Trump’a Nobel değil Oscar yakışır!

 

Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, 
iki gözünüzle bakarsınız, 
iki kurnaz, 
   iki hayın, 
         ve zeytini yağlı iki gözünüzle 
                 bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli 
                          ve topraklarına çiftliklerinizin 
                                     ve çek defterinize. 
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, 
iki elinizle okşarsınız, 
iki tombul, 
   iki ak, 
        vıcık vıcık terli iki elinizle 
            okşarsınız pomadalı saçlarınızı, 
                    dövizlerinizi, 
                           ve memelerini metreslerinizin. 
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, 
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, 
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in, 
ve bütün kaygınız 
      iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri 
              halkın tekmesinden korumaktır. 
Benim gözlerimin ikisi de yok. 
Benim ellerimin ikisi de yok. 
Benim bacaklarımın ikisi de yok. 
Ben yokum. 
Beni, Üniversiteli yedek subayı, 
                   Kore'de harcadınız, Adnan Bey. 
Elleriniz itti beni ölüme, 
            vıcık vıcık terli, tombul elleriniz. 

“Korede ölen bir yedek subayımızın Menderese söyledikleri”

Nâzım Hikmet

 

Yüzyılın daha başında sayılırız, ama uluslararası medya “yüzyılın zirvesi”ni şimdiden ilan etti. ABD Başkanı Donald Trump ile Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) Başkanı Kim Jong-un’un Singapur’da gerçekleştirdiği zirve, şimdiden dünya barışı ve Kore Yarımadası’nda mutlu bir gelecek için dev bir atılım olarak sunuluyor.

Hiçbir şey hakikatten bu kadar uzak olamaz. 12 Haziran 2018’de imzalanan anlaşmadaki en önemli madde olan 3. maddede yer alan “KDHC Kore Yarımadası’nın tam olarak nükleer silahlardan arındırılması yönünde çalışmayı taahhüt eder” hükmü, tam çeyrek yüzyıl önce, neredeyse günü gününe aynı tarihte, 11 Haziran 1993’te, daha KDHC’nin kurucusu Kim İl-sung hayattayken ve ülkenin başındayken, ABD başkanı ise Bill Clinton iken imzalanan bir anlaşmada neredeyse aynı formül ile yer alıyordu! İki devlet arasında görüşmeler ise Clinton’dan da önce baba Bush döneminde (1989-1992) başlamıştı. Sonra 2000 yılında yeniden anlaşmalar yapıldı. Ama bu, 11 Eylül 2001’de El Kaide New York’taki İkiz Kuleleri yıkınca, oğul Bush’un 2002 Ocak ayında “Birliğin Durumu” konuşmasında ilan ettiği “Şer Ekseni”nde İran ve Irak’ın yanı sıra Kuzey Kore’yi de saymasına engel olmamıştı! Şimdi aynı taahhüt yepyeni bir dönemin açılışı gibi sunuluyor!

Anlaşmanın dört maddesinin geri kalanı da dişe dokunur bir şey söylemiyor. İlki her iki ülkenin halklarının “barış ve refah” istediğini, ikincisi Kore Yarımadası’nda “kalıcı ve istikrarlı bir barış” amacıyla ABD ile KDHC tarafından “çaba” gösterileceğini belirtiyor. Üçüncü madde zaten yukarıda sözünü ettiğimiz “nükleer silahlardan arındırma”ya ilişkin taahhüdü içeriyor. 4. maddeye birazdan döneceğiz.

Kısacası Kuzey Kore bu parlak zirve karşılığında neredeyse hiçbir taviz vermedi. Buna karşılık, Trump daha şimdiden (ve anlaşılan ne müttefiki Güney Kore’ye, ne de hatta ABD’nin Kore Yarımadası’ndaki 40 bin askerinin kumanda kademesi olan US Forces Korea’ya danışmadan ya da haber vermeden) Güney Kore ile yaptıkları askeri manevraları durduracağını açıkladı. Üstelik de hem kendi militarist taraftarlarını hem de Güney Kore yöneticilerini rahatsız edecek tarzda bu manevraların “çok kışkırtıcı (provokatif)” olduğunu belirterek! Duran saat misali, Trump da yılda bir hakikati söylüyor!

