Musul'u ve Ortadoğu'yu kurtarmak için mezhepçilikten ve emperyalizmden kurtulmak gerek

Musul'u DAİŞ'ten kurtarmak için Kürt Peşmerge kuvvetleri ve Irak hükümetine bağlı ordu ve milis kuvvetlerinin başını çektiği bir kara gücü 17 Ekim gece yarısından itibaren şehri kuşatmış ve taarruza geçmiş durumda. Saldırı ABD'nin başını çektiği koalisyonun hava ve topçu desteği eşliğinde gerçekleşiyor. Musul muharebesinin öncesinden başlamak üzere en çok tartışılan konulardan birisi ise Türkiye'nin Başika bölgesindeki askeri varlığı ve gerek desteklediği Sünni Arap milisler gerekse de "arazide olmak" parolasıyla hava ve kara birlikleriyle Musul muharebesine katılma gayretleri.

DAİŞ kimin düşmanı?

Musul 10 Haziran 2014'te DAİŞ tarafından istila edilmişti ve DAİŞ bir gün sonra Türkiye'nin Musul Başkonsolosu ile birlikte 49 kişiyi rehin almıştı. Takip eden dönemde DAİŞ, Musul’u ele geçirmeden yaptığı ve 52 kişinin hayatını yitirdiği saldırıdan sonra bir süre sessiz kalmanın ardından 2015 Haziran seçimleri öncesinde Diyarbakır'da HDP mitinginde bomba patlattı ve 4 kişiyi öldürdü, 20 Temmuz 2015’te Suruç'ta 33 sosyalist genci, 10 Ekim 2015’te ise Ankara Garı'nda yüzden fazla işçiyi, emekçiyi, genci, kadını, 2016’da ise İstanbul Atatürk Havalimanı'nda 45 kişiyi katletti. Bu kanlı tekfirci ve mezhepçi örgüt Gaziantep'te bir düğüne canlı bomba saldırısı düzenleyerek birçoğu çocuk 50'den fazla insanımızı katletti. İstanbul Sultanahmet'te ve İstiklal caddesinde canlı bomba eylemleri yaptı, Türkiye vatandaşlarını ve yabancı turistleri katletti. DAİŞ'in Kilis'e yönelik roket saldırılarında ise 21 kişi hayatını kaybetti.

Bu bilanço ortadayken DAİŞ'e vurulacak her darbenin Türkiye'nin emekçi halkını yakından ilgilendirdiği açıktır. Hiç şüphesiz ki DAİŞ sadece tüm Ortadoğu halkları gibi Türkiye halkının da düşmanıdır. DAİŞ'in Türkiye'de yaptığı katliamlara bakarak Türkiye'yi yönetenlerin DAİŞ'e karşı yapılan bir askeri operasyona ilgi duyması hatta bu operasyona katılmak istemesi gayet normal karşılanabilirdi. Oysa Erdoğan ve AKP hükümeti Musul üzerinden, Irak başbakanı ile ağız dalaşına giriyor, Şengal'daki Kürtleri tehdit ediyor, İran'a çıkışıyor, Şiilerin Musul'a girmesine şiddetle karşı çıkıp DAİŞ'le savaşan örgütleri terörist ilan ediyor ama sorunun kaynağı olan DAİŞ'in pek az sözünü ediyor.

DAİŞ'in Musul'u istila ettiği ve 49 kişiyi rehin aldığı dönemde de AKP iktidarı ısrarla DAİŞ'i bir terör örgütü olarak tanımlamaktan imtina ediyor, örgütü "terörize bir yapı" gibi absürd ifadelerle ya da “öfkeli gençler” gibi mazur ve mağdur gösteren değerlendirmelerle niteliyor, Iraklı Sünnilerin haklı güvenlik kaygılarının ifadesi olarak neredeyse haklı gösteriyordu.. Suriye'nin kuzeyinde DAİŞ, Kürt kenti Kobani'yi kuşattığında Erdoğan'ın yaptığı "düştü düşecek" açıklaması Kürt halkında büyük bir infiale yol açmıştı. DAİŞ sadece mezhepçi değildir, sadece Şiilere ve Kürtlere düşman değildir. Aynı zamanda kendisinin uygun gördüğü biçimde yaşamayan, lideri sözde “Halife” Bekir el Bağdadi’ye biat etmeyen herkese düşmandır. Hiçbirini Müslüman saymadığı için hepsini süşman sayar. Kısacası Tekfircidir. Yani kendi dışında herkesi kâfir ilan eder.

