Kıbrıslıların ideolojik ve askeri olarak silahlanması!

Adam yaşama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakır kaseye çiçekleri koydu

Sütünü yumurtasını koydu

Pencereden gelen ışığı koydu

Bisiklet sesini çıkrık sesini

Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu

(…)

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu.

 

Edip Cansever

 

Kıbrıs’ta ‘toplumlararası’ olduğu söylenen ya da “Kıbrıs sorunu” diye özetlenebilecek ‘müzakereler’, Türk tarafının silah zoruyla ha başladı ha başlayacak! İşgal ettiği ve sömürgeleştirdiği topraklarda Türk devleti gasp ettiği birçok hakkı ve mülkü tamamen massedebilmek için “uluslararası kamuoyu” gözü önünde bir sirk kurma telaşında. Tayyip Erdoğan’ın ‘barış şovenizmi’ bu yüzden: Türk devleti, Kıbrıs’a barış gelecekse onu da silah zoruyla biz getiririz diyor yeniden... Bu kez barışın adı doğal gaz ve Kıbrıslıların biraz daha silahsızlandırılması için sondaj! Kıbrıs’a “almak-vermek” ve “satmak” üzerinden bakan, Kıbrıs’ın kendi malları olduğunu düşünen işgalci-sömürgeci Türk ulusu mensuplarına iyi haber: Türk devleti, yani ‘kendi hükümetiniz’, gasp ettiği haklarımız ve mallarımız üzerinde bekçi köpekliğinden vergi memurluğuna yükselme telaşında.

Kıbrıs’ta müzakereler üzerine bir haber çıkmışsa, duyacağınız kelimeler “toplumlararası” ve “toplum liderleri”dir. Kıbrıs sorunu Türkler ve Rumlar arasında bir sorun sanıldığı için sirk de böyle kurulur. Ama müzakereler Kıbrıslılar arasında değildir: İşgalcilerin Kıbrıslıların bir kısmıyla diğer kısmına karşı oturdukları bir masadır müzakereler.

Emperyalistler ve işgalci TC arasında geçen müzakereler başlayalı, kısacası masa kurulalı 50 yıl oldu. Türk işgali de 39 yılı devirdi. “İki bölgeli iki toplumlu…” diye başlayan, “BM parametreleri çerçevesinde” diye devam eden, ‘konjonktür’e göre Kıbrıslıların taleplerini eğip-büken ama Türk burjuvazisinin ‘ulusal çıkarları’nın ‘kırmızı çizgiler’ini çiğnemeyen, Britanya, Yunanistan ve Türkiye’nin silahlı garantörlüğünü tartışmayan, Britanya’nın 99 mil karelik üslerinin konu bile edilemediği müzakere masasında bütün ‘taraflar’ca kabul edilen, yazılı olarak olmasa da sözlü olarak kutsal kitap hükmündeki ana tez şudur: Kıbrıs bir kere bölündü, taksim edildi. Bundan sonra çözüm ne olursa olsun coğrafi olarak bu çerçevede olacak: Etnik, tampon bölgelerden oluşan, Kıbrıs’ın birliğinin olabildiğince imkânsız hale geldiği, ekonomik olarak eşitsizliğin sürdürüldüğü yapay ve sosyal sınırlarla süslenmiş batmayan uçak gemisi kalacak!

Bu yazıda bahsedeceğimiz masa, Edip Cansever’in şiirinde bahsettiği “masa” değildir, o masada da Kıbrıs’ta yoktur. “Masa da masaymış ha!” diyebilmek içinse Kıbrıs’taki “masa”nın devrilmesi mecburiyettir. Kıbrıs’ta masaya 50 yıl önce yanlış düzenle oturuldu ve aynı yanlış düzen sürüyor: O yanlış çelişkiler üretti, çelişki biriktirdi, bir’i ikiye böldü, sonra da Kıbrıs’ı ikiye böldü.

Sizin masanız ancak devirip barikat yapmaya yarar!