Gün veliahtın günü!

Öyleyse,  ABD açısından bu zirvenin bir kazanımı falan yok. Kazanan Kim Jong-un. Gerçek gazetesinin Mayıs ve Haziran sayılarında (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/kore-nereye ve http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/fare-kediyle-oynuyor) Kim’in Çin’le birlikte planladığı stratejinin ABD’yi Singapur’daki zirveye nasıl çektiği anlatılmıştı. Hatta Haziran sayısındaki yazının başlığı “Fare kediyle oynuyor” idi. Şimdi ABD yorumcularının çok büyük çoğunluğu şimdi uyandılar: Onlar da Gerçek gazetesinin iki aydır ısrarla altını çizdiği gibi, bu zirvenin Kim Jong-un için bir zafer olduğunu, Kuzey Kore liderinin bütün dünyanın gözünde ülkesini ABD’nin eşiti gibi sunmuş, ayrıca kendi halkı nezdinde muazzam bir itibar kazanmış olduğunu, askeri manevraların durdurulmasının da bu itibarı yükselteceğini belirtiyorlar.

Kim buraya kadar büyük ustalıkla geldi. Trump Kim’i “yetenekli” olarak nitelemekte haklı. Gazeteciler “ne biliyorsunuz, daha tanımıyorsunuz ki?” diye üzerine gelince bu kadar genç yaşında (Kim 34 yaşındadır) bu kadar parlak adımlar atabilmesinin bunu kanıtladığını söyledi.

Kısaca hatırlatalım: Kim önce ardı ardına nükleer denemeler yaparak, bırakın Güney Kore’yi Japonya’yı bile vurabileceğini somut olarak kanıtlayarak, bir aşamada ABD’nin Guam adasını bile tehdit ederek dünya ölçeğinde Kuzey Kore’nin nükleer bir güç olarak statüsünü tescil etti.  Dünyanın en büyük askeri gücünün başındaki Trump kendisine “rocket man” (“füze adam”) dedi diye, karşılığında onu “meczup bunak” (“deranged dotard”) diye aşağıladı. Sonra birdenbire bu zirveyi önerdi. Önerinin Kim’den gelmesi başta Trump olmak üzere emperyalist medyada birçoklarına “korkuttuk” propagandası fırsatı verdi. Ama Kim çok kısa süre içinde “yağma yok, nükleer silahlardan arınma öyle kolay değil” demeye başladı. Kim’in hedefi açık: ABD’nin Kore Yarımadası’nda bulundurduğu, sayısı gününe göre 35 ila 40 bin arasında değişen birliklerinin, hatta Japonya’da tuttuğu bir o kadar ilave birliğin, fırsat bulduğunda Kuzey Kore’yi dümdüz etmeyi amaçladığını gayet iyi bildiği için bu tehdidin ortadan kaldırılması. Bir de (aynen Küba’ya olduğu gibi ama ondan çok daha uzun süredir) Kuzey Kore ekonomisine ciddi zarar veren ABD ambargosunun kaldırılması, hatta Amerika’nın ülkeye ekonomik yardım sağlaması.

