Ortadoğu’da mezhep savaşına ve emperyalizme karşı mücadeleye! Hedef Ortadoğu Sosyalist Federasyonu!

Aşağıdaki metin, RedMed internet sitesi adına uluslararası alanda, özellikle Ortadoğu’ya yönelik olarak İngilizce hazırlanan bir çağrının Türkçe çevirisidir. Metni Türkçe’ye Mehmet Özdemir çevirmiştir. Metin İsrail'in gazze'ye barbarca saldırısının başlamasından önce yazıldığı için o konuda dile getirilenler meseleye ilişkin gelişmelerin erken aşamasında söylenebileceklerle sınırlıdır.

Irak ve Büyük Suriye İslam Devleti (IBSİD) örgütü, altı ay önce Felluce şehrini ve Ramadi şehrinin bazı bölgelerini ve 10 Haziran’dan itibaren de Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u, Saddam’ın doğum yeri olan Tikrit’i, Türkmen nüfusun yoğun olduğu Tel Afer’i ve Bağdat’ın batısına, Ürdün ve Suudi Arabistan sınırlarına kadar uzanan bölgeyi, yani Irak’ın geniş bir kısmını ele geçirdi. Bu, Ortadoğu’da hakimiyetlerini güçlendirme arayışı içinde olan ABD ve AB emperyalizminin, gerici Körfez devletleri ve Tayyip Erdoğan hükümetinin işlediği bir dizi suçun sonucudur. Söz konusu hükümetlerin ve İran’daki gerici molla rejiminin politikalarının yarattığı ortam IBSİD’in Ürdün’ün altı milyonluk nüfusuna eşit bir nüfusu ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki  Rakka’dan Bağdat’ın kuzeydoğusunda İran sınırına yakın olan Diyala eyaletine yani Ürdün’ün yüzölçümüne denk bir alanı, durum her an değişebilecek de olsa kontrol etmesinin yolunu açtı. Bunun yanı sıra,  Ürdün’e saldırması potansiyel bir tehlike; Hizbullah’ın kontrolü altındaki bölgede tahribat gücü yüksek bombalar patlattığı Lübnan’da  da hissedilir bir tehdit haline almış durumda.

Böylesine barbar bir hareketin Ortadoğu’nun kalbinde bu derece güç kazanabilmiş olmasında, emperyalizm ve stratejik müttefikleri, Siyonist İsrail ve bölgenin gerici rejimleri, sömürgecilik döneminden 1991 Körfez Savaşına ve 11 Eylül’den Irak’ın işgaline kadar olan dönemlerde oynadıkları roller dolayısıyla suç ortaklarıdır.

Son dönemde kendisi bir terörizm olan “teröre karşı savaş” biçimini alan emperyalizmin Ortadoğu politikası temelinden sarsılmaktadır. Bu, Üçüncü Büyük Depresyonun içinden geçmekte olan kapitalizmin tarihsel gerileyişinin bir yansımasıdır 

IBSİD’in şu an “İslam Devleti” olarak adlandırılan hâkimiyetini sürdürme ihtimali her ne olursa olsun, IBSİD’in projesi İngiliz ve Fransız emperyalizmi tarafından imzalanan, Çarlık Rusyası’nın örtülü onayını alan Sykes-Picot anlaşmasının I. Dünya Savaşından beri Ortadoğu’da belirlediği sınırlara karşı bir meydan okumadır. Bu anlaşma imzalanmasından bir buçuk yıl sonra, Ekim Devriminin hemen ertesinde, Bolşevikler tarafından emperyalist gizli diplomasiye karşı verdikleri mücadelenin bir sonucu olarak, Arap kitlelerinin gözleri önüne serilecekti. Söz konusu meydan okuma, bölgede I. Dünya Savaşından beri kurulu olan emperyalist düzen için rahatsız edicidir. Bu yüzden, IBSİD’in ortaya çıkışının önünü açan emperyalist devletler ve bölgenin gerici rejimleri ve hükümetleri (Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye) cini şişeden çıkaran ancak eylemlerini kontrol edemeyen büyücü yamağının durumuna düşmüş bulunuyorlar!   

