Japon kale maçı başlıyor!

Türkiye’nin patronlar sınıfının saflarında ta 1993’te başlayan iç kavga yeni bir aşamaya giriyor. Ülkenin son yirmi yılına damgasını vuran Batıcı-laik kanat ile İslamcı kanat arasındaki mücadelenin ilk yarısında (1990’lı yıllar) üstünlük Batıcı-laik kanadın elindeydi, ikinci yarısında (2000’li yıllar) ise İslamcı kanadın eline geçti. Şimdi, Batıcı-laik kanadın kurumlarını kontrol altına alan İslamcı burjuvazi kendi içinde bölünüyor. Erdoğan önderliğindeki AKP ile Fethullah Gülen önderliğindeki cemaat kâh yükselen, kâh yatışan bir çatışma içine giriyor. Ama 4+4+4 yasasının çarpıcı biçimde ortaya koyduğu gibi, öteki hesaplaşma da henüz sona ermiş değil.

Erdoğan ile Gülen arasındaki çelişkinin kökleri Gerçek sayfalarında daha önce ortaya konuldu. Kısaca özetleyecek olursak, iç politikada sorun cemaatin AKP’nin iç savaşı erken durdurmaya yöneldiği, Batıcı-laik burjuvazi ve onun kurumları (en başta ordu) ile uzlaşmaya doğru yürüdüğü inancından doğruyor. Bu, iki odak arasında sert bir tartışma yaratıyor.

İkinci bir mesele Kürt sorunu. Burada her iki taraf da sertlik yanlısı. Ama Erdoğan daha ziyade sorunun zamana yayılması, kendisinin 2014’te gireceği cumhurbaşkanlığı seçimini etkilememesi taktiğini benimsiyor. Buna karşılık, Gülen cemaati, Türkiye’yi, hatta dünyayı okulları ve sermayesi ile fethederken Kürt bölgesine hâkim olamamanın sıkıntısını yaşıyor. Amacı Kürt hareketini bütün kanatlarıyla tasfiye etmek ve bu gelişmenin bölgede doğuracağı boşluğu doldurmak.

 

Obama Erdoğan ve Bush Gülen

Dış politikada da çok ciddi bir ayrılık var. Gülen, Siyonist İsrail’in sarsılmaz dostu olduğu için Erdoğan’ın İsrail’le yarattığı gerilime karşı. Erdoğan ise başta İslamcı kanat olmak üzere burjuvazinin tamamının çıkarları doğrultusunda bütün Ortadoğu-Kuzey Afrika coğrafyasında etki kazanma çabası içinde olduğundan sık sık İsrail ile çelişki içine giriyor.

Ama bundan hareketle cemaatin politikasını emperyalizm yanlısı, AKP’ninkini ise emperyalizmle karşı karşıya gelen bir politika gibi görmek yanlış olur. Erdoğan ve Gülen, ABD emperyalizminin Ortadoğu politikasında yaşanan iç yarılmanın Türkiye’deki yansımasını temsil etmektedir. Obama’dan önceki başkan Bush, kaba bir İsrail yanlılığını Arap dünyasına neredeyse düşmanca bir politika ile bütünlüyordu. Obama bu alanda bir ince ayar yaptı, Arap dünyasına el uzattı, İsrail’i Filistin konusundaki hoyratlığından vazgeçirme çabasına girişti. Arap devriminin önüne geçme gayreti, Obama’nın İslamcı hareketin ılımlı kanadıyla (Müslüman Kardeşler ile) iyice yakınlaşmasını gerektirdi. Dolayısıyla, Erdoğan’ın (fazla ileri gitmemek koşuluyla) İsrail politikası da, Arap dünyasını kazanma politikası da Obama’nın işine geliyor. Buna karşılık, Cumhuriyetçiler Obama’yı İslamcılıkla yakınlaşması dolayısıyla topa tutuyor, yeniden İsrail’le bire bir örtüşen bir politika talep ediyorlar. Onların bu yaklaşımı da Fethullah Gülen’de iyi bir müttefik buluyor.

Yani Erdoğan Obama’nın işini yapıyor, Gülen ise Bush çizgisindeki Cumhuriyetçilerin. Biri Obama Erdoğan, öteki Bush Gülen. Anti-emperyalist bir politika her ikisine de karşı çıkmak zorunda.

 

Kıran kırana

Şimdi artık üçlü bir oyunun oynandığı bir döneme giriyoruz. “Japon kale maçı” diye bilinen mahalle futbolunda olduğu gibi, her takım öteki takımların her birinin kalesine gol atmaya çalışıyor. Yıllarca AKP ile Batıcı-laik burjuvazi adına didişen Ertuğrul Özkök, cemaat polisi MİT müsteşarının başını isteyince Erdoğan’ı savunuyor. Cemaatçi polis ve yargı İlker Başbuğ’u tutuklayınca ya da Özgür Gündem konusunda kapatma kararı çıkartınca, Erdoğan öyle olmamasını tercih edeceğini açıklıyor. Ama 4+4+4 gelince Erdoğan ve cemaat Batıcı-laik kaleye birlikte yükleniyor.

Böyle bir tablo sola uyarı olmalı: CHP ve TÜSİAD ile birlikte Batıcı-laik kampın kıyısında durmak isteyenler de, AKP’den demokrasi bekleyenler de kendilerini savunamayacakları korkunç durumlarda bulabilirler. İşçi sınıfının ve ezilenlerin çıkarlarına uygun tavır, bir yandan bu iç savaşların yarattığı çatlaklardan yararlanırken bir yandan da burjuvazinin karşısında bağımsız bir cephe örerek dünya çapında doğmakta olan yeni durumun olanakları doğrultusunda sınıf mücadelesini yükseltmektir.