Buraya giden yolda, çok uygun bir zamanlamayla bu zirveyi dişiyle tırnağıyla elde etti. Bu atak 2016’da yapılamazdı. 2019’da da muhtemelen yapılamaz. Zamanlama şundan çok önemli: Kuzey Kore’ye düşmanlığın bayraktarı Kore sağının lideri, eski askeri diktatörün kızı (Kenan Evren’in kızı gibi düşünün), ülkenin bir önceki başkanı Park Geun-hye, daha iki ay önce yolsuzluktan 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı, hapishane hücresinde çürüyor. Daha önemlisi, onu deviren devlet mekanizması değil. 2016 sonunda ve 2017 başında haftalarca süren, işçi sınıfının içinde örgütlü olarak yer aldığı dev kitle eylemleri devirdi Park Geun-hye’yi. Yani Güney Kore’deki Kuzey Kore düşmanları şu anda nakavt! Güney Kore’nin solunda ve işçi sınıfı içinde ise Kuzey Kore’ye ciddi bir sempati var. Şu andaki başkan Mun Jae-in (bizim basın Moon yazıyor) ise Güney Kore’de 1980’e kadar süren ABD destekli diktatörlüğe karşı mücadele vermiş bir militan gelenekten geliyor. İşte bütün bunlardan dolayı, Kuzey Kore lideri Kim, 2017 başında sağcı başkan Park düşüp de 2017 Mayıs’ında Mun iktidara gelince ince ince planlanmış stratejisini uygulamaya koydu.

Emperyalist ülkelerin medyası, Trump’ın Güney Kore yönetimine danışmadığından şikâyet ediyor. Neden danışsın ki, haklı Trump! Mun Kim’le yakın arkadaş oldu. Kış olimpiyatlarına iki Kore bir dalda ortak takımla katıldılar. Geçilmeyen sınırı 75 yıldır ilk kez geçtiler. Trump zirveyi iptal edince yine buluştular. Haydi, amiyane terimle söyleyelim, kanka oldular! Bunlar Singapur’dan çok daha önemli gelişmeler! Kim, Mun’la kurduğu ilişkiye o kadar önem veriyor ki, bir ara Mun’un da zirveye katılacağına dair haber çıkmıştı. Sonunda Mun davet edilmedi, ama Kim ile Mun’un dostluğunun gölgesi zirvenin üzerine düştü bile! Yukarıda anlaşmanın en önemli maddesi olan yarımadanın bütünüyle nükleer silahlardan arındırılması konusunda KDHC’nin verdiği taahhüt, 27 Nisan 2018’de, esas büyük buluşma olan Kim-Mun görüşmesinde imzalanan Panumunjeom Bildirgesi’ne dayandırılıyor! Kim, masaya, trump’ın karşısına Mun’la birlikte oturmuştur!

Trump’ın Güney Kore’ye danışmayarak Mun’u aşağıladığı falan yok, onu öteki taraftan görüyor!

Bir de Asya’nın devi Çin’in rolünü unutmamak gerek. Bilindiği gibi, genellikle ülke dışına hiç seyahat etmeyen Kim son iki ayda iki defa Çin’e gitti. İki ülkenin liderleri arasında ne konuşulduğunu elbette bilmiyoruz, ama dün Batı medyasına sızan bir haberden dolayı, ABD ve Kuzey Kore delegasyonları arasında Singapur zirvesinden önce yapılan pazarlıkların ön hazırlığında Çin yetkililerinin Kuzey Kore yetkilileriyle işbirliği içinde bulunmuş olduğunu biliyoruz. Dün Trump ABD ile Güney Kore’nin ortak askeri manevralarının durdurulacağını açıklamadan önce Çin basını “karşılıklı askıya alma”dan bahsedip durmuş. Batılı gazeteciler başlangıçta bundan hiçbir şey anlamamışlar. Kuzey Kore nükleer denemelerini vb. askıya alıyor anlaşılan ama “karşılıklı” ne oluyor? Neden sonra Trump askeri manevraların durdurulacağını açıklayınca Batılı gazeteciler de Çin basınının anlaşmayı önceden bildiğini kavramış!

