Hegemonya ve petrol savaşında Suudi Arabistan-İran çekişmesi

Giriş babında: sadece bir mezhep savaşı mı?

Suudi Arabistan beklenmedik bir hızla İran'la olan diplomatik ve ticari ilişkilerini durdurdu. Bu karar, Arabistan'daki Şii azınlığın önde gelen dini liderlerinden Şeyh Nimr Bakır el Nimr'ın Suudiler tarafından idam edilmesinin ve karşılık olarak Tahran'da idamı kınayan göstericiler tarafından Arabistan Büyükelçiliği'nin ateşe verilmesinin hemen ardından alındı. İran'la Arabistan'ın ilişkileri hiç bir zaman iyi olmamıştı ama bu kadar gergin bir dönemleri de olmamıştı. Bölgede yürüttükleri vekâleten savaşların ardından terör girişimleri ve karşılıklı suçlamalar bir “tam savaşa” dönüşmekte. Özellikle Arabistan İran'ı politik olarak izole etmek için var olan gergin ortamı daha da germek için elinden geleni yapmakta. Siyasi tahlillerin birçoğunda tüm gelişmeler Şii-Sünni ekseninde bir mezhep savaşı olarak yansıtılsa da bu saflaşmanın maddi temelleri oldukça güçlü. Petrol ve hegemonya savaşının yoğun bir şekilde yürütüldüğü Orta Doğu'da, tüm gelişmeleri mezhep savaşı üzerinden değerlendirme bazılarının sorumluluktan kaçma, bazıların ise gerici siyasetlerini meşrulaştırma ve kitleleri kendi arkalarında konsolide etme politikasıdır. 

Kısaca İran ile Suudi Arabistan ilişkileri

İkinci Dünya Savaşı’ndan 1979 İran devrimine kadar Bahreyn'in yeniden İran'a ilhakı iddiasıyla ortaya çıkan lakin büyümeyen diplomatik kriz dışında genel olarak İran ve Arabistan'ın dengeli rekabeti ve ilişkisi ABD'nin bölgedeki anti-Sovyet siyasetinin dâhilinde sürdürülmekteydi. 1979 devrimi İran'ın içinde olduğu gibi bölgede de birçok dengeyi bozdu. Bunlardan biri de İran ve Arabistan ilişkisiydi. İran'da iktidarı ele geçiren yeni rejim kendi tabirleriyle “İslam Devrimini” diğer Müslüman ülkelere ihraç etme fikrindeydi. Humeyni tüm Müslümanları ülkelerindeki krallara karşı ayaklanmaya davet ediyor, muhalif gruplara yardım etmeye hazır olduklarını bildiriyordu.  Bu da doğal olarak bölgedeki diğer muhafazakâr iktidar sahiplerini endişelendiriyordu. Özellikle ezilmiş Şii topluluklara sahip Sünni-Vahhabi bölge devletleri yeni İran rejimini kendi iktidarlarına karşı büyük bir tehdit olarak algıladı. Bu tehdit algısı o kadar ciddi idi ki Irak Baas rejimi ile büyük sorunlar yaşayan Körfez ülkeleri İran'a karşı Saddam'ı desteklemekten başka yol bulamadı. Böylece Suudi Arabistan, Irak Baas rejiminin önemli mali destekçisi haline geldi. O gün bu gündür Suudi Arabistan ve İran İslam Cumhuriyeti arasındaki eski dengeli rekabet gergin bir çekişmeye dönüştü.

