Filistin’de yeni bir intifadaya doğru

Türkiye halkı, ülkenin Cumhurbaşkanı ve AKP tarafından hızla Suriyeleştirilmesi karşısında bir şok yaşıyor. 10 Ekim günü bu ülkenin insanları, daha önceleri Irak ve Suriye’ye dair haberlerde görmeye alışkın oldukları kanlı bir manzarayı kendi başkentlerinin göbeğinde gördüler. Gelişmeler insanların iç politikadan başlarını kaldıramamaları sonucunu doğuruyor. Buna karşılık, hemen yakınımızda yıllardır işgalci ve gayri meşru İsrail Devleti’ne karşı onurlu mücadelesini sürdüren Filistin halkı son dönemde işgalciye karşı sınırlı ölçüde, ancak büyük bir dinamizm ve kararlılıkla karşılık vermeye başladı. Üçüncü bir intifadanın başlamasının işaretleri olarak da okunabilecek bu gelişmelere dikkat etmek gerekiyor.

Bunun için, olayları ateşleyen iki faktöre bakılmalı. Geçtiğimiz Temmuz ayının sonlarında, Siyonist yerleşimciler Filistinli Devabşe ailesinin Nablus’un güneydoğusunda Duma’daki evine saldırdılar. Tüm dünyanın dikkatini Filistin’e çeken bu saldırıda 18 aylık bir bebeği ve ailesini yakarak öldürdüler. Suçun failleri, bir hafta tutuklu kaldıktan sonra  serbest bırakıldı.

Eylül ayı başlarında işgal güçleri bu sefer Müslümanlar için kutsal sayılan Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılara başladılar. Bu saldırılarda çok sayıda insan yaralandı, işgalci askerlerin ve polisin Filistinlilere yönelik şiddet görüntüleri sosyal medyada büyük tepki topladı. Saldırılar Yahudilerin dini yılbaşı ile beraber giderek arttı. Mescid-i Aksa’nın etrafına yerleşen Siyonist rejim askerleri, Filistin halkına gaz ve ses bombaları ile günlerce saldırdı. Tüm bu saldırılarda Siyonist yerleşimciler de aktif rol aldı.

Hem Devabşe ailesinin yerleşimciler tarafından yakılarak katledilmesi hem de Mescid-i Aksa’ya gitmeye çalışan Filistinlilere yönelik saldırılar, Üçüncü İntifada olarak anılan yükselişin fitilini ateşledi. Batı Şeria’nın tüm kentlerinde çok sayıda genç Filistinli sokaklara döküldü, işgal güçlerine taşlar ve molotof kokteylleriyle saldırıya geçti. Eylemlerin yoğunluğu zaman içerisinde arttı. Elbette bunun başlıca nedeni, Siyonist işgalcinin Filistinlileri öldürmeye devam etmesiydi.

Ekim ayının başından 16’sına kadar toplam 33 Filistinli işgal güçleri tarafından öldürüldü, 1300 Filistinli de yaralandı. Tüm bu olayların temel nedeni, Filistin topraklarının gayri meşru Siyonist İsrail devletinin  işgali altında olması, Filistinlilerin boğazında işgalcinin ilmiğinin her geçen gün biraz daha sıkılıyor olması.

Siyonistlerin yanıtı

Filistinlilerin bu kalkışması karşısında Netanyahu hükümeti, yerleşimcileri silahlandırmayı sürdürüyor. Bu yerleşimciler, polis nezaretinde çok sayıda Filistinli’nin öldürülmesinden sorumlu birer katil, Siyonist ideolojinin yarattığı birer canavar. Dinci gericiliğin, şovenizm ve ırkçılıkla bir arada zehirlediği birer “yaratık”. Diğer yandan, işgal güçleri Kudüs’teki mahalle ve köylerin girişlerini beton bloklarla kapatmaya başladı. Netanyahu hükümeti, Kudüs’te Filistinlilerin yaşadıkları mahalleleri ablukaya alma ve yerleşimcileri daha fazla silahlandırmaya dayanan bir güvenlik programını uygulamaya hazırlanıyor. Gayri meşru İsrail Parlamentosu, yakın zamanda aldığı bir kararla, işgalci güçlerle çatışmaya giren göstericilerin ailelerinin evlerini yıkıyor ve yeniden inşa etmelerine izin vermiyor, hatta oturdukları yerlerden sürüyor.