Bütün bunlardan sonra şunu eklemek gerekiyor: Kim, 1950 devriminde başa gelmiş olan bürokrasinin ilk lideri, Kore Demokratik Halk Cumhuriyetinin kurucusu Kim İl-sung’un torunu. O 1994’te öldükten sonra başa geçen Kim Jong-il’in ise oğlu. Yani bir hanedanın üçüncü temsilcisi. Eskiden aristokratik hanedanlar vardı, Stalinizmin uzak Asya’daki temsilcileri sayesinde bürokratik hanedanlar çıktı ortaya! “Tek ülkede sosyalizm” oldu mu size “tek ailede sosyalizm”! İşçi sınıfı Kim’e en ufak bir güven duymamalıdır. Yetenekli olması hiçbir şekilde ne kendi halkının, ne de dünya halklarının çıkarına davrandığı anlamına gelmez. Ama yarın Kuzey Kore ile ABD arasında bir savaş ya da Kore Yarımadası’nda bir iç savaş çıkarsa, her şeye rağmen, bir işçi devletinin kazanımlarını hâlâ muhafaza ettiği için Kuzey Kore karşısında emperyalizmin ve kapitalizmin yenilgisi için mücadele etmek gerekir.

Tiyatro

Peki, yeni olan ne? Yeni olan ABD ile Kuzey Kore arasında Kore Savaşı’nın sona ermesinden tam 75 yıl sonra ilk kez en üst düzeyde bir zirve düzenlenmiş olması. Yani işin gösteri yanı. Trump’ın hesabı, dünya barışı konusunda dev adımlar atan ve “sonuç alan” başkan imgesini geliştirmek. Trump, bu zirveye hazırlanırken Nobel Barış Ödülü’ne aday bile gösterildi! Eh, bir önceki başkan Obama da ABD ordusu kaç ülkede birden savaşırken bir tek Irak’tan asker çekti diye daha başkanlığının ilk yılında Nobel Barış Ödülü ile ödüllendirildiğine göre neden Trump’a da aynı taktikle barışseverlik payesi bahşedilmesin?

Bizce Trump Nobel Barış Ödülü’nü değil, oyunculuğuyla bir Oscar ödülünü hak etmiştir. Önerimiz, ödülün kendisine Robert de Niro tarafından takdim edilmesidir!

İşin elbette daha ciddi yanları var. Bizim kanaatimiz, Trump’ın esas amacının ilk elde, kendisini en yakın müttefikleriyle bile kavga ettiği için yerden yere vuranlara parlak bir uluslararası politika izleyen bir başkan olduğunu kanıtlamak. Daha sembolik olabilir mi? Trump Singapur’a bütün emperyalist ülkelerin liderleriyle kavga ettiği Kanada’daki zirveden geldi. Yolda da Kanada Başbakanı Justin Trudeau’ya “şerefsiz” diyen bir tweet attı. Şimdi Singapur zirvesi Kanada zirvesini derhal gölgelemiş oldu!

Ama korkarız Singapur’un altında daha da sinsi, daha da hain bir hesap yatıyor. Trump’ın etrafı savaş ve sertlik yanlılarıyla dolu. En önemlisi vaktiyle oğul Bush’a da hizmet etmiş olan gericiliğin şahı John Bolton. Trump’ın Ulusal Güvenlik Baş Danışmanı olan bu adam (bu, dışişleri bakanlığı kadar kudretli bir mevki olagelmiştir) bir ara verdiği bir demeçle zirveyi tehlikeye bile attı. Kim’e “dikkat et, sonun Kaddafi gibi olmasın” mealinde bir uyarı yaptı! Kaddafi’nin kitlesel linçle katledildiğini, cesedinin Libya’nın sıcak yazında dört gün boyunca üzerine tükürülsün diye teşhir edildiğini gençler bilmeyebilir! Yalnız Bolton’un unuttuğu bir şey vardı: Kaddafi, kendisine yapılan baskı üzerine 2004’te nükleer planlarından vazgeçmiş, ama buna rağmen 2011’de ABD tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra katledilmişti. Böylesine gerici bir yönetimden söz ediyoruz. Trump’ın dışişleri bakanı bile bundan önce CIA’nın baş ajanıydı!