Bu satırların yazarı Kıbrıs’ın işgalcisi ve sömürgecisi olan TC devleti ve burjuvazisinden ağız dolusu nefret eden, bağıra bağıra onlara karşı kin tutan, çünkü onlar tarafından yurtsuzlaştırılmış, toprağı elinden alınmış bir Kıbrıslı enternasyonalisttir. “Kıbrıs’ı satacaklar, satıyorlar” lafını duyduğunda tüyleri diken diken olan anti-sömürgeci bir sömürge tebaasıdır. Geçen yıl bu vakitler TC orman ve su işleri bakanı “Rumlar haddini bilsin!” diyordu, üzerinden bir sene geçti, bu yıl ise “KKTC’yi TC’ye bağlayacağız!” diyor. Bu yazıda okuduğunuz “müzakere” teranesinin en özet biçimi şudur: “Kıbrıslılar haddini bilsin, TC devleti hadlerini bildirsin.” Müzakere dedikleri budur. Bu had bildirmenin sonunda da Kıbrıslılar borçlu çıksın, borçlandırılsın ve silahsızlandırılsın. 

Yukarıda gördüğünüz fotoğrafta bir masa var! Edip Cansever’in masası değil. Davutoğlu’nun masası. O masadan bir karar çıktı. Ajanslar “şok şok şok!” diye verdi haberi. Türk ve Rum Kıbrıslı “müzakerecilerin” Türkiye ve Yunanistan’a çay içmeye gideceklerini bildirdiler. Bu haber çıktıktan sonra ise Egemen Bağış yine Kıbrıslılara haddini bildirdi: “Anastasiadis aklını başına toplasın!” dedi. İçilecek olan çayın İngiliz çayı olduğuna şüphe yok. Çayı ikram eden TC sömürgeciliği, masa ise Davutoğlu’nun masası!

Kıbrıs’taki müzakere masasında tek yeni olan şey Sıfır Ahmet Paşa’dır! Sıfır sorun politikasıyla doğuda komşuları sıfırlayan Davutoğlu’nun yüzünü Kıbrıs’a ve Yunanistan’a çevirmesi yeterince tehlikeli bir yeniliktir. Sırf bu yüzden dikkatli olmak gerek!

Masanın olmazsa olmazı: Kıbrıslıların ideolojik ve askeri silahsızlandırılması

1. Kıbrıslıların ideolojik silahsızlandırılması: Masada yanlış oturma düzeni var!

Bugün KKTC meclisinde bulunan sözleşmeci-anayasacı liberallerden, meclis dışındaki sivil toplumcu liberallere,  TÜSİAD’dan MÜSİAD’a, Kıbrıslı radikal soldan, sol liberalizmin farklı biçimlerine, Kıbrıslı Türk milliyetçilerinden Davutoğlu’na herkesin benimsediği tez Kıbrıslıları ideolojik olarak silahsızlandırmıştır: “iki bölgeli iki toplumlu Kıbrıs”. Bu beş kelime, son elli yılın özetidir ve Kıbrıs’taki beyinleri dumura uğratmış, ideolojik sınırları silikleştirmiş, Kıbrıslıları emperyalizm karşısında ideolojik olarak esir almıştır. Kıbrıs’ın sırrı şudur: Önce bu beş kelimeyi dile getireceksiniz, sonra ne derseniz diyeceksiniz: Üslerden, yabancı ordulardan arınmış, silahsızlandırılmış Kıbrıs veya tam bağımsız-garantörsüz Kıbrıs…  Yan yana yazılabilen birçok kelime ile çokça slogan üretebilirsiniz, yeter ki ilk beş kelimeyi unutmayın. 

Zaman zaman radikal sol “BM parametreleri” lafına kem küm etse de en nihayetinde “iki bölgelilik”le bir sorunları yok. Masada ‘yapay’ iki tarafın olması, Kıbrıs’ta iki taraf arasında öyle veya böyle sınırın kalıcı olacağı çözüm ve masadaki yanlış oturma düzeni tartışmaya açılamayacak kadar “uluslar, sınıflar ve partiler üstü” bir meseledir. Bu yüzden emperyalizmin Kıbrıslıları yola getirmek için özel bir propaganda yapmasına gerek yok.  Her yeni doğan bebek konuşmayı öğrenirken “BM parametreleri” kelime grubunu da öğreniyor. İşgalcisiyle işgal edileniyle Kıbrıs et ve tırnak oluyor. Hiç kimse de sormamış: Emperyalizmle ve işgalcimizle aynı şeyi savunuyoruz, bir terslik yok mu?

