Suriye nereye?

Aşağıdaki yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2016 tarihli 75. sayısında yayınlandı. Rusya’nın Suriye’ye askeri olarak girmesinden sonra Viyana’da yapılan görüşmeler sonucunda Aralık ayında New York’ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde oybirliğiyle Cenevre III olarak adlandırılan müzakerelerin başlamasına karar verilmişti. Verilen tarih 25 Ocak 2016 idi, yani önümüzdeki Pazartesi. Ama görüşmelerin Pazartesi başlayıp başlamayacağı, hatta yapılıp yapılmayacağı tartışmalı hale gelmiş bulunuyor. Bunun nedeni, Suudi Arabistan’da Aralık ayında çok geniş bir yelpazeden muhalif örgütleri bir araya getiren (dışlanan en önemli güç Rojava idi) toplantıda kurulmuş olan Yüksek Müzakere Komisyonu’nun şimdi seçtiği baş müzakerecinin kişiliği. Bu kişi, tekfirci bir örgütün, Cayş el İslam’ın (İslam Ordusu) liderlerinden biri olan Muhammed Alluş. 25 Aralık’ta muhtemelen Rus güçlerinin desteğiyle öldürülen Cayş el İslam ve İslam Cephesi komutanı Zehran Alluş’un yakını. Zehran Alluş’un tekfirci olduğuna kuşku yok: Şiilere Rafızi diye saldıran, Mecusilerin Suriye’yi ele geçirmeye çalıştığını iddia eden, Alevilerin Hıristiyanlardan ve Yahudilerden de daha kâfir olduğunu söyleyen birisiydi. Muhammed Alluş’un baş müzakereci seçilmesinin Suudi Arabistan’ın bastırması ya da en azından desteği ile olduğunda da kuşku yok. Bu, aşağıdaki yazının öngörüsünü bütünüyle doğruluyor. Suriye’de barışın önündeki en büyük engel, Suudi Arabistan-Katar-AKP Türkiyesi arasında kurulmuş mezhepçi Sünni ittifakıdır. Suud Ocak başında kendi vatandaşı Şii din adamı Nimer el Nimer’in kellesini uçurarak sabote edemediği Suriye barışını şimdi müzakere heyetinin başına tekfirci bir örgütün temsilcisini getirerek bir kez daha engellemeye çalışıyor. Önümüzdeki günlerdeki gelişmeler Suriye meselesinde kritik önem taşıyacaktır.

Suriye artık dünya politikasının merkezi oldu. 65’ten fazla ülke, şu ya da bu biçimde, Suriye iç savaşının parçası. ABD’nin DAİŞ (IŞİD) karşıtı koalisyonunun, çoğu Avrupa ve Arap ülkelerinden oluşan 62 üyesi var teorik olarak. (“Teorik” diyoruz çünkü en azından Erdoğan Türkiyesi’nin DAİŞ’le ilişkisi çok daha karmaşık!) Rusya, İran ve Hizbullah aracılığıyla Lübnan da işin içine girmiş durumda. Çin de Rusya’nın arkasında yerini alıyor. Suriye’nin komşusu İsrail’in bütün iç savaş dönemi boyunca örtülü operasyonlar yapmış olması muhtemel. Buna bir de savaş ağası, sözde “halife” El Bağdadi’nin kendine “İslam devleti” adını veren siyasi birimini, ayrıca iç savaşta birbirinden farklı politikalar güden örgütleri eklerseniz ülke tam anlamıyla bir tımarhaneye dönmüş durumda. Böylece Türkiye’nin yedide biri bir yüzölçümüne sahip, savaş öncesinde 23 milyon nüfusu olan bu ülke, bütün dünya sisteminin çelişkilerinin bir yoğunlaşmasına sahne oluyor. Bir Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesini somut olarak yaratıyor.

Gerçekgazetesinin Eylül sonu-Ekim başı neredeyse tek başına ısrarla belirttiği gibi, Rusya’nın Suriye’ye askeri olarak girişi aslında ABD kampı ve Rusya-İran kampı arasında yeni bir anlaşmanın ürünü idi. Buna “Esad’lı geçiş, Esad’sız çözüm” adını vermiş, ama elbette süreç yaşandıkça sonucun bu başlangıç noktasından farklı bir yere evrilebileceğinin altını çizmiştik. Özellikle Eylül ayındaki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda Obama ve Putin arasındaki atışmalara tarafların bir gövde gösterisinin ötesinde anlam atfetmenin yanlış olduğunun altını çizmiştik (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/putinin-hamlesi-erdoganin-onunu-kesmek-icin). Şimdi Aralık sonunda BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamada oybirliğiyle bir çözüm planının kabul edilmiş olması, ABD-Rusya arasında daha önce bir anlaşmanın yapılmış olduğunu kanıtlamış bulunuyor.