Böyle bir kadronun “dünya barışını geliştirmek” gibi bir niyeti olabileceğini düşünmek olanaksız. Ayrıca bu kadronun bizim gördüğümüzü görmeyeceğini, yani Singapur zirvesinin bir Holivud dekoru olduğunu kavrayamayacağını hayal etmek, düşmanlarımızı fazla küçümsemek olur. Politikada bundan daha tehlikeli pek az şey vardır. Trump, özellikle diplomasi alanında acemi olabilir; cesareti cehaletinden geliyor olabilir. Ama ABD emperyalizminin devlet aygıtını su katılmamış budalalar topluluğu olarak görmek emperyalizmi yıkmak için mücadele edenler açısından büyük hata olur.

Bizce hesap şudur: Ya Kuzey Kore zaman içinde yükseltilecek taleplerle emperyalist sisteme boyun eğmeye zorlanacaktır. Ya da bu tutmazsa Trump “bakın ona nasıl barış eli uzattım, payeler verdim, daha ilk günden askeri manevraları durdurdum” diyerek tavizsiz bir Kuzey Kore’ye nükleer silah kullanımı da dâhil saldırı düzenleyecektir. Singapur zirvesi, böyle bir olasılığı hiçbir biçimde ortadan kaldırmış gibi görülemez.

İşin bir de başka yanı var. Kuzey Kore, yukarıda da söylediğimiz gibi, hâlâ bir işçi devleti. Ekonomisinde esas belirleyici olan, büyük üretim araçlarının neredeyse tekelini elinde tutan kamu kesiminin planlanmış sektörleri. Sağlık, eğitim gibi alanlar hâlâ genel olarak bütün nüfusa parasız hizmetler sağlıyor. Ama bir süredir başka işçi devletlerindeki kapitalist restorasyon süreçlerinin de etkisiyle, Kuzey Kore’de küçük ölçekli de olsa özel üretim hızla gelişiyor. Bunun yanı sıra Kamu-Özel Ortaklığı modeli de yer yer büyük yarı-özel işletmeler yaratılması için kullanılıyor. Bu alanda en faal girişimcilerden biri, Kim Jong-un’un eşi Ri Sol-ju! Nihayet ve belki de en önemlisi, Kuzey Kore devleti, Güney Kore kapitalistleriyle ortaklaşa Kaesong Sanayi Sitesi adını taşıyan bir özel bölgede Güney Kore’nin kapitalistlerinin çok düşük ücretler ödedikleri Kuzey Koreli işçileri üretime koşarak artık değer ürettirmesine izin vermiş bulunuyor. Ancak iki ülke arasında gerilimin çok büyük bir sıçrama gösterdiği 2016’dan bu yana Kaesong hâlâ kapalı. Ama bugün doğan yumuşama ortamında iki Kore arasında bu tür işbirlikleri yeniden canlanabilir. Çin’in kapitalistleşmesinde Hong Kong’un bir Truva atı rolü oynadığını biliyoruz. Güney Kore, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni çözmenin çok uygun bir aracı haline getirilebilir.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Kim hanedanı ve Kim Jong-un Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletinin kapitalist restorasyon yönünde çözülmesine çok da engel çıkartmayabilir. ABD devlet aygıtının hesabı biraz da bu olabilir: Kim’e paye vererek, itibarını arttırarak kendi yanına çekmek, onun eliyle Kuzey Kore’yi (aynen Çin’de olduğu gibi tepeden, sözde “Komünist” Partisi aracılığıyla) kapitalistleştirerek Güney Kore ile birleştirmek, böylece bir işçi devletinden daha kurtulmak. İşte sadece kapitalist toplumda değil, kapitalizmin ilga edilmiş olduğu bir işçi devletinde bile tek adamlığın ülkeyi emperyalizme karşısında nasıl zayıf kılacağının yeni bir örneği.