Demokrasinin soyut bir biçimde sınıflar üstü bir cephede savunulduğu, reformların, sivilleşmenin-demokratikleşmenin ve yeni anayasaların “sınıfsız kaynaşmış bir kitlenin ortak çıkarları” için olduğunun herkesçe kabul gördüğü, Avrupa Birliği’nin benzer bir yaklaşımla hâlâ çekim merkezi olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde alınan kararların “mücadelenin köşe taşı” muamelesi gördüğü sol liberalizm için barış kavramı da sınıflar üstüdür. Ezelden beridir, solun “çözüm” –ama nasıl olursa- sağın ise “Türkiye ne derse o caizdir” dediği Kıbrıs’ta, 2000lerin başından bu yana sol sağa kaynak yaptı, çünkü “Türkiye artık çözüm istiyor”du.  

Önce Kıbrıs’ta sol kendini “barışçılık”, “ulusötesi-kozmopolit” olmak, “çözümcülük” ve anti-militarizmle avuttu. Sınıf eksenine gerek duymadan AB emperyalizmini de “emeğin Avrupası” adı altında savunmak adına kendini ve kitleleri kandırdı. Tabii memlekette grevler, genel grevler, burjuvazinin sınıf taarruzları oluyordu. Ama memlekette işçi sınıfı olmadığı kanısı hakimdi. Öyleyse greve çıkan bu insanlar ne? Sol liberallerimizin bir katkısı olarak, Avrupa Birliği Kıbrıs’ın güneyinde iflas etmişken kuzeyinde hala ekonomik kalkınma anlamına geliyorsa emperyalizm masayı istediği gibi kurar.  

Kıbrıslıların ideolojik silahsızlandırılmasınınbirinci biçimi: Masadaki yanlış oturma düzeni ile Kıbrıslıların tampon bölgeler ve etnik kamplarla işgalci TC ve emperyalizm karşısında çaresiz ve yalnız kalmasıdır. Bu durumun değirmenine su taşıyan her türlü eylem bu silahsızlandırmaya girer. İdeolojik silahsızlandırma biçimlerinin ikincisi ise sol liberalizmdir: Demokrasiyi, barışı, uluslararası sözleşmeleri-anayasaları ve en nihayetinde AB emperyalizmini, ideolojiler ve sınıflar üstü kaynaşmış, “hep beraber” bir durum olarak sunan ideolojik hat da Kıbrıs’ın ezilenlerinin ikinci silahsızlandırılma biçimidir.

Masanın çeperi ve çapı

Kıbrıs’ta masa en başından yanlış kuruldu. Bir tarafta emperyalizm, işgalci TC ve memurları, karşılarındaysa Kıbrıs’ın ezilenleri, göç edenleri, yerinden yurdundan olanlar olması gerekirken işgalci TC ile Türk Kıbrıslılar Rum Kıbrıslılara karşı müzakere ediyor. Görüntü bu. Ama 2013 yılını 2014 yılına bağlayan bu ‘yeni’ müzakere sürecinde masa hiç olmadığı kadar kalabalık: Almanya, Fransa, Britanya, AB, ABD, BM, NATO, İsrail, TC, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti…

Masa yanlış kurulduğu için 50 yıldır yapılan müzakerelerde tek bir taraf kazandı: Türkiye ve emperyalizm… Kazananların daha fazla kazanması için Türk sömürgeciliği bu yılın Mart ayından beridir bir atılım başlatmaya çalışıyor.

Bu atılımın, bu dönemde olmasının iki nedeni var:

1. Kıbrıs Cumhuriyeti ekonomik yıkımdan dolayı, başta Alman emperyalizmi olmak üzere AB tarafından köşeye sıkıştırılmış, eli kolu bağlanmış durumda.

