Kapitalistlere vergi cehennemi, işçilere yeryüzünde cennet!

Hakikatin bağıra çağıra geldiği anlar oluyor. O zaman insanlar gerçek dünya neymiş, anlar gibi oluyor. Ama sonra çok güçlü çıkarların basıncı, örgütsüzlüğün yarattığı umutsuzluk ve günlük gaile içinde her şey yeniden unutuluyor. Panama belgelerinin sızması da tam böyle bir şey. Beş benzemezin buluştuğu, kirli çamaşırların ortaya döküldüğü, kapitalizmin dünya düzeninin kendini ele verdiği yer.

Bir hukuk firmasının 11 milyonu aşkın belgesi ortalığa saçıldı. Belgeleri sızdıran kişinin kim olduğu bilinmiyor çünkü bu kişi bir Alman gazeteciyi arayıp kendini “John Doe” diye tanıtmış. Bu da Amerika’da “her kim ise” falan gibi, adı bilinmeyen ve önemli olmayan insanlar için kullanılan hafif şakacı bir isim. Alman gazeteci “Araştırmacı Gazeteciler Derneği” adında bir kuruluşun üyesi, onlara gidiyor. Belgelerin çok ciddi olduğu anlaşıldığında bu dernek 400 gazeteciden oluşan bir “konsorsiyum” kuruyor. Yani belgeleri, işbölümü yaparak hep birlikte incelemeye başlıyorlar. Sonunda bir ilk büyük salvodan sonra her ülkeden belirli birtakım gazeteler o ülkeyi ilgilendiren bilgileri ve daha genel birtakım verileri adım adım yayınlamaya başlıyorlar.

Anlaşıldığı kadarıyla 11 küsur milyon belgenin sadece küçük bir bölümü incelenebilmiş. Bu yüzden bu işin içinden daha neler çıkacağı belli değil. Bu da dünyanın birçok ülkesinde birtakım kudretli şahsiyetlerin bugünlerde “acaba ortaya çıkacak mı, çıkmayacak mı?” diye kıvranıp durduğunu düşündürüyor insana. Mesela “bize ne düşer?” diye düşünenlere hatırlatalım ki bu söylenenler doğruysa belki de Türkiye’nin büyük balıkları henüz yakalanmamış olabilir.

Kimileri her şeyde olduğu gibi burada da “emperyalizmin bir oyunu”nu görmek isteyecektir. Bunlar iflah olmaz komploculardır. Panama belgeleri o kadar yaygın bir alana ve şahsiyetler yelpazesine yayılıyor ki kimsenin kimseyi zora düşürmek için böylesine her şeyi kırıp dökerek bir komplo planlaması mümkün değildir. Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin ile Britanya Başbakanı David Cameron dünya politikası açısından iki uçtur. Her ikisini de yaralayan bir ifşaat dizisinin kimsenin komplosu olamayacağı aşikâr. Zaten bu tür skandallar , Wikileaks’ten LuxLeaks’e kadar uzanıyor ve neredeyse düzenli aralıklarla patlak veriyor. Hepsi birçok kudretli şahsiyetin canını yakıyor. Aynı zamanda da emperyalist kapitalizmin ne kadar ikiyüzlü ve kirli olduğunu ortaya koyuyor. Bunu “emperyalizmin bir oyunu” gibi görmek, ancak emperyalistlerin intihar eğilimli olduğunu söylemekle mümkün!

Yapılan sahtekârlık ne?

Kapitalizm düzenli bir sömürü sistemi. Her gün dünyanın her yerinde fabrikalarda, tarlalarda, tersanelerde, madenlerde, ulaştırma sektöründe, otellerde, merdivenaltı atölyelerde ve başka sayısız türden işyerinde milyarlarca ücretli işçinin canını çıkaran bir çalışma düzeni sonucunda o milyarlar eve ancak ertesi günü edebilecek bir ücretle geri dönüyor, patronlardan, bankacılardan, tüccarlardan, toprak sahiplerinden oluşan bir azınlık ise bu sayede servetine servet katıyor. Bu azınlık kimi “gazeteci”, kimi “profesör”, kimi “sanatçı”, kimi “politikacı”, kimi ise “din adamı” ünvanını taşıyan birtakım insanları da bu güzel düzen devam etsin diye işe koşuyor.