IBSİD Ortadoğu’daki mezhep savaşının bir dinamiğinin, bir tarafta Sünni çoğunluk ve diğer tarafta Aleviler ile birlikte Şii azınlık arasındaki mezhep savaşı dinamiğinin keskin yüzüdür. Ortadoğu’da Sünniler ve Şiiler arasında topyekûn bir mezhep savaşı tehlikesi Amerikan işgali altındaki Irak’ta patlak veren ve 2006-2007 yıllarında zirvesine ulaşan iç savaştan beri varlığını koruyordu. Ancak şu anki dalga esas itibariyle 2011 yılında Arap dünyasında ortaya çıkan devrimlerin önünü kesmek için gerici Körfez devletlerinin emperyalizm ve Türkiye ile işbirliği içinde aldığı bir dizi karşı-devrimci önlemlerin sonucudur: Tunus, Mısır ve Yemen’de “düzenli geçiş” stratejisi; Suudi Arabistan’da kitlelerin bir taraftan terörize edilirken diğer taraftan satın alınması; Libya’da aşiret savaşlarının körüklenmesi ve bunların emperyalist savaş ile eklemlenmesi; Ürdün’de kabine değişikleri; Fas’ta anayasal reform; Bahreyn’de Körfez İşbirliği Konseyi’nin silahlı güçlerinin işgali. Bu karşı devrimci ittifak Suriye’de ise halk isyanını bir mezhep savaşına dönüştürme stratejisine başvurdu. 15 Mart 2011’de Suriye’de başlayan isyan, Şam ve Halep’teki Sünni burjuvazi tarafından desteklenen Alevi Esad ailesinin diktatörlük rejimine, yoksulluğa ve baskı altında yaşamaya karşı tepkinin ortaya çıkardığı bir başka devrim olmasına karşın, aynı yılın Eylül ayından itibaren, Körfez devletlerinin ve Türkiye’nin oluşturduğu gerici ittifak, devrimi adım adım Sünni inancın Alevi baskısı altında olduğunu ileri sürerek bir mezhep savaşına dönüştürdüler.       

Suriye’de başlamakla birlikte, bu mezhep savaşı Şii Hilali olarak bilinen, Şiilerin (ve müttefikleri Alevilerin) hakim nüfus olduğu, batıda Lübnan ve Suriye’den, Irak ve İran üzerinden doğuya uzanan ve güneye kıvrılarak Bahreyn’i ve Suudi Arabistan’ın doğu vilayetlerini içine alan bölgenin tümünde gelişim göstermektedir. Suudilerin liderliğinde Körfez gerici rejimlerinin mezhep savaşını tetikleyerek amaçladıkları, Molla rejimini alaşağı edemese de yalnızlaştırmak ve zayıflatmak amacıyla İran’ın bir taraftan Suriye’deki Esad rejimi ve Lübnan’daki Şii Hizbullah, diğer taraftan Şii hakimiyetindeki Irak ile olan ittifak ağlarını yok etmektir.

Şu çok iyi anlaşılmalıdır: IBSİD yalnızca bir köktenci İslamcı hareket değildir. Ortadoğu’nun tüm Müslüman nüfusunu kapsayan ölçekte bir iç savaşın aracıdır. IBSİD, İslami deyişle Darülharb’in, yani “kâfir” olarak görülen bir rejimin egemenliğinde olan toprakların kontrolünü değil, Darülİslam coğrafyası çerçevesinde Şii İslam üzerinde üstünlük kazanmayı amaçlamaktadır. Örgütün ismi de bunu açık biçimde gösteriyor: Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD), ya da daha doğru çevirisiyle Irak ve Büyük Suriye İslam Devleti (IBSİD) adı, özlemi duyulan devletin kurulacağı coğrafyanın Şii ve Alevi İslamın hakim olduğu tüm toprakları da kapsadığını ima ediyor! Bu iç savaş emperyalizme karşı değil, İslam dünyası içinde bir savaştır. Böyle bir savaş yalnızca emperyalizme yarar sağlayacaktır. Bu iç savaş, pazar yerlerinde patlayan bombalar, yüzlerce sivilin ölümüne neden olan intihar saldırıları, yıkılan ve ateşe verilen kutsal mekânlar ve camiler ve katledilecek on binler hatta yüz binlerle, Ortadoğu’nun bir mezbahaya dönmesi tehlikesini beraberinde getiriyor. İşte bu nedenledir ki, çatışma daha da alevlenerek tüm Ortadoğu’yu kapsayan mezhepler arası açık bir savaşa dönüşmeden, IBSİD mutlaka durdurulmalıdır. Gerici Sünni Körfez ülkeleri ile İran’daki gerici Molla rejiminin petrol ve gazdan elde edilecek rant için rekabeti Ortadoğu’nun işçilerinin ve fellahlarının (yoksul köylülerinin) bu gerici rejimler adına birbirlerinin kanını akıtması tehlikesini taşımaktadır!     