2. Kürdistan’da yapılan petrol açılımından sonra TC sömürgeciliği Kıbrıs’ın özel olarak doğal gazına, bir bütün olarak da bütün yer altı kaynaklarına (kullanıma kapalı madenler dâhil ve yeni gündeme gelen altın madenleri) gözünü dikmiş durumda. Doğal gazın Türkiye üzerinden geçmesi için bütün gücüyle bastırıyor.Bugün Türk hükümetinin Kıbrıs’ta çözümden anladığı tek şey şudur: Mevcut durum korunurken ne olursa olsun Kıbrıs’ın doğal gazı Türkiye üzerinden pazarlansın.

Tam da bu ikinci nedenden dolayıdır ki, Noel’e kadar başlaması için baskı yapılan bu müzakere sürecini “doğal gaz açılımı” veya “doğal gaz barışı” olarak adlandırıyoruz. Kıbrıs’taki bu açılım süreci Kürdistan’daki “petrol açılımı” veya “Kerkük-Musul açılımı”nın bir devamıdır: Kürdistanlı ve Türkiyeli devrimci Marksistler ve aydınlarla birlikte yaptığımız ve TC’nin iki sömürgesi olduğunun altını çizdiğimiz “Kıbrıs-Kürdistan Kongresi” konferansları tam da bu yüzden haklıdır. TC sömürgeciliği çifte sömürgesinde çifte politika güdüyor.

Türkiye’nin “fırsat”a çevirmeye çalıştığı Kıbrıs’ın ekonomik iflasından doğal gaz açılımına döşenen yol TC devletinin her zaman unuttuğu bir gerçeği hatırlatıyor: TC Siyonizm ve emperyalizme tâbidir! Emperyalizm Kıbrıs’a saldırmasına izin veriyor, TC devleti de saldırıyor. Bekçi köpekleri zaman zaman çiftliğin sahibi sanırlar kendilerini. Oysa bilmedikleri bir şey vardır: Çiftlik pisledikleri alandan çok daha geniştir. “50 yıllık sorunu 3 ayda çözeriz” diyen Tayyip Erdoğan da Kıbrıs’ın kaç BM bürokratı-diplomatı “gömdüğü”nü bilmeyecek kadar ekibiyle birlikte diplomasi bilgisinden yoksundur. AKP iktidarı Kıbrıs diplomasi tarihinin görmüş olduğu en acemi ekiptir: Kıbrıs’ın doğurduğu en kötü politikacıyı, İrsen Küçük’ü, bu yılın yaz başında “Kıbrıs açılımı”nı başlatması için New York’a gönderen Erdoğan acizdir, bu yüzden Kıbrıslılara daha fazla saldıracak.  

Kıbrıs’ta geçici bir denge kurmak için harekete geçilmiştir: Bu denge İsrail, AB ve ABD arasındadır. Dengenin nasıl kurulacağını da doğal gazın basıncı belirleyecek. Politik hayatı biten İrsen Küçük, Kıbrıs diplomatlar mezarlığına gömülme potansiyeli yüksek olan Davutoğlu, Beşir Atalay ve Egemen Bağış’ın çaycılığını yapan KKTC dışişleri bakanı Özdil Nami belirleyemez bu dengeyi. Bu geçici dengenin kendi içerisindeki diğer bir geçici denge ise Fransız emperyalizmi ile Alman emperyalizmi arasındaki dengedir. Çünkü Fransızlar Kıbrıs petrolünün peşinde iken Almanlar Kıbrıs’ta iktidardır. Kısacası Kıbrıs olabildiğince dengesizdir!

2.Kıbrıslıların askeri olarak silahsızlandırılması

Kıbrıs müzakerelerinin tarihinden öğrendiğimiz en önemli iki şey vardır: Garantörlük ve Britanya üsleri masaya yatırılamaz. Türkiye, Yunanistan ve Britanya’nın garanti etmediği antlaşma imzalanamaz. Onların garanti ettiği antlaşmadan da barış çıkmaz. Zaman zaman bu üç devletin garantörlüğünün yerine daha kötüsü önerilir, o da NATO’nun garantörlüğüdür. (Bu yazıdan sonra yazacağımız diğer müzakere yazılarında İsrail ve NATO faktörlerine daha çok değineceğiz.) Britanya üsleri ise “uluslararası hukuk”a göre Kıbrıs toprağı bile sayılmaz.  