Gayri meşru İsrail Devleti’nin son dönemde artan eylemlere bir diğer tepkisi de, Filistinlilerin yaşadığı Doğu Kudüs’te artan oranda asker bulundurarak, kontrol noktaları kurmak ve kenti kuşatarak, insanların kent dışına çıkmasını engellemek oldu. Türkiye''nin Kürt kentlerinde ve kasabalarındaki uygulamalarını andıran tüm bu uygulamalar, elbette, işgalin dayanılmazlığını arttırıyor ve Filistin halkının işgalciye karşı daha kitlesel mücadele etmesi sonucunu doğuruyor. Son olarak, Siyonist rejimin, öldürdüğü Filistinlilerin cenazelerini ailelerine vermeme ve kendi askeri mezarlıklarına defnetme kararı aldığını da belirtelim.

Direniş örgütleri ne diyor?

Tüm bu gelişmeler, Gazze’nin aksine uzun süredir görece daha hareketsiz durumda bulunan Batı Şeria’nın  pek alışık olmadığı cinsten gelişmelerin yaşanması anlamına geliyor. Belki de bundan dolayı pek çok kaynak, yaşananları bir üçüncü intifadanın başlangıcı olarak görüyor.

Hamas, bir yandan, iddia edilenin aksine uzun süreli bir barış için İsrail ile görüşmeler yaptıkları haberlerinin yalan olduğunu iddia ederken, bir yandan da bir Kudüs intifadasının, üçüncü bir intifadanın başladığını savunuyor. Hamas lideri İsmail Haniye, Gazze’de verdiği Cuma hutbesinde, yaşananların gerçek bir intifada olduğunu söyledi. Hatta direniş örgütleri arasında intifada vurgusunu en yüksek perdeden dillendiren de Hamas. Bir diğer İslami direniş örgütü olan İslami Cihat da Üçüncü İntifada’nın başladığını duyurdu ve Mescid-i Aksa’nın Filistin halkının kırmızı çizgisi olduğunu vurguladı.

Hizbullah, uzun bir süredir mezhep savaşının panzehirinin Siyonizm’e karşı savaş olduğunu vurguluyordu. 15 Ekim günü, son dönemde Filistinlilerin artan eylemliliklerini de değerlendiren Hizbullah lideri Nasrullah, Filistinlilerin saldırılarının meşru olduğunu ve bu intifadaya destek olduklarını belirtti.

FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) açıklamalarında henüz Üçüncü İntifada adını sıklıkla kullanmıyor. Ancak Cephe 9 Ekim’de yaptığı açıklamada, büyük oranda gençler tarafından yürütülen bu eylemlerin sürdürülmesi, bunlara kitlesel destek verilmesi ve bu eylemlerin Filistinli direniş örgütlerine ilham vermesi, canlandırması çağrısında bulundu. Örgüt, 15 Ekim’deki açıklamasında da farklı fraksiyonlardan gençlerin Siyonist işgalciye karşı bir araya gelmesinin önemine vurgu yaptı. Yine 15 Ekim’de FHKC MK üyesi Ahmed Tanani, ayaklanmaları koordine edecek bir birleşik ulusal liderliğin önemine, ulusal ve İslami güçlerin mücadelenin her alanında ortak hareketine vurgu yaptı.

BDS faaliyetinin merkezi organı BDS Filistin Ulusal Komitesi’nin (BNC) 10 Ekim tarihli açıklamasında ise, yaşananların bir üçüncü intifadaya dönüşüp dönüşmediğinden bağımsız olarak yeni bir genç kuşağın, gayri meşru İsrail’in işgal ve apartheid rejimine karşı mücadeleye atıldığı vurgulandı, ki bu gerçekten önemli bir nokta.