İşte bu mutlu azınlık (sadece bireyler değil, şirketler ve bankalar da) ve onun “bal tutan parmak yalar” misali semiren yardakçıları, kazandıkları servet çoğalsın, vergi yükümlülüğünden kaçırılabilsin, yasaların dışında elde edildiyse gözden uzak dursun ve yarın işçi sınıfı ayaklanıp her şeyi ortaklaştırdığında kamulaştırılmasın diye bu servetin bir bölümünü “vergi cenneti” denen yerlere kaçırıyor. Bu “vergi cennetleri”nden o kadar çok var ki, say say bitmez. Tabii, kimse bunları açık açık savunamıyor. Ne zaman gündeme gelse bu “vergi cennetler”i, herkes ahlâk hocası kesiliyor, “çık çık” diye söyleniyor. Başka işi olmadığı için bu tür işlerle uğraşan, “zenginler kulübü” diye bilinen (bizim de yoksul akraba gibi içinde olduğumuz) OECD (İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ve benzeri kuruluşlar yıllardır bu “sorun”a çözüm bulmak için uzmanlarına milyonlar ödüyor. (O uzmanlar bu çalışmaları yaparken muhtemelen paralarının bir bölümünü “vergi cennet”lerinde saklıyor!) Kısıtlar getiriyorlar, önlemler alıyorlar, karşılıklı sözler veriyorlar. Sonra eski rezillik devam ediyor.

Yapılan ne? Bu vergi cennetlerinde “paravan şirketler” kuruluyor. Dünyanın dört bir yanındaki gerçek şirketler, bankalar ve şahıslar paralarını şu ya da bu işlem kılığında göstererek buraya transfer ediyor. Şahıslar söz konusu olduğunda hesap sahibi bir paravan şirket değil de güvenilir bir kişi olabiliyor. Ananız dananız olabilir bu, çok güvendiğiniz çocukluk arkadaşınız ya da çok para ödeyip kendinize iyice bağladığınız “mutemet adamı”nız. (Reza Zarrab’ın yardımcısı Kamelya Hanım’ın varlığının da gösterdiği gibi, geleneksel olarak “mutemet adam” diye bilinen şahıslar artık kadın da olabiliyor.) Dolayısıyla, sizin paranız olduğu belli olmayan, kendi iş yaptığınız veya servet biriktirdiğiniz ülke yasalarının ve yetkili mercilerinin ulaşamadığı bir para miktarı sizin servetinizin korunaklı parçasını oluşturuyor.

Nedir buradan elde edilen çıkar? Birincisi, gelir düzeyleri çok yüksek olduğu için çok yüksek miktarda vergi ödemesi gereken şirket, banka ve şahısların sıfır vergi ödemesi. Dünyanın bütün burjuva iktisatçıları, son 40 yıldır sosyal harcamaların budanmasına karşı çıkanlara “kaynak göster” dediler. Aha gösteriyoruz: şirketlerin, bankaların ve parababalarının vergi cennetlerinde kaçak duran yüzlerce milyarları, trilyonları bulan parası! Bunlardan ödenmesi gereken vergiler ödense, en azından bizim gibi ülkelerin bütün gençleri üniversiteyi parasız bitirir, bütün yaşlıları parasız ve kuyruksuz sağlık hizmeti alır! Siz şu anlı şanlı iktisat profesörlerinin ikiyüzlülüğüne bakar mısınız? Bilmiyor olabilirler mi durumu? Şaka yapmayın. Onlar kapitalizmin yardakçısı olduklarından öyle konuşuyorlar! Yukarıda onlara “yardakçı” dedik diye ikirciklenen okurlarımız olmuş olabilir. Şimdi ikna oldunuz mu? Basit bir şey söylüyoruz: Toplumun en zenginleri dev ölçekte vergi kaçırıyor ve düzenin koruyucuları “devletin geliri yok, hizmet veremez” diyorsa, ortada bir yalan düzeni olduğu açık değil mi?