Tartışılamayan bu iki konu Kıbrıslıların emperyalizm karşısında çırılçıplak silahsızlandırılmasıdır.

1. Garantörlük sistemi ile Kıbrıslıların silahsızlandırılması

Kıbrıs’ın güvenliği, toprak bütünlüğü ve anayasası yabancılara devredilir. Bu devir teslim işleminden sonra Kıbrıslılar artık silahsızdır. Silah emperyalizmin elindedir ve Kıbrıs’ın güvenliğini sağlar. Önümüzdeki dönemde tartışılma ihtimali yüksek olan başlıklardan biri profesyonel ordudur. Bu seçenek de yine emperyalizmin kendi içerisindeki bir “iç denge”ye bağlıdır.

2.Kıbrıs’ı silah deposuna çevirerek Kıbrıslıların silahsızlandırılması

Kıbrıs müzakerelerinde “solun talepleri” silahsızlanma ve askersizleşme ile sınırlıdır. Emperyalizmin masasında ise böyle bir seçenek yoktur. Kıbrıs’ta dönemsel veya sürekli olarak konuşlanan ordu ve istihbarat birimlerinin kimler olduğu bile zaman zaman kafa karıştırır: AKEL döneminde Fransızlar hava üssü aldı, ABD, TC, Britanya yerleşik, Ruslar ve Fransızlar Kıbrıs kara sularında. Amerikan dinleme tesisleri ve Britanya üsleri mevcut. 40.000 Türk askeri ve Milli İstihbarat Teşkilatı “dinlenme tesisleri”, ülkü ocaklarının da “yol üstü dinlenme tesisleri” mevcut. “Yerli” polis teşkilatlarının da halkın silahlı gücü olmadığı açıktır. Daha berrak olan ise Kıbrıs’taki polis teşkilatları tarihini yazan İngiliz Sir’lerdir: Britanya sömürgeciliğinin kurduğu polis teşkilatlarının ana karakteri anti-sömürgeciliğin bir karşı kampı olmasıdır. Kısacası, var oluşları itibariyle Kıbrıs üzerindeki emperyalist festivalin şarlatanıdırlar.

Kıbrıslıların askeri ve ideolojik olarak silahlanması!

Kıbrıslıların ideolojik silahsızlandırılmasının ilk şeklinin “iki bölgelilik” teranesi olduğunu belirttik.Emperyalizmin tasarladığı Kıbrıs, tampon bölgelerden oluşan ve birkaç muhtarla yönetilen, birbiri ile ancak çatışabilecek kadar karışan Kıbrıslıların yaşadığı bir rejimdir. Rejimin adı, devletin biçimi, anayasanın şekli önemli değildir. Emperyalizm için önemli olan bölgeler arası eşitsizliğin korunması ve derinleşmesidir. Bu olmadığı takdirde Kıbrıs’ta işçi sınıfı karışır, kaynaşır, birleşir. Bu da emperyalizm için kızıl tehlikedir. Bu duruma karşın, 3-5 muhtarla Kıbrıs’ı bugüne kadar olduğu şekliyle yönetmek istiyorlar.

Kıbrıs’ta bugüne kadar tartışılan coğrafi rejim biçimleri (federasyon, konfederasyon, otonomi-özerklik vb) Kıbrıs’ta bölgeler arası eşitsiz gelişmeyi azdırmak için yapılan tetikçiliktir. Kıbrıs’ta kitlelerin ezelden beridir ezberlediği “federasyon” sloganı ancak bir geçiş dönemi için kabul edilebilir. Devlet içerisindeki yapılar, organlar, aygıtlar birleşmedikçe ve merkezileşmedikçe eşitsizlik baki kalacak. Emperyalizmin karşımıza diktiği eşitsizliğe karşın Kıbrıs’ta ekonominin ve işçi sınıfının gelişmesinin bileşik ve birleşik karakteri tek çözümdür. Lenin’den aktarırsak: “Marksistler federasyona ve desantralizasyona elbette karşıdırlar, şu basit nedenle ki, kapitalizm kendi gelişmesi için en geniş ve en merkezi devletlere gerek duyar.”  

