlik, enternasyonalist bir devrimci parti! Devrimin bileşik karakteri her gün biraz daha kendini daha yakından gösterirken, Stalinist “tek ülkede sosyalizm” anlayışından kopamayan sol çevreler, “Bağımsız Kıbrıs” sloganında takılmış durumdalar. Devrimler ulusal çapta başlayabilir ama uluslararası çapta tamamlanır. Aynı Arap devriminde gördüğümüz gibi: Tunus’un ulusal ölçeğinde başlayan devrim uluslararası ölçekte Akdeniz kıyılarına vurdu, hatta anti-Arap propagandanın en yüksek olduğu İsrail ve ABD’ye kadar vurdu. Böyle bir dönemden geçerken Almanya’da otomobil sanayine sıçramaya hazırlanan krizle birlikte daha da büyüyecek uluslararası sınıf mücadelelerine “bağımsızlık” gözlüğü ile bakmak, hem körlüktür hem de körlükte ısrardır!

 

Peki, Neden Devrimci Marksizm?

Çünkü Devrimci Marksizm dejenere olmamış kaynaklara dönüştür: Marx ve Engels’e, Lenin ve Trotskiy’e, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’e, Antonio Gramsci’ye dönüştür. En nihayetin Komün anlayışına, Sovyet stratejisine, Alman devrimindeki Räte’lere ve İtalya’daki İşçi Konseylerine dönüştür. İşçi demokrasisine dönüştür. Devrimlerin bürokratikleşmesine karşı işçi denetiminin savunulmasıdır.

Çünkü Devrimci Marksizm İkinci Enternasyonal’in esiri olduğu reformizme ve şovenizme karşı Rosa Luxemburg’un, Lenin’in ve Karl Liebknecht’in bedenlerinde ve akıllarında bir karşı duruştur.

Çünkü Devrimci Marksizm Üçüncü Enternasyonal’in SSCB’nin bürokratikleşmesine paralel olarak Batı karşısında basit bir diplomasi aracına dönüştürülmesine karşı Lev Trotskiy ve sol muhalefetin mücadelesinde bir karşı koyuştur.

Çünkü Devrimci Marksizm Trotskiy’in önderliğinde Stalinizmin verdiği tüm tahribata rağmen uluslararası Bolşevik-Leninistlerin, 15 Mayıs 1943’te Kongre kararı olmaksızın Stalin’in emri ile dağıttığı Üçüncü Enternasyonal’in yerine, Dördüncü Enternasyonali kurmak için başlattıkları büyük kalkışmadır, ve günümüzde 4. Enternasyonalin yeniden inşaası insanlığın kapitalizmden kurtulmasının tek yoludur.

 

Devrimci Marksizmin Pratiği 3. Cephe!

KKTC’de yerli tefeciler ile TC bankaları arasında, TC’de İslamcı burjuvazi ile batıcı-laik burjuvazi arasında, Kıbrıs’ta çözüm söz konusu ise AB emperyalizmi ile TC işgali arasında hep bir iki kamp, iki cephe çıkarılıyor işçi sınıfının ve mülksüzleştirilenlerin karşısına. Bizler, Devrimci Marksistler bu cepheleşmeler karşısında her zaman 3. CEPHE’yi savunduk! İşçi sınıfının ve tüm ezilenlerin 3. Cephesi’ni iki burjuva kampın- iki emperyalist kampın karşısına koyduk ve 3. Cephe’nin inşasının aciliyetine işaret ettik. 3. Cephe’nin kurucu öznesi işçi sınıfıdır. 3. Cephe’nin inşası bir bildiriye sıkıştırılamayacak kadar zor olsa da Kıbrıs’ta AB-TC ikilisi arasına sıkışan yığınlar, bankaların kredi sistemi ile tefecilerin faizleri arasına sıkışan ve daha da mülksüzleştirilen işçi sınıfı, ve işçi sınıfına yeni yeni dahil olanlar, yani mülksüzleştirilenler aslında o iki kamp arasında seçilecek bir tarafın olmadığını çok iyi bilirler. İşte bu noktada 3. Cephe Bu Memleket Bizim Platformu ya da Sendikal Platform değildir. Sendika bürokrasisinin iyi niyetine terk edilemeyecek kadar önemlidir. Aslolan içini kimlerin ne kadar doldurduğu değil, hangi program ve ilkeler çerçevesinde doldurulduğudur. Yoksa Sendikal Platform ve türevleri İspanya’da Yunanistan’da Portekiz’de işçi sınıfı zapturapt altına alınırken, Libya bombalanırken AB kapılarında beklediler; en küçük bir işarette Ticaret Odası’na kollarını açtılar!