DAİŞ, Türk, Kürt ve Arap halklarına düşmanlık güdüp katliamlar yaparken, AKP iktidarının DAİŞ'i düşman kabul etmesi epey uzun bir süre aldı. Diyarbakır'da DAİŞ bomba patlatmış, Erdoğan'ın ve AKP'nin emrindeki polis halka su ve gaz sıkmıştı. Suruç'ta katledilen gençleri anmak isteyenler her seferinde polis baskısıyla karşılaştı. 10 Ekim Ankara Garı katliamında yaralı insanlar polisin biber gazını solumak zorunda kalmış, pek çoğu bu yüzden ölmüştü. Musul operasyonundan sadece bir hafta önce 10 Ekim katliamının yıldönümüydü ve AKP iktidarının katliamı anmak isteyen insanlara muamelesi yine gaz, cop, ters kelepçe ve gözaltı oldu. DAİŞ katliam yaptı ama Erdoğan ve AKP iktidarı için katiller değil hep katledilenler tehdit olarak görüldü.

"Mezhep savaşı çıkar" değil "mezhep savaşı çıkarırız"

Erdoğan ve AKP hükümeti, Irak hükümetinin desteklediği Şii milislerin Musul'a girmesine mezhep savaşı çıkar gerekçesiyle karşı çıkıyor. Yani Erdoğan'a göre mezhep savaşı tehlikesi Suriye ve Irak'ın yanı sıra Afrika'da ve Yemen'de de mezhepçi katliamlar yapan, Şii camilerini bombalayan DAİŞ'in Musul'daki varlığından değil Şiilerden kaynaklanıyor.

Bugün Irak'taki askeri varlığını meşrulaştırmak için Türkmenlerden bahseden AKP, DAİŞ Telafer'e, Ömerli'ye, Tuzhurmatu'ya girip katliam yaparken kılını kıpırdatmamıştı. Zira Irak Türkmenleri'nin çoğunluğu Şii'dir. İşte bu Türkmenlerin önemli bir kısmı da bugün Türkiye hükümeti tarafından “asla Musul'a girmesin” denen Şii Haşdi Şabi saflarında savaşmaktadırlar. Türkiye'nin Başika'da askeri kamp kurmasını isteyen ise Musul'un anahtarını DAİŞ'e teslim edip kaçan eski Vali Asil Nuceyfi'dir. Türkiye'nin DAİŞ'e karşı eğitip donattığını iddia ettiği Ninova Muhafizları grubu işte bu Nuceyfi'nin adamlarıdır. Türkiye'nin Musul'a müdahalesini isteyen diğer bir güç ise Musul ele geçirilirken DAİŞ'le işbirliği yapan Nakşibendi Ordusu'dur. Nakşibendi Ordusu, esas düşmanı olarak Şiileri görmektedir ve bunu açıkça söylemekten çekinmemektedir.

Tablo bu kadar açık iken, Erdoğan ve AKP'nin "mezhep savaşı çıkar" uyarısının "mezhep savaşı çıkarırız" tehdidi olarak tercüme edilmesi gerektiği açıktır. Dolayısıyla da Erdoğan ve AKP'nin Türkiye'yi şu ya da bu ölçüde, vekâlet yoluyla ya da doğrudan askeri birlikler eliyle Musul'a sokma politikasının hiçbir meşruiyeti yoktur.

Türkiye Başika'dan çekilmelidir

TSK birliklerinin Irak'ın resmi hükümetinin iradesi hilafına Irak topraklarında bulunması doğru değildir. Ancak sorun bununla da sınırlı değildir. Ortadoğu'da nüfuz elde etmek üzere mezhepçiliği bir araç olarak kullanan Erdoğan ve AKP'nin Musul politikası Irak'tan öte bizzat kendi halkına yönelik bir tehdit oluşturmaktadır. Irak'ta mezhepçi bir politika güden Erdoğan, İstanbul'da 3. Köprü'ye, Şah İsmail ile savaşırken, Osmanlı topraklarında yedi yaşından büyük olmak kaydıyla 40 bin Şii ve Aleviyi kılıçtan geçirip zindana attıran Yavuz Sultan Selim'in adını vermiştir. Erdoğan ve AKP hükümeti, kendi vatandaşı Şiilerin önde gelen din adamı Şeyh Nimer Bekir el Nimer’in başını uçuran, Şii İran ile savaşa hazırlanan gerici Suudi Arabistan rejimini kendine baş müttefik seçmiştir. Türkiye'deki milyonlarca Alevi haklı olarak Erdoğan ve AKP'nin iktidarı altında kendisini ciddi bir tehdit altında hissetmektedir. Bu tehdit algısı somut bir gerçekliğe dayanmaktadır ve sadece dış politikada değil, eğitim başta olmak üzere devletin pek çok alandaki uygulamalarında kendisini göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye'nin Başika'daki askeri varlığı, Türkiye halkı için bir güvence değil tam tersine iktidarın mezhepçi politikalarını keskinleştiren ve mezhep savaşını Türkiye içine taşıma potansiyeli gösteren bir tehdit unsurudur.