Ortadoğu'da hegemonik boşluk ve petrol

ABD'nin Orta Doğu ve çevresinde Afganistan ve Irak işgali ile hegemonya kaybettiği açıkça bilinen bir gerçektir. Diğer yandan Mısır, İran, Irak ve Suriye gibi bölgenin geleneksel politik aktörleri 1980’li yıllardan beri politik etkilerini büyük ölçekte kaybetti. Ne Mübarek Mısır'ı Araplar arasında eski otoriteye sahipti ne Şubat 2011 devriminden sonra iktidarı ele geçiren Müslüman Kardeşler etkili siyaset yürütebildi ne de Bonapartist bir darbe ile eski düzenin daha gerici halini restore eden Sisi iktidarı önemli bir aktör olabildi. İran ve Irak'a gelince aralarındaki sekiz yıllık savaş iki ülkeyi uzun süre meşgul etti. Daha sonra Körfez savaşları ile Irak Baas rejimi tamamen etkisiz hale getirildi. Suriye ise 2011'den beri iç savaş alevleri içinde yanmakta. Tüm olanlardan kârlı çıkan Suudi Arabistan ve körfez savaşları ile birlikte İran oldu. AKP iktidarındaki Türkiye bölgede aktif siyasi rol almaya çalışsa da, dış siyaseti adım adım çöktü ve Orta Doğu'da umduğu politik konumu elde edemedi. Hatta Türkiye Mısır'daki büyük siyasi kaybından sonra Suudilerle arayı iyi tutmaya başladı.

Suudi Arabistan bölgedeki hegemonya boşluğundan yararlanarak ve petrolün bağışladığı “bitmez tükenmez” servetle bölgedeki gerici güçleri destekleyerek ilk önce Türkiye ve Katar gibi Sünni rakiplerine karşı politik üstünlük kazandı. Daha sonra geleneksel Şii rakibi İran'ın genişleyen siyasal etkisini durdurmak için aktif siyaset yürütmeye çalıştı.

İran'ın nükleer anlaşması ve Suudilerin sıkışması

İran'ın Batı'yla gerçekleştirdiği nükleer anlaşma bölgede iki aktörü çok ama çok rahatsız etti.  İlki tabii ki İsrail ikincisi ise Suudi Arabistan idi (bunlara Rohani hükûmetini çok sert şekilde eleştiren İran'ın içindeki radikal muhafazakârları da eklemek lazım tabii). İkinci körfez savaşından sonra Irak İran'ın arka bahçesi haline geldi. İstediği gibi at koşturuyor orada. Hatta Güney Kürdistan hükûmeti ile bile arasını iyi tutuyor. Suriye iç savaşında Esat'ın ayakta kalmasında İran'ın önemli payı var. İşte tam bu durumdan rahatsız olan İsrail ve körfez Arap ülkeleri İran'ın tamamen izole edilmesini isterken İran Batı ile ekonomik olarak kendini rahatlatacak ve uluslararası baskıyı üzerinden büyük ölçekte atacak bir anlaşma gerçekleştirdi. Bu anlaşma doğal olarak Yemen ve Suriye'de İran'la bilfiil savaş içinde olan Suudileri hoşnut bırakmadı.

Türkiye iflas etmiş dış siyasetini kurtarmak isterken

Türkiye Mısır’da tamamen ve Suriye'de büyük ölçekte hezimete uğradı. Dış siyasette hiçbir şey AKP'nin istediği gibi ilerlemiyor. Türkiye'nin hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürülen Rusya savaş uçağı bu başarısızlığa bir başka boyut daha kattı. Bu başarısızlıklar zinciri sonunda Türkiye tekrar eski müttefiki İsrail'e yöneldi (aslında çok bir problem de yoktu aralarında) ve Arabistan'la ilişkisini sıklaştırdı. Bu da Arabistan'ın çok işine yaradı. Yemen'de sıkışıp kalan Suudiler İran'a yönelik yeni hamleler geliştirmekte hiç gecikmedi.