Şunu da çok iyi anlamalıyız ki IBSİD Arap halkının, ülkelerinin emperyalistler tarafından kontrol edilmesine karşı verdiği yurtsever bir savaşın aracı değildir. IBSİD’in 15 bin savaşçısının olduğu tahmin ediliyor ancak tek başına Suudi Arabistan’dan 2.500 militan var! Örgüt başka ülkelerden, Çeçenistan, Afganistan, Bosna ve Kosova’dan savaşta pişmiş militanları, komşu ülke Türkiye’den ve Mağrip ülkelerinden binlerce militanı bünyesinde barındırıyor. Bu, kendisine ümmeti referans noktası olarak alan ve gericilik ve karşı-devrimin hakimiyeti için savaşan bir ordudur.

Bu soruna çözüm getirmesi beklenebilecek ya da beklenilmesi gereken, ABD değildir. ABD Ortadoğu’da şu andaki durumdan birincil derecede sorumlu olan güçtür. IBSİD’in hızlı yükselişi aslında ABD işgali altında Irak’taki Sünni topluluğun yaşadığı ezilmenin bir sonucudur. Şii hakimiyetindeki Maliki hükümeti hayatı Sünni nüfus için daha da katlanılmaz hale getirdi. İki dönem ülkeyi yöneten Maliki 30 Mart seçimlerinden de birinci politik güç olarak çıktı. Bu, son dönemde yaşananlarının tetikleyicisi oldu. IBSİD, tabi konumdaki Sünni topluluk tarafından kendilerini yeni Irak içinde ezilen kesim olmaktan kurtaracak bir güç olarak karşılandı. Sünni örgütlerin, Saddam’ın Baas Partisi’nin kalıntıları (Saddam’ın adamı İzzettin al-Duri’nin başında olduğu Nakşibendi Yolu) ve ayrıca bir dizi İslamcı hareketin ve aşiret güçlerinin (Meclis Thuwar Anbar, Cayş el Mücahidin, Cayş Ensar el-Ehli Sünni, ABD’nin Sünni isyanları bastırmak için kullandığı 100 bin kişilik gücü olan Sahwadankaçarak saf değiştirenler) IBSİD’e katılması örgütün Sünni topluluğu tarafından ne kadar sıcak bir şekilde karşılandığının açık bir ifadesidir. Eğer Saddam’ın, Arap coğrafyası standartları açısından laik bir siyaset adamı olduğu gerçeği olmasaydı, bu durum Saddam’ın intikamı olarak bile adlandırılabilirdi.

Çözüm beklenebilecek ya da beklenmesi gereken güçler Suudi Arabistan veya Katar da değildir. El Kaide’nin bu devletlerin kolayca sindirebileceği tarzda bir hareket olmadığı doğrudur. Ancak, IBSİD dahil, bu gerici silahlı güçleri eğiten, silahlandıran ve finanse edenler de bu devletlerdir. IBSİD ile ittifak kuran Sünni aşiret güçleri ve silahlı İslamcı örgütler ile hâlâ yakın ilişkiler sürdüren de yine bu devletlerdir ve Ortadoğu’daki mezhep savaşları stratejisinin arkasında da yine onlar yer almaktadır.

Erdoğan ve AKP hükümeti de bu soruna çözüm oluşturamaz. AKP hükümeti Türkiye-Suriye sınırını yol geçen hanına çevirdi! 2012 yılının başından beri İslamcı silahlı güçler Türkiye’de kamp kuruyor, Türk militanları saflarına katıyor, militanlarını bu kamplarda eğitiyor, gündüz Suriye’ye geçip saldırılarını gerçekleştirdikten sonra gece Türkiye’ye dönüyor, çatışmalarda yaralanan militanlar Türkiye’deki hastanelere yatırılıyor ve tedavi ediliyor. Türkiye aynı zamanda Suudi Arabistan ve Katar’ın para ve silah yardımlarının militanlara aktarılmasında aracı bir rol de üstleniyor. IBSİD’in Musul’u işgal ettiği gün Türkiye’nin başkonsolosunu ve konsoloslukta bulunan diğer kişileri esir almasına ve hâlâ esir tutuyor olmasına rağmen, Erdoğan açık bir biçimde IBSİD’e karşı çıkamıyor. Bunun nedeni, Erdoğan’ın tüm stratejisini Ortadoğu’da bir mezhep savaşının körüklenmesi üzerine kurmuş olmasıdır. Erdoğan Sünni dünyasının uluslararası ölçekte yüceltilen lideri olmanın hayallerini kuruyor. Bu sebeple, Sünni dünyası IBSİD’e sırtını dönmediği müddetçe örgüt ile açık bir mücadeleye girmesi çok zor.

