Cenevre II: Ölü doğan konferans

Suriye’nin üç yıldır süren iç savaşına siyasi bir çözüm bulma amacıyla toplandığı söylenen Cenevre II Konferansı Montreux’de başladı. O kadar sefil koşullarda başladı ki, aniden ve orta yerinde kesilmesi bile sürpriz olmaz. Aslında konferanstan önceki aylarda yaşanan gelişmeler, Esad Suriye’sinin arkasında duran Rusya ile muhalefetin ardındaki esas güç olan ABD emperyalizminin ve Avrupalı müttefiklerinin pozisyonlarının yakınlaştığını, Batılıların Esad’ın bir süre için başta kalmasını içeren bir geçiş sürecine razı olmaya başladıklarını düşündürüyordu. Ama son üç günde yaşanan gelişmeler konferansın ölü doğduğunu bile söylememizi mümkün kılıyor.

Konferansın ölü doğmasına yol açan gelişmeler üçlü. Birincisi, Katar-Türkiye operasyonu. Hem Beşşar Esad’ın yönetiminin, hem de daha genel olarak Suriye’yi kırk yıldır yönetmekte olan Baas rejiminin sert ve baskıcı bir rejim olduğu, ordunun ve istihbarat örgütü El Muhaberat'ın son derecede gaddar baskı kurumları olduğu kimse için sır değil. Üç yıl önce başlayan büyük altüst oluş boyunca Suriye devletinin “Şabiha” adını taşıyan paramiliter güçlerinin de dâhil olduğu zalim uygulamalar sergilemiş olduğunu da herkes biliyor. Ama üç yıl boyunca muhaliflere uygulandığı iddia edilen işkence ve katliamın Cenevre II’den sadece iki gün önce tam bir orkestrasyonla dünyaya açıklanması, iç savaşa bir siyasi çözüm bulunmasını sabote etmekten başka bir anlam taşımıyor. Bugünlerde Türkiye’de her hırsızlık ve rüşvet olayı ortaya çıktığında birileri “zamanlama mânidar” demeyi pek seviyor. Asıl mânidar olan, bu fotoğrafların ve raporun zamanlaması. Mısır’da ve Suriye’de Müslüman Kardeşler örgütünün (İhvan) baş destekçisi ve finansörü Katar’ın parasıyla Britanya’da bir hukuk firmasının emperyalizmin çeşitli uluslararası mahkemelerinde görev almış “güvenilir” (!) birtakım yargıçlara ve uzmanlara yazdırdığı rapor tartışılmaz hakikat gibi sunuluyor. Oysa raporun baş aktörlerinden biri, “bizim yargılarımız ancak tanığımızın dürüstlüğü ölçüsünde doğru olabilir” diyor. Başka bir raportör 55 bin fotoğrafın ancak yarısının incelenmiş olmasının nedeninin zaman sıkışıklığı olduğunu söylüyor. Neden zaman sıkışıklığı? Çocuklar bile anlar ki açıklamayı konferansa yetiştirme gereğinden. Tanığın kendisine gelince, adı “Sezar”! Kendisi Suriye ordusunda görevi icabı bu fotoğraflara erişebildiğini söylüyor. Hakkında başka hiçbir şey bilinmiyor. İnsan ABD’nin 2003’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde hareketli kimyasal silah platformlarının varlığına tanıklık eden Iraklı sorumluyu hatırlamadan edemiyor. Bu muhterem, yıllar sonra yalan söylediğini kendi ağzıyla açıklamıştı!

Katar raporu yazdırmakla kalmamış, haberi yaymak için de bazı yayın organlarını “ayarlamış”. Bütün dünyada dinlenen CNN televizyonunun İsrail taraftarlığı efsanevi olan “anchor”ı Christiane Amanpour’un ve Britanya’nın Guardian gazetesinin yanı sıra, o da ne, Tayyip Erdoğan’ın Anadolu Ajansı! Türkçe bütün dünyada konuşulan bir dil mi? Suriyeliler Türkçe mi anlıyor? Yok, ama olsun, Anadolu Ajansı. Mısır’da Mursi şampiyonluğunun ortakları Katar ve Türkiye hükümetleri bir daha işbirliğinde. Bütün dünyayı bu özenli mizansenle Esad’a düşman ederek Cenevre II’yi sabote ediyorlar!

İkinci faktör İran komedisi. Komedinin kaynağı hayali karakter Meşhedi Cafer’in memleketi İran değil. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban ki Mun. Bu şahsiyet, Ortadoğu’nun ve Suriye iç savaşının en önemli aktörlerinden biri olan İran’ı konferansa üç gün kala davet edip, bir gün kala bu daveti geri çektiğinde, hem birleşik ya da değil bütün “milletlerin” alay konusu haline geldi, hem de Katar’ın dışında konferansı sabote eden ikinci aktör oldu! Üstelik, bu iki gün arasında, ayın 20’sinde İran uzun yıllardır ihtilaf konusu olmuş olan nükleer çalışmalarına altı ay için bütünüyle son vermişken!