Emperyalizmin bu beş kelimeyi (iki bölgeli iki toplumlu Kıbrıs) yan yana getirmesinin mantığı eşitsiz gelişmeyi kemikleştirmektir ve kardeşleşmenin önüne “iki rakamı”nı koymaktır: Oysa bilmiyorlar ki diyalektik çelişki bir’i iki’ye böler! Kıbrıs’ta eşitsiz gelişme müzakerelerde emperyalistlerin üzerinde uzlaşacağı bir devlet ile ortadan kalkmaz, tam tersine derinleşir. Aynı zamanda eşitsiz gelişme devrimci sıçramanın da zeminidir. Kısacası emperyalizm ile sosyalizm arasındaki uzlaşmazlıktan bahsediyoruz. Eşitsiz gelişme, bizi hem devrime götüren hem de çürüten bir çelişkidir. Ortadan kaldırılması da mecliste olmaz, ‘sovyetler’de olur.

Bu satırların okuru olan Kıbrıslılar içinse bizim savunduğumuz merkezileşme tezi şu an için uçuk kaçık gelebilir. Biz şu an için konuşmuyoruz, bu müzakereler için de konuşmuyoruz. Biz, devrimci Marksizm’in kırmızı çizgilerinin Kıbrıs haritasındaki yerini gösteriyoruz. Ne pasifistiz ne ütopist! Yunanistan’da bugün faşizm iç savaş provaları yaparken, müzakerelerin tek konusu doğal gaz boru hattının güzergâhı iken kimse bu müzakerelerin sırtına yumurta küfesi yüklemesin! Kıbrıs Cumhuriyeti başkanı Anastasiadis’in BM Kıbrıs özel temsilcisi Mr. Downer’e karşı çıkışları da arkasındaki Alman emperyalizminin el hareketleridir. Tam anlamıyla politikanın sınıf savaşı olduğu yerdeyiz. Çünkü politika savaşın başka araçlarla sürdürülmesidir.    

Kıbrıslıların ideolojik olarak silahsızlandırılmasının ikinci biçiminin sol liberalizm olduğunu belirttik. Kıbrıs’ta sol liberalizmi Kıbrıslı bir sol liberalden aktaralım. Niyazi Kızılyürek şöyle yazıyor:

“Marksizm, sınıf savaşlarına dayalı bir öğreti olmasına karşın, Kıbrıs Türk solunda, Marksizmden türeyen anti-milliyetçilik, anti-militarizm ve barış kültürü, sınıf savaşlarından daha ağır basıyordu. Başka türlü söylersek Kıbrıs Türk solunda solculuk, Kıbrıs’ı milliyetçilik dışında tahayyül etmek, adada ENOSİS ve TAKSİM gibi milliyetçi projeleri reddetmek ve bununla iç içe geçmiş bulunan bağımsızlık ve bir tür ‘Kıbrıslılık’ bilinci olarak algılanıyordu.” (Doğmamış Bir Devletin Tarihi Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, İletişim yay. s.248-249)

Alıntıyı kestiğimiz yerin devamında Bay Kızılyürek kültürel öğelere girerek “Kıbrıs Türk solu” dediği garip organizmanın kimlik politikasının şeceresini döküyor. Yukarda aktardığımız satırlarda görülüyor ki yazarımız Marksizmin karikatüründen bile bihaberdir. Sınıf savaşı dediği şeyin de 1848’de kaldığını, en iyi ihtimalle de 1917 yılında görüldüğünü tahmin edebiliriz! Kendisine sosyolog Mustafa Kemal Coşkun hocamızın yeni başlayanlar için yazdığı “Sınıf mücadelesi nedir?” başlıklı yazıyı ısrarla tavsiye ederiz. (http://gercekgazetesi.net/isci-hareketi/sinif-mucadelesi-nedir )