Erdoğan aynı zamanda IBSİD’in Suriye’nin kuzeyinde Rojava’daki Kürt özerk yönetiminin hakimiyetine ve güçlenmesine karşı savaşacağını umuyor.  Çok açık ki, bunun nedeni özerk yönetimde hakim politik gücün PKK yanlısı olmasıdır. Ayrıca, Erdoğan’ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi lideri ve ABD’nin sıkı dostu Barzani’yle ittifakı göz önünde tutulursa, AKP hükümeti Güney Kürdistan’ı himayesi altına alma planlarını da gizleyemez. Bu planların amacı, hem zengin petrol rezervlerinden yararlanmak,  hem de Türkiye’de ve bir bütün olarak bölgede Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmektir. Netanyahu’nun birdenbire Irak’ta “bağımsız makul bir Kürdistan”ın savunucusu olarak ortaya çıkması da rastlantı değildir. Bununla birlikte, Türkiye ve Suriye’deki Kürt hareketinin radikalleşmiş gençliği içinde ayrılıkçılık eğilimini tetikleyebileceğinden dolayı, Irak’tan bağımsızlığını kazanmış bir Kürdistan’ın Türkiye için cazip olacağını söylemek hiç de kolay değildir. Bu sonuncu ihtimal Türkiye’de hali hazırda keskin olan krizi derinleştiren bir bumerang etkisi yaratabilir ve devrimci bir cepheleşmenin koşullarını olgunlaştırabilir.

İdeolojik ifadesini geçmişi çok eskilere uzanan dini ayrışmalarda bulan Ortadoğu’daki savaşın ve karşılıklı kırımın dinamikleri bölgedeki çeşitli ülkelerin rekabet eden yönetici sınıfları arasındaki güç mücadelesinin içinde yatmaktadır. Bu arka plan bağlamında, emperyalizmin, hem ABD hem de AB emperyalizmlerinin çıkarları, bölgedeki güçlerin doymak bilmez petrol rantı açgözlülükleri ve bugün geri planda duran ama hiç eksik olmayan Siyonist akbabanın stratejik hesapları, hepsi iç içe geçerek yakın gelecek için patlamaya hazır bir durum ortaya çıkarıyor.

Üç İsrailli gencin kimliği belirsiz kişilerce öldürülmesine misilleme olarak, İsrail Filistin halkına yönelik baskısını hali hazırda arttırmaya başladı. Aynı yaşlarda bir Filistinli genç İsrail tarafından öldürülürken, Gazze askeri saldırganlığın hedefi haline gelmiş durumda. Kuşkusuz ki, bu, Ortadoğu’da şiddet ortamını daha da besleyecektir. Filistin halkına İsrail’de, Batı Şeria’da ve Gazze uygulanan zulmü durdurmak için elimizden geleni yapmalıyız.

Bu dinamikler ile çıkarları çelişki içinde olanlar, bölgenin işçi sınıfı, yoksul köylüleri ve kent yoksullarıdır. Bu barbarlığa doğru gidişe ancak emekçi sınıflar bir son verebilirler. Bu mücadelede, Ortadoğu’nun ezilen ulusları ve inançları, en başta Filistinliler ve Kürtler, emekçi yığınların en yakın müttefiki olacaktır. Bölgenin işçi sınıfının, başka yerlerde de olduğu gibi, toplumun tüm ezilen kesimlerini,  kurtuluşa acil bir ihtiyaç duyan kadınlar ve yaygın işsizlik ve yoksulluğun altında ezilen gençlikten başlayarak etrafında toplaması gereklidir.

İnancına, milliyetine ve etnik kökenine bakmaksızın, Ortadoğu ülkelerindeki tüm sosyalist hareketleri ve işçi hareketini Ortadoğu’nun bir mezbahaya çevrilmesine karşı uluslararası bir hareketi başlatmak için hazırlanmaya çağırıyoruz. Bu korkunç kâbus bölgemizde her geçen gün bir gerçekliğe dönüşmeye doğru giderken, devrimci Marksist hareketimizin uğruna on yıllardır ve hala durmak bilmeksizin mücadele ettiği enternasyonalizm geniş kitleler için her zamankinden daha yakıcı bir ihtiyaç olarak ortaya çıkacaktır.

Ortadoğu çapında bir mezhep savaşı ihtimaline karşı tek gerçek alternatif Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’dur. Bu zorlu mücadelede, uluslararası işçi sınıfı ve özellikle AB emperyalizmi tarafından kitlelere dayatılan insanlık dışı kemer sıkma politikalarına karşı mücadele veren Güney Avrupa proletaryası Ortadoğu halklarının başlıca uluslararası müttefiki olacaktır.

Bu mücadelenin nihai hedefi tüm ulusları ve inançları kapsayan Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’nun kurulmasıdır. Bu ancak bölge proletaryasının sosyalist mücadelesinin bir sonucu olabilir. Barbarlığa doğru gidişi sosyalizm ile durduralım.

RedMed Yayın Kurulu adına

Sungur Savran (DİP, Türkiye)

 Savas Mihail-Matsas (EEK, Yunanistan)