Suudi Arabistan-İran çekişmesi

Nükleer anlaşmasından sonra ticaret yollarının açılması ve Batı sermayesinin koşarak İran'a akın etmesine karşı Arabistan petrol fiyatlarını düşük tutmaya çalıştı. Bu siyaset İran'ı zor durumda bıraksa da Suudiler de bundan zararlı çıkıyor. Buna rağmen Arabistan yine petrol piyasasına yüklenmek istiyor. Batı'nın uyguladığı yaptırımlardan dolayı petrol üretim gücünü ve sonucunda OPEC'deki etkin konumunu kaybeden İran ambargoların kalkmasıyla eski yerini geri kazanmak istiyor. Suudi Arabistan da buna karşılık körfez Arap ülkelerini arkasına alarak direniyor. Hem bu ittifakı ayakta tutmak için hem de petrol fiyatlarındaki düşüşten dolayı yaşadığı ekonomik problemleri halk nezdinde arka plana itmek için Arabistan petrol savaşına ek olarak İran'a karşı yeni bir cephe daha açtı.

Suudiler bu sefer İran'ı politik olarak izole etmek için hesaplanmış bir hamle yaptı ve muhalif Şii lideri Şeyh el Nimr'i idam etti. Suudiler muhalif Şiilere karşı ne kadar sert baskılar uygulasa da yıllardır el Nimr boyutlarında bir Şii lideri idam etmemişti. Böylece İran'ın tepkisi ölçülecekti.

Hac döneminde ortaya çıkan vinç kazası ve sonucunda çok sayıda İranlı hacının ölmesinin ardından İran geniş bir anti-Suudi propaganda yapmaya başladı. Bu propagandalar dışarıdan ziyade İran'ın iç politikasını ilgilendiriyordu. Anti-Arap propaganda yoğun bir şekilde kitleler arasında kabul görmeye başladı. İran böylece Yemen ve Suriye'deki savaşları hoşnutsuzlukla karşılayan halkı rejimin arkasında konsolide etmeyi başardı. Şeyh el Nimr'in idamı bu sefer Suudilere karşı uluslararası boyutlarda etkili olabilecek yeni bir propaganda için kaçırılmayacak bir fırsattı. Ama bu fırsat Arabistan Büyükelçiliği'nin Tahran'da ateşe verilmesi ile tam tersi etkiyi yarattı. İran'da hem dini lider Hamenei hem de devrim muhafızları komutanları idamı sert dille eleştirseler de Büyükelçilik olayından sonra Rohani hükûmetinden başka devlet yetkilileri yakıp yıkma işini doğru bulmadıklarını dile getirmek zorunda kaldı. Müslüman ülkeler teker teker İran'la olan ilişkilerini durdurdu. Şimdilik Arabistan'ın İran'ı izole etme planı tam da istedikleri gibi ilerliyor.

Unutmamak lazım İran'ın iç politikasında da bu olayın bir karşılığı var. İran yeni bir seçim arifesinde ve nükleer anlaşma ile dış ticaretteki ayrıcalıklı konumunu kaybeden radikal muhafazakarlar orta yolcu Rohani hükûmetine her fırsatta yüklenmek istiyor. Radikal muhafazakâr muhalefet, meclis seçimlerinde reformist ve orta yolcu muhafazakârlara karşı elini güçlendirmek istiyor. Bu cenah Rohani destekçisi ve nükleer anlaşmadan mest “orta sınıfı” durdurmak için anti-Arap Fars milliyetçiliğine ve Şii kimliğine dayanarak siyaset yürütmektedir.

Bu gelişmeler Orta Doğu'yu korkunç bir senaryonun eşiğine getirmiş durumda. İran ve Arabistan dâhil birçok taraf için Suriye ve Yemen'deki savaşları kaybetmemek hayati bir önem taşımakta. Bu savaşları kazanmak için de taraflar büyük siyasi riskleri göze almak istiyor. Bu da bölge halkını daha karanlık bir döneme sürüklemek dışında başka bir anlam taşımamaktadır. Orta Doğu her zamankinden daha fazla, bu gerici savaşları ve getirdiği büyük tahribatı durdurmak için ilerici güçlerinin harekete geçmesini bekliyor.