İkincisi, uyuşturucu, silah ve kadın ticaretinden rüşvet, irtikâp ve her türden yolsuzluğa kadar yasadışı yollardan elde edilen büyük ölçekli gelirler bu vergi cennetlerine aktarılıp emniyete alınıyor. Vergi cenneti rolüne soyunan ülkeler geçimlerini buradan sağladıkları, bu sayede köşeyi döndükleri için kimseye “senin gelirin nereden?” diye soracakları halleri yok. Parayı paravan şirketlerin hesabında emniyete almış oluyorsunuz. Hini hacette çekin krallar gibi yaşayın!

Üçüncüsü, bu paravan şirketlere aktarılan paralar elbette atıl durmuyor. Kapitalizm çağında, para hep daha fazla para doğurma kapasitesini elde etmişken parasını gün ışığından saklayana “cimri” denir. Bu şirket ve şahıslar ise bu paravan şirketler aracılığıyla elbette paralarını şurada ya da burada “verimli” kılmaya çalışacaklardır. Şimdi paraya para katılacaktır. E, bunun da vergisi olmalıdır. Vergi ödenmeyecektir! Para parayı doğurmakla kalmıyor, kaçakçılık da kaçakçılığı doğuruyor!

Nihayet, bütün ülkelerin zenginleri, aralarındaki bütün rekabete rağmen, bir şeyde birleşir: kara gün için tedbir almak. Yok, yanlış anlamayın, hastalıktan, yangından, yakınların ölümünden söz etmiyoruz. O sizin bizim gibi hayatta kalmak için sabah akşam emek harcayan, dirsek çürüten, göz nuru döken kişiler için geçerli. Kapitalistler ve yardakçıları için kara gün her şeyden önce devrimdir. Kendilerinin bir sınıf olarak mülksüzleştirileceği gündür. Paralarını bu amaçla paravan şirketlerin ve mutemet adamların ve kadınların hesaplarında tutarlar. Yarın devrim dünyaya yayıldığında ve kapitalizmin kalelerini birer birer düşürmeye başladığında, vergi cennetlerinin ve İsviçre bankalarının kasalarından öyle bilgiler çıkacak ki, bugün Panama belgeleri diye dünyayı sarsan ifşaat bir küçük şaka gibi kalacak!

Bu açıklamaya son verirken bir noktaya işaret edelim. Emperyalist ülkelerin burjuvazisi, hatta bizimkiler bazı işleri sadece geri ülkelerin sahtekâr yeni yetme hâkim sınıflarının yapacağını ima ederler. Bu söylem, vergi cennetlerinin de muz cumhuriyeti tipi Karayip ülkelerinden başka yerde olmadığı fikrini ince ince işler. Ah şu geri kalmış ülkeler! Kapitalizm iyi işleyen piyasalarıyla bir gelse bütün sorunlar çözülecektir. (Bizim sol liberallerin kulakları çınlasın!)

İşin aslı hiç de öyle değildir. Karayiplerde bol bol vergi cenneti olduğu yalan değildir. Kayman Adaları, Panama, Bahama, Virgin Islands, Kosta Rika vb. vb. Ama bunların bazıları doğrudan doğruya emperyalist ülkelerin arka bahçeleridir. En tipik örnek Virgin Islands’dır. Burası bir Britanya protektorasıdır (yani yarı sömürgesidir) ve burada Britanya yasaları geçerlidir, bütün uyuşmazlıklar Britanya mahkemelerinde görülür!