El Fetih cephesinde ise işler daha sıkıntılı. El Fetih içerisindeki bazı gruplar, yükselen bu hareketi açıkça destekliyor ve El Fetih önderliğini eleştiriyorlar. Ancak üçüncü bir intifada, Mahmud Abbas’ın “harikalar diyarından” işgalin gerçeklerine inmesine vesile olacağından, El Fetih’in yolsuzluktan şişmiş kadroları için aslında bir kâbus. Hatta açık açık şunu söylemek olanaklı: eğer bir üçüncü intifada başladıysa, bu hareketin bir hedefi de El Fetih’in yönetimindeki Batı Şeria Filistin Ulusal Yönetimidir. 2005 yılından beri başkanlık için seçim yapılmayan Filistin’de Mahmud Abbas’ın yolsuzluklara bulaşmış ve Filistin halkına hiçbir şey taahhüt etmeyen, aksine gayri meşru İsrail ile görüşmelerden hâlâ medet uman rejiminin halkın hedeflerinden olması aslında oldukça doğal. Mahmud Abbas yönetimi, ayrıca, işgal güçleri ile güvenlik işbirliği adı altında yaptığı uygulamalarıyla direnişçilerin işgal güçleri tarafından bulunarak tutuklanmasında da rol oynuyor. Abbas daha yakın zamanda, gayrı meşru İsrail devletine müzakereler yoluyla sorunları giderme çağrısı yaparken, bunun alternatifinin bir intifada olduğunu, ancak kendilerinin bunu istemediğini söylüyordu. Geçmiş olsun!

Mahmud Abbas, aslında yeni bir intifadanın başarısız olması için gereken tüm önlemleri yıllardır Siyonistlerin de desteği ile almaktaydı. O halde, şu an nasıl olup da bir üçüncü intifadanın hem de tam Batı Şeria’da başlayıp başlamadığını tartışır hale geldiğimizi açıklamak gerekli. Öncelikle, gayri meşru İsrail devletinin varlığı ve Filistin halkının gerek Batı Şeria’da gerekse Gazze’de işgalin giderek ağırlaştırdığı ayrımcı bir rejim altında yaşıyor olması zaten intifada adı verilen kalkışmaların temel nedenidir. Ancak, konjonktürel farklılıklar, intifadaların birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmalarına neden oluyor.

Yeniden intifada!

Yaklaşık 2.000 Filistinlinin hayatını kaybettiği Birinci İntifada, 8 Aralık 1987 tarihinde başladı. 1993’te Oslo Anlaşması’nın imzalanmasına kadar sürdü. Daha çok işgal güçlerine taş atma ve molotof kokteylleri ile gerçekleştirildi. Bu ilk intifada Filistin direniş örgütlerinden oldukça bağımsızdı, bu örgütler deyim yerindeyse ayaklanmaya arkasından yetişmeye çalışıyorlardı. İkinci İntifada, sadece İsrail’e yönelik bir ayaklanma anlamını taşımıyordu. Yaklaşık 3.000 Filistinlinin öldüğü bu kalkışmanın bir hedefi de, işgal karşısında ele tutulur hiçbir şey yapmayan Filistin Yönetimi idi. 2000 ila 2005 yılları arasındaki bu intifadanın ilkinden farkı, direniş örgütlerinin çok ön planda olması ve askeri biçimler alması, gerçek mermiler ve bombaların kullanılmasıydı. Bu yüzden ilk intifadada sadece 160 işgalci öldürülmüşken, ikincisinde bu sayı 950’ye çıkmıştı.

Üçüncü İntifada haline gelmesi kuvvetle muhtemel son olaylar ise, Filistin Yönetimi’nin marifetiyle İkinci İntifada’dan sonra silahtan arındırılmış bir bölgede, elde ne varsa onunla yapılıyor. Filistinli gençlerin muhtemelen en kolay bulabildikleri ve en rahat taşıyabildikleri alet bıçak. İşgalciye verilen karşılıkların çoğunda bıçak kullanıldı. Bunun yanında elbette taş ve evde hazırlanmış molotof kokteylleri, Gezi direnişinden ve Kürdistan’daki mücadelelerden aşina olduğumuz havai fişekleri de eklemek gerekli. Diğer yandan, bölgenin değişen bir başka özelliği de, üçüncü bir intifadanın niteliğini belirleyecek türden. Batı Şeria’da yeni bir kalkışmanın önündeki çok önemli bir engel, ilk iki intifadanın aksine militanların hareket serbestisinin sınırlı oluşu. Duvar ve kontrol noktaları artık Batı Şeria’nın içlerine kadar sokuluyor ve iki mahalle arasında bile geçiş bazen olanaklı olmayabiliyor. Bu yüzden ilk iki intifadada şehirden şehire geçmek, eldeki güçlerin yerini kolaylıkla değiştirmek gibi şeyler çok daha kolayken, şimdi duvar gerçeği ile karşı karşıyayız.