Rivayet Ban’ın bu karar değişikliğinin ardında Suriye muhalefetinin İran’ın konferansta bulunmasına itiraz etmesi olduğu. İnanan inansın. Suriye muhalefeti öylesine kukla, Suriye gerçeğinde öylesine yeri olmayan bir göçmen topluluğu ki kimsenin onlara kulak vermesi söz konusu olamaz. İran’ın konferansa katılmasını engelleyen, hiç kuşku olmasın, farklı nedenlerle ABD ve Suudi Arabistan. Ama tam da Suudi krallığının yer aldığı bir konferansta İran’ın olmaması, konferansın anlamsızlığını ortaya koyuyor. İran’a itiraz güya Devrim Muhafızları’nın dış ülkelerde operasyon yapan askeri gücü Kudüs Kuvvetleri’nin Suriye iç savaşına müdahale ediyor olması. Ama herkes biliyor ki, Suriye’de savaş alanında orta boy bir etkiye sahip olan İslami Cephe denen selefi güç de Suudilerin bir yaratığı. Birinin olduğu yerde öteki olmazsa bu konferans yürümez! Başka bir şekilde ifade edelim: Suriye iç savaşı bir aşamadan sonra en azından bir yanıyla Suudi Arabistan’ın Sünnilik adına Şii İran’a karşı kışkırttığı Ortadoğu çapındaki mücadelenin Suriye savaş tiyatrosundaki “vekâleten savaşı” haline geldi. Bir savaşın siyasi çözüme kavuşturulması için iki tarafının da müzakerelerde yer alması gerekir. Cenevre II’de İran yok. Öyleyse, Cenevre II bir işe yaramaz.

Konferansın ölü doğmuş olmasında üçüncü neden Kürtlerin, yani Rojava’nın temsil edilmiyor olması. Rojava Suriye cehenneminin içinde doğmuş bir umut ışığıdır. Ortadoğu’nun ezilmiş halkı Kürtlerin (Irak Kürdistanı’ndan farklı olarak emperyalizme kul köle olmadan) kendi kendilerini yönetmesine olanak tanıdığı için, Ortadoğu’da kışkırtılan barbar Sünni-Şii kutuplaşmasına karşı bir üçüncü çizgiyi temsil ettiği için, bazı kolektif mülkiyet biçimleriyle denemeler yaptığı için, kadınların kurtuluşunda büyük bir atılımın ilk adımlarını attığı için, gerici El Kaide çizgisine karşı halk tipi bir laikliği temsil ettiği için umut ışığıdır. Ve varlığı, yadsınamayacak bir vakıadır. Ama emperyalist dünya düzeni, en başta Rojava’yı kendisi için tehdit olarak kabul eden Türkiye devletinin basıncı dolayısıyla, inkâr edilemeyecek Rojava’yı görmezlikten gelmiş, ona masada hak ettiği yeri vermemiştir. Öyleyse, Cenevre II bütün sorunlarını aşsa bile alacağı kararlar sahadaki gerçekliğe denk düşmeyecektir.

2012’den 2014’e köklü değişim

Oysa Cenevre II, 2012 Temmuz ayında toplanmış olan Cenevre I’den farklı olarak, siyasi çözüm konusunda bazı adımlar atılabilmesini mümkün kılacak bir dizi gelişmenin ardından toplanıyordu. Suriye muhalefetinin eli zayıflamış, emperyalizmi Esad’lı bir çözüme razı edecek bir dizi gelişme ortaya çıkmış, Ortadoğu Sünni gericiliği (Suudi-Katar-Türkiye ekseni) yalnızlaşmıştı.

·         Bu bir buçuk yıl içinde muhalefet bölündü durdu. 2011 sonbaharında Türkiye’nin hegemonyasında kurulan Suriye Ulusal Konseyi zamanla prestijini yitirdi. Onun yerini Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Koalisyonu aldı. Hegemonya Türkiye’den Katar’a, oradan da Suudi Arabistan’a geçti. Yani muhalefet cephesinde istikrarsızlık, bölünme ve karşılıklı güvensizlik hüküm sürüyordu.

·         Daha önemlisi, El Kaide’nin yükselişi oldu. Hem laik güçleri de içeren Özgür Suriye Ordusu, hem de Körfez gericiliğini temsil eden “ılımlı” ve selefi İslamcı hareketlerin silahlı güçleri El Kaide ile bağlantılı iki güç karşısında gerilediler. Daha ziyade Suriye kökenli olan El Nusra Cephesi ile tamamen El Kaide’nin, mahalli toprak bağlarından yoksun militanlığını temsil eden Irak ve Büyük Suriye İslam Devleti örgütü (IBSİD) üst üste askeri başarılar elde etti. Bu, Türkiye’nin yanı sıra Körfez gericiliğini de çok zor durumda bıraktı.