“Tek ailede sosyalizm” gibi bir ucube oluşuma yol açmış olsa bile bir işçi devletinde kapitalist restorasyona karşı mücadele etmek her sosyalistin, her işçi militanın görevidir.

Kore Savaşı’nda kayıp askerlerin naaşını memlekete getirin!

Dikkatli okuyucu hatırlayacaktır: Singapur zirvesinde imzalanan anlaşmanın 4. maddesini sonra ele almak üzere bir kenara koymuştuk. Şimdi onun sırası geldi. O maddeye göre her iki ülke de savaş esirlerinin ve muharebe sırasında kaybolmuş askerlerin naaşlarının bulunması için çalışma yapılmasını, şimdiden teşhis edilmiş olanların ise derhal kendi memleketlerine gönderilmesini taahhüt ediyor.

Koreliler hiçbir zaman Amerikan toprağında savaş çıkarmadı! 1950-53 arasındaki Kore Savaşı, Amerika’nın Vietnam’da (1945) ve Çin’de (1949) durduramadığı Asya devrimini Kore’de püskürtmek için başlattığı bir karşı devrimci savaştır. Kore’yi ikiye bölen, bugünkü problemlerin temelinde yatan işte bu karşı devrimci Amerikan savaşıdır. Koreliler Amerikan toprağında savaşmadığına göre, Kore toprağını işgal eden Amerikan birliklerinin saflarında savaşmış olan Amerikan askerlerinin naaşlarının iadesidir esas söz konusu olan.

Ama sadece onların değil. Türk vatandaşlarının da! Gençlik hiç unutmamalı: yoksul bir Asya ulusunun ayaklanan işçi ve köylülerinin devrimini durdurmak için ABD’nin başlattığı Kore Savaşı’na Amerikan askerlerinin yanı başında Türk askeri de katılmıştır. Adnan Menderes, Türkiye’yi NATO’ya üye yapabilmek, Amerika’nın hizmetine girebilmek, Nâzım’ın bu yazının başında alıntıladığımız şiirinde söylediği gibi ABD’nin o dönemdeki başkanı Eisenhower’ın “huzuruna” çıkabilmek için, üç tugay askeri Asya’nın ta öbür ucundaki Kore’ye savaşmaya yollamıştır! Bu savaşta, yaklaşık 725 subay ve asker ölmüş, 2250 dolayında asker yaralanmış, 220 civarında savaş esiri verilmiş, bütün bunların yanında 175 asker de muharebede kaybolmuştur.

Biz Menderes’e bundan karşıyız. Cezayir halkının Fransız emperyalizmine karşı ulusal bağımsızlık uğruna, sömürge zilletinden kurtulmak için başlattığı savaşı desteklemediği için karşıyız. 1958’de Ortadoğu’da çıkan olaylarda emperyalizmin tarafında yer aldığı için karşıyız. Menderes’in gereksiz ve hukuksuz biçimde asılmış olması, onu tarihin mahkemesinde aklamıyor.

Menderes’in yüzünden Kore’de ölen subay ve askerleri geri getirmek mümkün değil. Ama Kore’de savaş esiri düşmüş veya kaybolmuş askerlerden hiçbir zaman kurtarılamamış olanların hiç olmazsa naaşlarını bulun ve ailelerine, torunlarına iade edin. İşinize geldi mi, onların kahramanlığına övgüler düzüyor, göğsünüzü yumrukluyor, böbürleniyorsunuz. Anadolu topraklarının yoksul köylülerinin, kentlerin yeni yeni oluşmakta olan işçi sınıfının çocuklarını orada gömdünüz. Hiç olmazsa anılarına saygı gösterin. Naaşlarını isteyin, doğdukları topraklara getirin.

Singapur zirvesi de bir işe yarasın.