Mezhepçilik Türkiye'yi ABD'ye ve İsrail'e yaklaştırıyor

Türkiye'nin Suriye ve Irak'taki varlığı başta her iki ülkenin hükümetleri olmak üzere bölgedeki güçlerin çoğunluğundan destek bulamamaktadır. Musul muharebesi başlar başlamaz Bağdat'taki Türkiye konsolosluğu önünde kitlesel protestolar başlamıştır. Irak hükümetine bağlı milisler Başika kampı etrafında konuşlanmaya başlamıştır. İran ve Rusya da Türkiye'nin Başika'da bulunmasına karşıdır. Erdoğan ve AKP'nin en yakın müttefiklerinden biri olarak gördüğü Barzani bile Başika için Irak hükümeti ile uzlaşının sağlanması gerektiğini söylemektedir. Bölgede yukarıda zikrettiğimiz Sünni mezhepçi bazı yapılanmalar dışında Türkiye'nin girişimlerine karşı çıkmayan tek güç İsrail'dir. Aynı İsrail'in DAİŞ ve El Nusra'nın karşısında  İran, Suriye ve Hizbullah'ı esas düşman olarak ilan etmekten çekinmediği, Golan Tepeleri'nde El Nusra'ya askeri destek verip, Suriye sınırında DAİŞ militanlarını tedavi ettiği, şimdi de Dürziler üzerinde bir oyun yoluyla Suriye’nin bir bölümünü ilhak etmeyi planladığı düşünüldüğünde ve Siyonizmin Arapları bölmek için mezhep savaşını körükleyen tarihsel bir strateji izlediği hesaba katılırsa, İsrail'den gelen zımni desteğin niteliği daha iyi anlaşılacaktır.

ABD ise Irak hükümetinin rızası olmadan Türkiye'nin Başika'da asker bulundurmasının yasadışı olacağını açıklamıştır. ABD, İsrail'den farklı olarak askeri stratejisini Çin'i ve Rusya'yı kuşatma perspektifiyle Asya-Pasifik merkezli belirlediği için, Ortadoğu'da olası bir mezhep savaşı çıkartmakta İsrail kadar istekli değildir. Çünkü bu ABD'nin askeri güçlerini yeniden Ortadoğu'ya kaydırmasına yol açacaktır;böyle bir gelişme, dünya ölçeğinde savaş dinamiklerinin keskinleşmeye devam ettiği bir süreçte Rusya ve Çin karşısında bir zaaf oluşturabilir. Ancak ABD'nin bu politikasını mutlak kabul etmemek gerekir. Yani Türkiye'nin mezhepçi politikasının ve Musul'a yönelik yayılmacı emellerinin karşısındaki engel ABD emperyalizmi değildir. Bilakis, ABD sultası altındaki bir Türkiye'nin, NATO üyesi bir güç olarak Musul'da bulunması pekâlâ emperyalizmin çıkarlarıyla örtüşecektir. Erdoğan ve AKP açısından da Musul'un anahtarı ABD'nin elinde görünmektedir. Erdoğan ve AKP, bu anahtarı Türkiye'ye teslim etmesi için TSK'yı bir ihraç malı olarak ABD'nin emrine sunmaktan çekinmemektedir. İşte bu sebepledir ki iktidarın müdahaleci ve mezhepçi Musul politikası Türkiye'yi giderek daha fazla ABD ve İsrail nüfuzu altına sokma eğilimi göstermektedir.

Halkların kardeşliği ve zaferi için tekfirciliğe, mezhepçiliğe, emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadele 

Musul muharebesi, ancak daha büyük bir Ortadoğu savaşının bir parçası olarak kavranabilir. Ortadoğu savaşı da emperyalizmin taşlarını döşediği bir üçüncü dünya savaşının tetikleyicisi olma potansiyeline sahiptir. Mesele tek başına Musul'un DAİŞ'ten kurtarılmasından ibaret değildir. Ortadoğu çapında gerici nitelikli bir mezhep savaşının dinamikleri giderek olgunlaşmaktadır. Türkiye'nin politikası da yangına körükle gitmektedir. Ancak Ortadoğu halkları hiçbir şekilde seçeneksiz değildir. Ortadoğu'nun yakın tarihi Şii-Sünni çatışması kadar Şii-Sünni kardeşliğinin ve ortaklığının da örnekleriyle doludur. Ortadoğu'da halkların kardeşliği boş sözlerle değil mücadele ile yükselmektedir. Şii Hizbullah ve Sünni Hamas, İsrail Siyonizmi'ne birlikte vurmuştur. 2004 yılında Sünni çoğunluklu Felluce ABD işgaline karşı direnirken, Necef başta olmak üzere bir dizi Şii kenti de emperyalizme karşı ayaklanarak bu direnişe güç katmıştır. İşçilerin, emekçilerin, ezilen halkların seçeneği işte bu örneklerde yatmaktadır. DAİŞ, Musul muharebesini eninde sonunda kaybedebilir ama Ortadoğu'nun emekçi halklarının zaferi mezhepçi sermaye iktidarlarının, emperyalizmin ve Siyonizmin yenilgisine bağlıdır. Türkiye, Musul muharebesinde değil anti-emperyalist ve anti-Siyonist mücadelede yerini almalıdır!