Üçüncü Cenevre’ye doğru

Ocak sonunda Üçüncü Cenevre olarak anılan görüşmeler başlayacak. Gerçek gazetesi, Üçüncü Cenevre’den tam iki yıl önce 2014 Ocak ayında toplanan İkinci Cenevre’nin ölü doğduğunu ilk andan saptamış ve açıkça vurgulamıştı (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/cenevre-ii-olu-dogan-konferans). Üçüncü Cenevre için aynı şey söylenemez. Neden? Burada birçok faktör arasında üçü ön plana çıkıyor. Birincisi, İkinci Cenevre’den sonra 2014 Haziran’ında DAİŞ Musul’u ele geçirerek İslam Devleti’ni ilan etti ve sınırlarını adım adım genişletti. DAİŞ’in varlığı Batı ile Rusya’yı bir ölçüde birbirine yaklaştırıyor. Batı’nın El Kaide’den de daha radikal bir İslamcı örgütten rahatsızlık duyacağı açık. 2015 içinde Paris’te yaşanan iki katliam (Ocak ayında Charlie Hebdo dergisine yapılan, 13 Kasım’da ise 130 insanın hayatına mal olan saldırılar) bile Batı’nın neden tedirgin olduğunu ortaya koyar. Rusya ise sadece DAİŞ’ten değil, bütün mezhepçi-tekfirci örgütlerden rahatsızdır, çünkü bu siyasi akımların gelişmesi hem kendi Federasyonu içinde hem de hâkimiyeti altında tuttuğu Kafkaslar ve Orta Asya’da kendisi için ağır bir tehdittir.

İkincisi, Rusya bu sorunun çözülebilmesi için Beşşar el Esad’dan vazgeçme karşılığında göreli olarak laik bir yapıya sahip Suriye devletinin ana iskeletini korumaya hazırlanmaktadır. BM Güvenlik Kurulu’nda oybirliğiyle kabul edilen anlaşma “sivil devlet” temellidir. Arap siyasi terminolojisinde bu, “laik devlet” kavramına en yakın terimdir. Putin Esad’ı verip tekfirci-mezhepçi örgütlerin hâkimiyetini olanaksızlaştırmaya hazırlanıyor. Tabii Rusya’nın Esad’dan vazgeçme olasılığı da Sünni Arap dünyasında bir umut yaratıyor.

Üçüncüsü, iç savaşın başlattığı Suriye’den kaçış dalgası 2015 yazına kadar komşu ülkelerle sınırlı kalmıştı. Bu yaz büyük çoğunluğu Suriyeli olan yüz binler Avrupa’nın kapısını zorlamaya başladı. Resmi istatistik, bütün yıl için bir milyon sığınmacıdır. Bu, Avrupa Birliği’ni Suriye’de çözümün elzem olduğuna bir anda ikna etmiştir!

Çıbanbaşı: METO

Rusya Suriye’ye askeri müdahaleye girişirken Gerçek gazetesi, yine tek başına, Putin’in ilk hedefinin Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin Suriye politikasına karşı bir barikat oluşturmak olduğunun altını çizmişti (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/cenevre-ii-olu-dogan-konferans). Gelişmeler tam tamına öngördüğümüz gibi oldu. Kasım sonunda Rus uçağının düşürülmesi ile Rusya ve Türkiye’nin Suriye’de cepheden karşı karşıya gelen farklı politikaların peşinde olduğunu herkes gördü. Bunun nedeni, Erdoğan kliği ve AKP’nin Suriye politikasının Ortadoğu’da Şii-Alevi ittifakına karşı Sünni hegemonya mücadelesi içinde Tayyip Erdoğan’ın “reis”liğini ilan etme stratejisinin bir uzantısı olmasıydı. (DAİŞ’le kirli ilişkiler sürdürülmesinde de faktörlerden biri bu idi.)

Bu stratejide Erdoğan kliğinin Şii İran’ın baş düşmanı olan Suudi Arabistan’ın ve Ortadoğu çapında kendisi gibi İhvan (Müslüman Kardeşler) çizgisinin destekçisi olan petrol-doğal gaz zengini Katar’ın mezhepçi politikasının fedailiğini yapma yaklaşımı önemli bir pay taşıyor. Suriye’de bugün bütün taraflar arasında bir anlaşmaya varılmasında en büyük engel bu üçlünün politikasıdır. Nitekim Aralık ortasında Riyad’da, 34 Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkesini bir araya getiren, “Teröre Karşı İslam İttifakı” olarak adlandırılan bir askeri ittifakın ilan edilmesi çıbanbaşının bu ittifak olduğunu göstermiştir. Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) derhal bir bildiri (http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/devrimci-isci-partisi-bildirisi-mezhep-savasinin-katiller-ordusuna-hayir) ile karşı çıktığı bu ittifak, Şii-Alevi dünyasına karşı bir mezhep savaşının askeri gücünün ilk biçimlenmesi olarak görülmelidir. DİP buna Ortadoğu Askeri İttifakı anlamında METO adını takmıştır.

İşte Üçüncü Cenevre’nin, Suriye’nin ve bütün Ortadoğu’nun baş belası bu üçlüdür, onların kurduğu bu ittifaktır. ABD bu üçlünün politikalarına açık çek vermiyor. En son Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Irak’ta kurduğu Başika üssünden çekilmesi için Obama düzeyinde bile baskı yapması bunun açık delilidir. ABD iki tarafı idare etmeye çalışıyor. Ama yarın mezhep savaşı patlak verirse, ABD neredeyse kaçınılmaz olarak Sünni kampını destekleyecektir. Öyleyse, Ortadoğu’da mezhepçiliğe ve bugün onun ardında yer almasa bile onun sağlam müttefiki olan ABD ve genel olarak emperyalizme karşı mücadele, Suriye’nin yaşadığı trajediye son verilmesinin ve bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın patlak verme olasılığına engel olmanın anahtarıdır.