·         El Kaide türü İslamcılığın kazandığı başarılar, emperyalizmin Esad’a bir nevi “ehveni şer” (kötünün iyisi) olarak bakmasına yol açtı. Son haftalarda emperyalist istihbarat ajanlarının Esad rejimi ile temas içine girmiş olduğuna, hatta ona operasyonel istihbarat sağladığına dair haberler yayıldı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry bunu yalanladı, ama Tayyip Erdoğan da hükümetin Öcalan ile hiçbir teması olmadığını söylemiyor mu?

·         Esad güçleri, Lübnan Hizbullah’ının da yardımıyla ülkenin epeyce belirleyici bölgelerinde askeri üstünlüğü yeniden ele geçirdi.

·         Esad rejimi, geçtiğimiz Ağustos sonu-Eylül başı en zayıf göründüğü anda çok başarılı bir diplomatik manevrayla avantajlı duruma geçti. Kimin eseri olduğu hâlâ anlaşılamamış olan (ama en son ABD’nin birinci sınıf teknoloji üniversitesi MIT’den bir ekibin verdiği rapora göre Esad rejimi tarafından yapılmadığı yolunda deliller ortaya konulmuş olan) kimyasal saldırıdan sonra hükümetin kimyasal silahların imhası yolunda çok cesur bir adım atması, emperyalizmin gardını ciddi biçimde düşürdü. Diplomatik inisiyatif Rusya ve Suriye’nin eline geçmiş oluyordu.

İşte bütün bu faktörler, emperyalizmin Esad’ın kesinkes devrilmesi konusundaki kararlılığını sarsarak, bir emperyalist askeri müdahalenin koşullarını ortadan kaldırarak, sahada ise esas kutuplaşmayı Esad ile El Kaide arasında bir seçim haline getirerek Esad’lı bir geçiş sürecini gerçekçi bir senaryo haline getirmişti.

Körfez gericiliği ve AKP Türkiyesi’nin atakları burada önem taşıyor. Katar ve Türkiye işkence ve katliam raporu hikâyesi ile, Suudi Krallığı ise İran’ın dışlanmasını sağlayarak Cenevre II’yi siyasi bir çözüm ortamı olmaktan çıkarmışlardır. Cenevre II’nin tek özelliği bir siyasi çözüm ortamı olmasıydı. Öyleyse, Cenevre II ölü doğmuştur.

Birtakım meşum kamyonlar

1 Ocak ve 19 Ocak’ta Türkiye’de iki kafile TIR savcılar tarafından durduruldu, Başbakan’ın kefilliğinde salındı. Araya üç de otobüs girdi. Bir ay dolmadan yedi ayrı araçta Suriye’ye yollanan gizli malzeme yakalanmış oldu. Bu meselenin tartışılır bir yanı yoktur. Yollanan, Suriye Türkmenleri ya da başkaları için yardım malzemesi olsa hükümet ve başbakan böylesine esrarlı bir tavra bürünmezdi. TIR’ları da aratırdı. Başbakan “kendi ülkesinin istihbaratını dünyaya teşhir etme”yi böylesine şiddetle kınamak zorunda kalmazdı. (“Teşhir etme” kelimesi başbakanın kendi kelimesidir! El hak, doğru!) Türkiye Suriye’de savaşan güçlere gizli biçimde silah ve mühimmat sevk etmektedir. Üstelik ÖSO’ya sevkiyatın gizli bir yanı olması gerekmediğine göre, bunu muhtemelen El Kaide’ci güçlere yapmaktadır.

Bütün bunların ardında Kürt fobisi yatıyor. Rojava’dan korkuyorlar, El Kaide’ye yatırım yapıyorlar. BDP’den korkuyorlar, Hizbulah’a yatırım yapıyorlar. Tayyip Erdoğan, iktidarını yıllarca cemaate yaslandırmaya çalıştı, sonunda acemi büyücü çırağı gibi ortada kaldı. Şimdi aynı oyunu Kürt hareketine karşı El Kaide ve Hizbullah’la deniyor. Gelecekte pişman olacağını söylemek için kâhin olmaya gerek var mı?

Türkiye’nin Ortadoğu’da ve Suriye’de gericilik cephesinde olmasını engellemenin yolu AKP hükümetini düşürmektir. Bu başarılmadıkça, Türkiye Suudi ve Katar gericiliğinin yardakçısı olacaktır.

Bunu başaracak olan ise Türkiye’nin işçi-emekçi sınıfları ve onların müttefiki olacak olan Kürt halkıdır. Rojava bu tarihi blokun üssü olarak muazzam önemli bir rol oynamaya, çok önemli bir kaldıraç olmaya adaydır.