Üçüncü İntifada, ilk ikisinden farklı olarak, gayri meşru İsrail devletinin asker ve polisinin yanına, en az onlar kadar tehlikeli bir başka gücü, yerleşimcileri ekledi. Bu da, Filistinliler açısından bir başka zorluğa işaret ediyor. Bu yerleşimcilerin hepsi silahlı ve inanılmaz derecede saldırganlar.

Üçüncü İntifadanın ayırt edici diğer bir özelliği, çok ama çok genç bir kitlenin sokaklara dökülmüş olması. Bu yeni kitle, sosyal medyaya oldukça aşina. Ancak en önemlisi, korkusuzca işgalcinin mermilerinin önüne atlayan bu gençlerin, Filistin direnişinin geleceğini oluşturacak olması. Üstelik bu genç kitle içerisinde genç kadınların sayısının fazlalığı eylem haberlerinin belki de her fotoğrafında dikkat çekici bir durum olarak göze çarpıyor. Bu anlamda, kadınların, özellikle genç kadınların ellerinde taşlarla en ön saflarda yerlerini almış olmaları, Filistin direnişinin geleceği açısından oldukça umut verici.

Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde, üçüncü bir intifadanın şimdiden ayırt edici bir niteliği olan “yalnız kurt saldırılarının” nasıl ortaya çıktığını anlamak daha kolay oluyor. Bu eylem türü, bir Filistinlinin kendiliğinden bir kararla gidip bir grup İsrailli’ye saldırması anlamına geliyor. Şimdiye kadar yapılan bu tür saldırılarda askerler ve yerleşimciler gibi, sıradan İsrail vatandaşları da hedef olabildi. Yerleşimcileri hedef almadıkları sürece, sıradan İsrail vatandaşlarını hedef almaları bu eylemleri savunmayı güçleştirir. Ancak bu da başka bir şeyin göstergesi olarak ele alınmalı. Bu gençler, ya mücadeleyi bir Yahudi-Müslüman savaşı olarak ele alan İslami örgütlerin etkisi altında - ki bu durumda yaptıkları, örgütlerince de kabul edilebilir bir harekettir, ya da bağımsız - ve dolayısıyla hiçbir siyasi formasyona sahip olmadığından salt bir intikam duygusuyla hareket ediyorlar. İki durumda da panzehir, savaşı Siyonizme karşı, laik ve demokratik bir Filistin’in inşası perspektifinden ele alan örgütlerin etki alanının güçlenmesi.

Olayları kolaylıkla bir üçüncü intifadaya dönüştürebilecek önemli bir etken, Siyonist Netanyahu hükümetinin yapısı. Bu hükümetin bakanları yerleşimcileri aktif olarak destekliyor ve Netanyahu’nun aldığı oylar da Filistinlilere yönelik daha fazla saldırganlığa dayanıyor. Siyonist eğitimin cenderesinden geçen, Filistinlilere atılan bombaların üzerlerine küfürler yazan Yahudi gençleri, artık birer seçmen oldular ve Araplar için daha fazla ölüm istiyorlar. Netanyahu, bu yapı dahilinde istese de geri adım atamayabilir.

Genel olarak bakıldığında, Eylül ayından itibaren Filistin’de yaşanan bu kalkışmayı başlamış bir intifada olarak nitelemek için henüz erken. Ancak hareketi ortaya çıkaran etkenlerde bir değişiklik olması muhtemel olmadığından, çok büyük bir olasılıkla bu hareket bir Üçüncü İntifada’nın ortaya çıkması ile devam edecek. Bunu elbette zaman gösterecek. En azından biz devrimci Marksistler, böyle bir durumun doğuracağı enternasyonalist görevlerin bilincindeyiz. Her zaman olduğu gibi, ayağa kalktığında da Filistin halkının yanında, Siyonizmin ve emperyalizmin tam karşısında olacağız!