Göçmenleri kurtarmak değil, birlikte kurtulmak

Numan Kurtulmuş, 2011'den bu yana Suriyeli sığınmacılara 4,64 milyar dolar harcandığını açıkladı. İktidar ve yandaşları tarafından bu, mazlum Suriyeliler için yüce gönüllülükle katlanılan, muhalif bakış açısıyla ise AKP'nin çuvallayan dış politikasının halkın sırtına bindirdiği bir yük olarak algılandı. İster göçmenlere sempatiyle yaklaşanlar, onlara yardım etmek için kampanyalara katılanlar, para toplayanlar olsun, isterse de göçmenleri geldikleri yere geri göndermek için düşmanca yaklaşanlar, bu iki karşıt görüşün buluştuğu nokta yine göçmenlerin bir yük olduğu düşüncesi... Bu düşünce, göçmenler için yapılacak her şeyin halk için bir fedakârlık anlamına geleceği algısını oluşturuyor. Halbuki bu düşünce doğru değil. Çok gerçekçi görünebilir ama gerçek değil. Açalım.

Türkiye'deki Suriyeli göçmen varlığı, doğrudan işçi sınıfının yaşamını etkiliyor. En başta da Suriyelilerin ucuz işgücü olarak emek piyasasına girerek, işsizliği arttırması ve ücretlerin aşağı doğru inmesine sebep olduğu için. Bu olgu, başta Gaziantep, Kilis, ve Şanlıurfa olmak üzere Suriyelilerin yoğun bulunduğu pek çok ilde işçi ve emekçilerde büyük rahatsızlık uyandırıyor. Patronlar ise memnun. Eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı AKP'li Fatma Şahin bunu, "Suriyeliler işverenlere ilaç gibi geldi" sözleriyle itiraf etmişti. Şimdilerde Çalışma Bakanlığı yabancı işçilerin kayıtdışı çalışması sorununa yönelik bir yabancı istihdamı yasası hazırlıyor. Bu yasa işçi ve patron örgütleriyle istişare içinde hazırlanıyor. AKP ve patronların ortak görüşü, göçmenler arasında nitelikli işgücünü kayıt altına almak, genel olarak ise mevcut yasalarda esneklik yaratarak göçmenlerin daha ucuza ve daha düşük sosyal sigorta maliyetleri ile çalıştırılmasına olanak sağlamak. Yani temel amaç patronlara göçmen ilacını kaçak değil bandrollü olarak sunmak.

Sendikalardan Türk-İş, göçmenlere destek vermeyi insani bir görev olarak gördüğünü söylerken, göçmenlere çalışma izni verilmesinde ketum davranılmasını öneriyor. Hak-İş ise "belirli bir mevzuat çerçevesinde Türkiye'nin dengeleri dikkate alınarak düzenleme yapılmalıdır" diyor ki, bunun tercümesi de, AKP ve sermayenin göçmen politikasını sendikal cepheden destekliyoruz şeklinde yapılabilir. Suriyeli göçmenlerin eşit ve hakkaniyetli koşullarda kayıtlı bir şekilde çalışmasını, göçmen ve yerli işçi arasında ayrım yapılmamasını savunan tek konfederasyon ise DİSK...

DİSK'in yaklaşımı doğrudur. Ancak bu yaklaşımın genel bir insan hakları prensibi ve sendikal tutarlılık gereği olarak sunulması yetersizdir. Göçmenlerin yerli işçiyle eşit koşullarda çalışma izni almasının ve sosyal güvenceye kavuşmasının, emek gücü piyasası koşullarında işsizliğin artışına neden olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla da işsizliğin artmaması, tersine tam istihdama ulaşılması için, Suriyeli göçmen işçilerin eşitliğini savunmakla, iş saatlerinde ve ücretlerde eşel mobil sistemini savunmak beraber yürümelidir. Yani mevcut işlerin tüm çalışanlar arasında (bu durumda tüm göçmen işçiler dahil) paylaştırılması yoluyla iş saatlerinin azaltılması ve ücretlerde herhangi bir kesinti yapılmaksızın, toplu sözleşmelerde enflasyon farkının doğrudan ücretlere yansıtılması savunulmalıdır. Bu program hayata geçirildiğinde göçmen işçi ve yerli işçi birlikte kazanır. Bu programın tek kaybedeni patronlar olacaktır. Bu talep uğruna mücadele zaten yerli işçiyi göçmen işçiyle rekabete sokmayacak tersine hep birlikte patronlara karşı konumlandıracak ve üretim araçlarının özel mülkiyetinin nasıl bu sorunun çözümü önündeki yegâne engel olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koyacaktır.

Aynı durum konut sorunuyla ilgili de geçerlidir. Bugün Suriyeli göçü ile birlikte bir yandan insanlar mülteci kamplarında ve çeşitli illerde sokaklarda yaşamaya zorlanmakta bir yandan da yine Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa başta olmak üzere yoğun göç alan illerde konut kiraları adeta ikiye, üçe katlanmaktadır. Bu çelişki daha çarpıcı biçimde 2013'ten bu yana konut talebindeki daralma dolayısıyla Türkiye emlak piyasasında 1 milyon konut fazlasının bulunduğu gerçeği ile karşımıza çıkmaktadır. 1 milyon konut, alıcı bulamamaktadır ve yüz binlerce Suriyeli sokakta yatmaktadır. Türkiye işçi sınıfı da ya kira ya da kredi yükü altında inim in0im inlemektedir. Bu konutlarla Suriyelileri ve yerli işçileri buluşturmaya tek engel, konut fazlasının konut ihtiyacı olanlara dağıtılmasıyla konut fiyatlarının düşecek olması dolayısıyla zarar edecek olan müteahhitler, konut kredilerinin geri dönüşünü sağlayamayacak olan bankalardır. Konutların ve bankaların kamulaştırılması ile "evler oturanların" demek ve bir planlama dahilinde konut sorununu çözmek hem göçmenler, hem ev kredisine girmiş işçiler hem de kiracılar için kesinlikle mümkündür. Emlak zengini olmayıp kira ile gelirini takviye eden, küçük burjuvazinin alt katmanlarından ve proletaryanın üst katmanlarından insanlar için de pekala bir tazminat sistemiyle mağduriyet ortadan kaldırılabilir. Burada da devasa bir sosyal sorunun çözümünün çok yakın olduğunu, göçmenlerle yerli işçinin aynı politika ile konut sahibi yapılabileceğini ama çözümle aramıza kocaman bir özel mülkiyet duvarının dikilmiş olduğunu görüyoruz.      

Evet, göçmenler toplumun, ülkenin, ekonominin sırtında bir yük değil. Tüm toplumun ve bu arada göçmenlerin sırtındaki yük asalak kapitalizm ve sermayedir. Dolayısıyla da göçmenlere yardım etmek için halktan bir şeylerin eksilmesine gerek yoktur. Halkın emekçi çoğunluğu ile göçmenlerin sorunlarının çözümü ve kurtuluşu tamamen ortaktır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2015 tarihli 71. sayısında yayınlanmıştır.