Ama bundan daha önemlisi şudur: Avrupa’nın kendi vergi cennetleri de vardır. Britanya adalarının burnunun dibindeki Britanya toprağı Jersey, çarpıcı bir örnektir. Hesaplamalara göre bu minicik adanın kilometre karesine 3 milyar dolar özel servet düşmektedir. Türkiye Büyükada’yı ya da Bozcaada’yı vergi cenneti yapmış sanki, hiç farkı yok! Ama mesele adalarla da sınırlı değil. İrlanda gibi kurumlar vergisini yüzde 12,5’e düşürerek AB’nin yatırım üssü hâline gelmiş ülkeleri saymayalım. AB’nin ilk altı üyesinden biri olan Lüksemburg, çokuluslu şirketlerin vergiden kaçınmasını sağlamak üzere korkunç bir sistem kurmuştur. “Herkesin bildiği bir sır” olan bu durum, 2014’te belgelerin sızmasıyla (LuxLeaks) halkın da fark edebileceği şekilde ortaya dökülmüştür. Ama ağırbaşlı birtakım kararlardan başka hiçbir şey yapılmamaktadır. Bu yüzden ve sadece bu yüzden Lüksemburg kişi başına gelir bakımından (Dünya Bankası’na göre 2014’te kişi başına 110 bin dolarla) dünyanın en zengin ülkesi hâline gelmiştir. Lüksemburg bankalarının kazandığı her ekstra dolar İngiliz, İtalyan, Fransız, Yunan işçilerinin sosyal hizmetlerinden kesilmiş bir dolardır! “Kaynak yok”muş!

Lüksemburg hiç de orijinal bir şey yapmış değildir. Avrupa’da tarihi olarak buna benzer bir görevi İsviçre görmüştür. İsviçre bankaları yüzyıllardır bütün dünyanın kapitalistlerinin, burjuvazinin politikacı ve aydınlarının ve kirli karakterlerin kasasıdır. Ne tesadüf ki kişi başına gelir bakımından Lüksemburg’un hemen ardından (2014’te kişi başına 97 bin dolarla) İsviçre ikinci sırada gelmektedir!

İşçiler patronlarına Zürih bankalarındaki hesaplarında ne kadar para olduğunu sormayı âdet edinseler yeridir!

Madrabazlar geçidi

Kimler kimler yok ki teşhir edilen sahtekârlar arasında! En büyük parsayı götüren anlaşılan Putin. Çocukluk arkadaşının hesabına 2 milyon koymuş. Adam usta bir müzisyen. Sabah akşam konser verse toplayamayacağı 2 milyon doları Panama’ya aktarmış. Putin cascavlak teşhir oldu ya, şimdi Rus halkına hikâyeler anlatıyor: “Memleketimizin düşmanları yurtsever bir müzisyenimize saldırarak beni yıpratmaya çalışıyorlar” falan diyor. Neymiş adamın yurtseverliği? İnanamayacaksınız ama Rusya’ya çeşitli ülkelerden müzik enstrümanları getiriyormuş! Anlaşılan adam müzik aleti koleksiyonu yapıyor. Para onun değil mi, canı ne çekerse yapar. Peki, yurtseverlik bunun neresinde? Beyefendi “hatta” bu müzik aletleriyle bir müze açmayı bile düşünüyormuş. Nedense bugüne kadar yapmamış da şimdi düşünüyor! Bu bize tabii Üsküp’te üniversite açmak için toplanan bağışın ayakkabı kutularında saklanmasını hatırlatıyor!