Yeryüzündeki her şey gibi sol liberal ideoloji de eşitsiz gelişir. Farklı biçimlerde görülebilir. Kıbrıs’ta bin türlü çeşit sol liberalizm vardır. Bazıları su katılmamıştır. Bir de gittikçe vülgerleşen (kabalaşan) tonları vardır. Kızılyürek’in tanımladığı kimlik politikaları daha çok “folklor”a –halk kültürü- dayalıdır. Bugün Kıbrıs’taki sol liberal şenliğin nedeni ise, bu kültürel öğelere bireysel öğelerin eklenmesidir. Bu konuyu uzatmadan şunu belirtebiliriz: Bir bütün olarak mücadele programını toplumsal cinsiyet, anarşist anti-militarizm, toplumsal sendikacılık vb. gibi sınıflarüstü bir biçime sokar sol liberal pratikler. Ayrı ayrı verilen mücadelelerin kendiliğinden bir kaba aktığı ve orada özgürleşmeyi örgütlediği düşünülür. Ayrı ayrı verilen mücadelelerin mutlaka anlamları ve kazanımları vardır. Ama aktivizm devrimci çözüm değil, yol için yol yürümektir. Bu şekliyle de acı çekmek için felsefeyle uğraşan filozofları andırır.  

Kıbrıslıların askeri olarak silahsızlandırılmasının birinci biçiminin garantörlük sistemi olduğunu belirtmiştik. İkinci biçimi ise Kıbrıs’ın silah deposuna çevrilerek Kıbrıslıların silahsızlandırılması olduğunu belirttik. Bu ikisini birlikte ele alacağız.

Garantörlük sisteminin Kıbrıs’ta ortadan kalkması için ne önerilebilir? Emperyalizm için Kıbrıs, “bir uluslararası devletler koalisyonu”nun hegemonyası dışında düşünülemez. Bunun adı bugün garantörlüktür. Ama bizim sorumuz şu: Olası bir “geçici denge”den doğrudan komünizme sıçrayıp sınıfsız topluma ulaşmayacağımıza göre devletin ve şiddet aygıtının olduğu olası ‘yeni’ koşullarda çizgimiz ne olmalı?

Bundan 4-5 sene önceydi. Türk basını Rumlara karşı ahaliyi kışkırtmak için bir yalan haber çıkardı. “Kıbrıs Cumhuriyeti, pasaport alan Türkleri orduya zorunlu askerlik hizmetine alıyor.” Afrika gazetesinden Şener Levent’in yazdığı yazıyı hatırlıyorum: “Kim akıl etmişse iyi etmiş. Kıbrıslılar aynı orduda! Bundan iyi çözüm mü olur? Başka türlü de çözülmezdi bu sorun… Şimdi kim bükebilir bileğimizi?” mealinde bir yazıydı. Tabii, Şener Levent’in üslubu ironi ile karışık. Ama bizimki çırılçıplak hakikat!

Ulusal ordu gereklidir. Kıbrıs’ta yakın bir zamanda profesyonel ordu tartışmaları da gündeme gelebilir. Türk işgalinden sonra başımıza gelebilecek en kötü şey neoliberal militarizm anlamına gelecek bir profesyonel ordudur.

Kısa bir kıyaslama açısından şunu sorabiliriz: Sömürgeci ve işgalci TC, PKK ile yaptığı müzakerelerde, her şeye rağmen niye bu kadar korkaktır ve Kıbrıslılara sürekli yaptığı “haddinizi bilin!” uyarısını Kürtlere niye yapamamaktadır? Kürtlerin elinde silah vardır! İşte bu yüzden emperyalizm Kıbrıslıları hem askeri hem de ideolojik anlamda silahsızlandırmıştır!

Şu soruyu sorabilir Kıbrıslı anti-militaristler: Bu tartışmaya bugün niye gerek var? Ortadoğu’da devrim ve savaş iç içe geçmişken kimse Kıbrıs’ı haybeye Avrupa’da sanmasın. Bu meseleleri bugün tartışmaya başlamazsak yarın tartışmaya fırsat zaten olmayacak.  

Emperyalizmin cephaneliği olarak kurgulanmış Kıbrıs’ta tek silahsız olan Kıbrıs’ın ezilenleridir. Kıbrıs’ın ezilenlerinin orta vadede elde edeceği tek zafer ise, silahların eleştirisini dışlamayarak, eleştiri silahını, yani anti-sömürgeci sınıf bilincini inşa etmektir.