 

Üçüncü Cephe’nin Bileşenleri: Sınıf Mücadelesi ile Feminizm’in ve LGBT Mücadelelerinin Birliği, Sınıf ile Milliyetçiliğe ve Irkçılığa Karşı Mücadele, Savaş Karşıtı Hareketin ve Ekoloji Mücadelesinin Birliği!

Farklı alan mücadelelerinin (ekoloji, kadın, LGBT mücadeleleri; savaşa, ırkçılığa, milliyetçiliğe ve cinsiyetçiliğe karşı vd. mücadelelerin) bir özelliği vardır. Alanlar tek başlarına kaldıkları zaman görünmez bir elle birbirlerinden kopartılarak birbirlerine düşman hale getirilirler. En çok da sınıf hareketine düşman hale getirilirler. İşçi sınıfı mücadeleleri sanki başka bir dünyada diğer mücadeleler başka başka dünyalarda sürüyor gibi bir iklim yaratılır. İşte 3. Cephe, sol liberal ideolojinin marifetiyle birbirinden kopartılmaya çalışılan alanların da birliği için bir imkandır!

Bizler kadınların mücadelesiyle LGBT mücadelesini işçi mücadeleleriyle kesişen ama farklı mücadeleler olduğunu düşünüyoruz. Kesişen mücadeleler çünkü tüm işçiler gibi kadın işçilerin emeği de kapitalist ve emperyalist düzende sömürülüyor, kadının ev içi emeği görülmüyor, kadınlar milliyetçiliğin ve beraberinde militarizmin doğrudan ya da dolaylı kurbanı oluyor. Kadın, kürtaj hakkını elinden almaya çalışılarak, kapitalizmin çarklarına yeni dişliler eklemeye zorlanıyor. Tüm bunlara karşı verilecek mücadele ne sadece kadınların ne de sadece işçilerin mücadelesidir. Bu, kadın ve erkek işçilerin omuz omuza verecekleri bir mücadeledir.

Farklı mücadeleler çünkü her ne kadar çoğu Marksist düşünür kadın sorununa değinmiş olsa da, konu ataerki ve toplumsal cinsiyet rollerine gelince yeterli cevapları bulamıyoruz. Kadınların ekonomik olarak özgürleşmesinin ataerkiyi yok edeceğine inanmıyoruz. Bu nedenle ataerkiye karşı verilecek savaşı ayrı bir kulvarda tutuyor, kadınların ve LGBT bireylerin erkek egemen topluma karşı verdiği mücadeleyi sınıf mücadelesinden ayrı düşünmüyoruz. Son 10 yılda Türkiye’de batıcı-laik burjuvazi ile İslamcı burjuvazi arasında yaşanan mücadelede İslamcı burjuvazinin üstünlüğü sürerken, devam eden bu kamplaşmanın sonucunda yaşanan muhafazakarlaşmanın Kıbrıs’taki karşılığı da hem militarist-sömürgeci beden politikaları hem de yeni bir kuşak yaratmak amacıyla zorlanan din eğitimi oldu. Toplumun muhafazakarlaşması demek erkek egemenliğin derinleşmesi ile kadınların ve LGBT bireylerin daha yaşanmaz koşullara itilmesi demektir. Burjuvazinin kendi içinde süren bu sınıf mücadelesinin sonucu olan bu muhafazakarlaşmaya karşı işçi sınıfının tek başına karşı koyması mümkün değil, LGBT ve kadın hareketinin, ırkçılığa ve cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin de diğer mücadelelerle birlikte sınıf hareketi ile birliği bu noktada da önemlidir.

LGBT mücadelesi sadece bir ezilen kesim ile dayanışma mücadelesi değildir. Toplumdaki kapitalist işleyişin özel mülkiyet üzerinden kendini ifade ettiği rol dağılımları, aile biçimleri, cinsiyet belirlemeleri LGBT mücadelesiyle sorgulanan bir anti kapitalist içeriğe de sahiptir. Toplumsal baskının son derece yoğun olduğu alanlardan biri olan LGBT mücadelesinde, LGBT’lerin varlığını görünür kılmak elzem görevlerimizden biridir.

Sonuç olarak Yeni İnsan-Neos Anthropos hem marksizmi hem feminizmi hem de LGBT özgürleşmesini benimsiyor, mevcut düzende ezilen tüm işçilerin ve tüm kadın ve LGBT’lerin savaşına ortak oluyor. Yani özetlemek gerekirse, Yeni İnsan sınıf mücadelesini, kadın mücadelesini ve LGBT mücadelesini aynı vücutta farklı ellerle selamlıyor.