Öteki uçta, dedik, David Cameron var. Burada baba parası söz konusu ve sadece 40 bin dolarlık bir hesap. Ama, birincisi, Cameron kanıtlar ortaya çıktıktan sonra dört ayrı açıklamada hep farklı şeyler söyledi, ancak beşincisinde hakikati teslim etti. Yani halkın gözünün içine baka baka yalan söyledi. İkincisi, politikada bir sarsıntı yaşanınca arkası da gelir: Cameron tam babasının vergi kaçağıyla büyüyen parasını yediğini itiraf etmişti ki, bu sefer anasının mirasına vergi ödememek için 200 bin sterlinlik bir bağış muvazaası yaptığı ortaya çıktı. 200 bin sterlin kabaca 800 bin lira demek. Servet değil ama epeyce bir para. Bakalım arkasından ne çıkacak? Üçüncüsü ve en önemlisi şu: Cameron Britanya halkının yoksul ve yoksun katmanlarının kazanılmış haklarını kesme konusunda öylesine domuzuna inatçı bir hükümetin başında ki, kendi anası bile alınan bazı önlemlerden şikâyet etti! Hiç de halk dostu olmayan sosyal güvenlik bakanı ise engellilere yapılan yardımda milyarlarca sterlinlik kesintiler gündeme geldiğinde gürültülü biçimde istifa etti! Şimdi bu adamın “vergi gelirlerimiz bu kadar, daha fazla hizmet veremeyiz, kaynak yok” derken kendisinin vergi kaçakçılığından yararlanmış olması, tarihin bir büyük ironisi.

Panama belgeleri şimdiden bir başbakan götürdü! 2008’de dünya çapında yaşanan finansal çöküş esnasında banka siteminde görülmemiş ölçekte bir iflaslar dizisi yaşayan ve halkı neredeyse ayaklanan İzlanda’nın o dönemde “temiz eller” gibi bir havada başa gelen başbakanı şimdi kendisinin madrabaz olduğu anlaşılınca halk basıncı altında istifa etmek zorunda kaldı. Halkın basıncı dedik: olay ortaya çıkar çıkmaz, 20-30 bin arasında insan gösterilere katıldı. Dev gösteriler. Neden öyle anıyoruz? Çünkü 30 bin sayısı, ülkenin nüfusunun yüzde 10’u da ondan. Bizde 8 milyona tekabül eder!

Bir uçtan ötekine gidelim gene. İran’da 2005-2013 arasında cumhurbaşkanı olan Mahmud Ahmedinejad bir ahlâk ve dindarlık anıtı pozundaydı. Halk adamıydı, üslubu ve giyimi son derecede halka yakındı, çok da mütedeyyin idi. Ahmedinejad ile onun döneminin bir dizi adamının Panama bağlantısı, dinin ve paranın kimde olduğunun bilinemeyeceği özdeyişinin yaşayan örneği oldu!

Bir an İran’la ortak komşumuz Azerbaycan üzerinde duralım ve cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in de suçlular zincirinin bir halkası olduğunu hatırlatalım. Aliyev Ermenistan’la karşılıklı şovenizmin körüklediği Dağlık Karabağ sorunu yüzünden savaşacağına bu yolsuzluğunun hesabını verse daha iyi eder!

Gene emperyalist dünyaya geri gelirsek, Fransa politikasının yükselen yıldızı, ön-faşist Ulusal Cephe’nin önderi Marine Le Pen ile babası ve partisinin tarihi önderi Jean-Marie Le Pen de Panama belgelerinden yara alacak gibi görünüyor. “Küresel kapitalizm”e karşı mangalda kül bırakmayan, Fransa’nın ulusal çıkarları uğruna AB’ye ateş püsküren Marine Le Pen ve babası, öyle anlaşılıyor ki özel hayatlarında “küreselleşme”yi sevmişler! Faşizmin yanında Fransız finans kapitalinin en güçlü gruplarından, dev banka Société Générale’i görmek insana düşünme fırsatı veriyor. Bu saygıdeğer bankanın saygıdeğer CEO’su demeç veriyor ve bankanın (vaktiyle tam 80 adet (!) paravan şirketinin olduğu) Panama ile ilişkisini 2015’te kesmiş olduğunu açıklıyor. Ama sonra ortaya çıkıyor ki saygıdeğer mösyö 2012’de parlamento komisyonunda sorgulandığında aynı şeyi söylemiş!