 

Neos Anthropos-Yeni İnsan (Devrimci Marksist Fraksiyon ) Ne İstiyor?

Özel mülkiyet ortadan kalkmaksızın gerçek adaletin sağlanamayacağını biliyor ve işçi denetiminde tüm ada çapında bir devletleştirmenin zorunluluğunu vurguluyoruz. Bizler, bankalar diktatörlüğü ile tefeciliğin ortadan kaldırılmasını, Ülker’e, THY’ye, Doğa Grubu’na ilkel birikim olan üretim araçlarının işçi denetiminde devletleştirilmesini savunuyoruz.

Yasalarını erkeklerin koymadığı bir toplumda ev işinin toplumsallaşması için ücretsiz kreşlerin, çamaşırhanenin, yemekhanelerin kurulması ve kadın emeği için kolektiflerin oluşturulması gereklidir. Bütün kumarhanelerin ve gece kulüplerinin kapatılmasını, gece kulübünde köle olarak çalıştırılan kadınlara meslek eğitimi istiyoruz. Özgür Emekçi Üniversiteleri’nin kurulması herkese ücretsiz eğitim için zorunludur.

Kıbrıs’taki askeri üslerin ve işgalin kaldırılması için gerekli olan bir uluslararası devrimin parçası olmak için zorunlu olan bir enternasyonalist devrimci partinin inşasını tüm ada çapında savunuyoruz. Bu perspektifin bir parçası olarak “TC’nin iki sömürgesi var: Bunlar Kürdistan ve Kıbrıs’tır” tezimiz ile 4 Mart 2012’de Ankara’da başlattığımız Kürdistan-Kıbrıs Kongresi’nde de vurguladığımız gibi önceliğimiz Türkiye işçi sınıfı, Kürt siyasal hareketi ve Kıbrıs işçi sınıfının ortak mücadelesini ve birliğini sağlamak. Bu yolda yeni kongreler yapmak için çalışıyoruz. Türkiye işçi sınıfı ve Kürt siyasal hareketine paralel olarak emperyalist metropollerdeki yoldaşlarımız ve işçi sınıfı ile birlikte enternasyonalist bir perspektifte buluşmak Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nin ve Akdeniz Devrimci Havzası’nın bir parçası olacak Birleşik Sosyalist Kıbrıs için bir zorunluluktur. Tekrar ediyoruz: Devrimler ulusal çapta başlasalar da uluslararası çapta tamamlanır ve başarıya ulaşırlar. Kıbrıs’ta olması ihtimal bir devrimin dinamiklerini sadece Kıbrıs’ta aramak sırf bu yüzden siyasi körlüktür, milliyetçiliktir.

“Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri” şiarı ile AB’deki tekeller ve bankalar diktatörlüğüne karşı yürütülecek mücadele ve Akdeniz devrimci havzasındaki mücadeleleri birleştirmek için enternasyonalin ve devrimci partinin kurulması bir zorunluluktur. Bizler, Güney ve Kuzey Kıbrıs’ta tek bir devrimci partinin inşası olmaksızın tüm bu söylenenlerin havada kalacağını biliyor ve devrimci bir liderliğin inşası için enternasyonal çapta çalışıyoruz.

Ekoloji, Irkçılık, Kıbrıs'taki göçmen işçi sorunu gibi konulara ve yapmak istediklerimiz bir bildiriye sığmaz. Ama yapmak istediklerimizi yapabilmek için devrimci bir enternasyonalin bileşeni bir devrimci işçi partisinin inşası yapmak istediklerimiz için ihtiyacımız olan araçtır.

 

Yaşasın feminist mücadele! Yaşasın LGBT’lerin özgürleşme mücadelesi! Erkek egemen topluma hayır!

Sosyalist Ortadoğu Federasyonu içerisinde Birleşik Sosyalist Kıbrıs için ileri!

Avrupa Sosyalist Birleşik Devletleri için savaşan işçi sınıfı ile ayni saflara!

Kürdistan’a kendi kaderini tayin hakkı!

4. Enternasyonalin yeniden inşası için ileri!

Yaşasın sosyalist dünya devrimi!


Not: Yeni İnsan'ı (Neos Anthropos) Kıbrıs işçi sınıfı tarihinin arkeologluğunu yaparak gün yüzüne çıkardığı belgelerle bizleri aydınlatan Ahmet An'ın çalışmalarından faydalanarak bulduk. Bakınız: İşçi Sınıfının ilk Öncüleri kitabı ve KKK/AKEL belgelerinde kendi kaderini tayin hakkı ve Kıbrıs Türk toplumuna ilişkin kronolojik değerlendirmeler başlıklı makalesi.