ABD emperyalizminin sevgilisi Körfez şeyhlerinden ve emirlerinden Çin’in “kızıl aristokrasisi”ne dek ne madrabazların hileleri ortaya çıktı. Çin derhal internete engellemeler koydu. Bu tür bilgi ne kadar saklanır, bilmek zor. Çin hükümetini bu yüzden (haklı olarak) eleştirenlerin bazılarının, Arap şeyhlerinin ve emirlerinin buna bile gerek duymamasına dikkat etmemeleri ilginç. Bu dini bütün “kardeşlerimiz”, “biz deveyi hamuduyla götürürüz” diyorlar ve ekliyorlar: Kimse de sesini çıkaramaz!

Panama tipi olaylar bazen beklenmedik konulara politik aydınlık da getirebiliyor. Ortaya çıkan gerçeklerden biri Suriye ile ilgili. Beşar Esad’ın kuzeni Rahmi Mahluf’un büyük bir serveti Panama’ya aktarmış olduğu ortaya çıktı. Mahluf’un Suriye’de telekomünikasyon sektörünü elinde tuttuğu, ülkenin en güçlü şirketler grubunun sahibi olduğu, yabancı sermayenin Mahluf’la temas kurmadan ülkede iş yapmasının olanaksız olduğu yazıldı çizildi. Suriye rejimine bir “küçük burjuva diktatörlüğü” gibi bakan, Alevi-Sünni çatışmasında Alevilerin azınlık diktatörlüğü olarak gören, eskiden Sovyetler Birliği ile, şimdi de Rusya ile ittifak içinde emperyalizme ve Siyonizme direnen bir ilerici rejim hayali kuran nice solcu için biraz soğuk duş olmuş olabilir. Türkiye solcusu, bir rejimin sınıf karakterinden önce dünya politikası içindeki konumuna bakmaya pek meraklıdır. Eğer bu rejim görünüşte ABD’nin karşısında yer tuttuysa, sınıf karakterini araştırmaya sıra hiç gelmez!

Biz bu sınıf karakterini yıllar önce yazdık. The Economist dergisinin, bir yazımızda alıntıladığımız tasvirini burada yeniden aktarıyoruz ki, hiç olmazsa bu vesileyle gözler açılsın. Dergi Beşar’ın orduda komutan olan kardeşi Mahir ve eniştesi Asaf Şevket ile ülkenin bir numaralı kapitalisti Rahmi Mahluf’tan söz ettikten sonra şöyle diyor:

“Bu aile üçlüsünün ardında, ‘iktidarın ahfadı’ diye bilinen, çoğu Hafız Esad’a yakın askerlerin ailelerinden gelen son derecede zengin bir parababaları ağı var. Bunlar petrol, gaz, turizm ve telekomünikasyona hâkimler. Eski bir istihbarat başkanı olan Behçet Süleyman’ın oğlu bir medya kodamanı; şeker tekeli, uzun süre görev yapmış bir eski savunma bakanı olan Mustafa Tlas’ın oğlunun elinde... Esad aynı zamanda Şam ile Suriye’nin ikinci kenti olan Halep’in Sünni tüccarlarının ve yüksek yerlerde bulunan çeşitli Dürzi ve Hıristiyanların sadakatine yaslanıyor.”

Yani Mahluf aslında buzdağının görünen tepesi. Düpedüz zorba bir kapitalist rejimle karşı karşıyayız.

Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış. Bu madrabazlar geçidini burada bırakalım ve gözümüzü açalım, Türkiye bombasını bekleyelim. Belki gelir, belki gelmez. Gelse de hiçbir şey olmayabilir. Mücadele olmadıkça kapitalist sınıf her türlü yara bereyi atlatır. Bu tür sızmaların tek bir anlamı vardır: İşçi sınıfına ve emekçi halka burjuvazinin ve yardakçılarının yalanlarını, ikiyüzlülüğünü, sahtekârlığını anlatarak bütün bu rezillikten ancak kapitalizmin yıkılması ve yerine işçi sınıfının iktidarının kurulması yoluyla kurtulabileceğimizi anlatmayı kolaylaştırır.

Öyleyse sloganlarımızı belirleyelim: Kapitalistlere vergi cehennemi, işçilere yeryüzünde cennet! Bütün ülkelerin işçileri, hepsini süpürün!