Tozun dumanın arasından görülebilen (3): Barzani ne işe yarar?

Aşağıdaki yazı, 14 Ekim günü (dün) Mesud Barzani’nin çağrısı üzerine Dohuk’ta aralarında PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in de yer aldığı Rojavalı Kürtler arasında düzenlenen toplantıdan önce kaleme alınmıştır. Dohuk toplantısının amacı ve içeriği hakkında güvenilir bilgilerin sızması günler, belki de haftalar alacaktır. Biz bu yazıyı bu bilgileri beklemeden Dohuk toplantısının arka planının anlaşılması, hatta bir bakıma Barzani’nin bu toplantıyı neden çağırmış olduğuna ışık tutabilmesi amacıyla şimdiden yayınlıyoruz. Dohuk’ta ortaya çıkabilecek hiçbir gelişmenin bu yazının ulaştığı yargıları değiştirmemize temel olmayacağından kuşku duymuyoruz. Kürt hareketini ve halkını, Barzani’nin artık kaçıncı olduğu bile hesaplanamayan içi boş manevralarına karşı uyarmayı da görev biliyoruz. Henüz ortada somut bilgi olmamakla birlikte ekleyelim: Barzani’nin bu dönüşü, muhtemelen ABD’nin Rojava’ya ilişkin tavrında bir değişikliğe tekabül etmektedir. O takdirde hevallerimizi bir kez daha uyarıyoruz: ABD ile ittifak Kürt halkının özgürlük mücadelesinin geleceği açısından bir felaket olur!

 

Mesut Barzani, Kürt halkının önemli bir bölümünce çok yüceltilen bir lider. Bir yanıyla Güney Kürdistan’da ulusal mücadelenin tarihi önderi, İkinci Dünya Savaşı sonrası kısa ömürlü bağısız Kürt devleti Mahabad Cumhuriyeti kuruluşunda bulunmuş Molla Mustafa Barzani’nin oğlu olduğu için. Bir yanıyla da 1991 Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın kuzeyinde diplomatik manevralar sayesinde bir özerk bölge oluşmasını, bunun 2003 Irak savaşı sonrasında federal bir Irak içinde özerk bir Kürdistan Bölgesel Yönetimi haline dönüşmesini sağladığı için.

Bu, dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın uzun bir esaret döneminden sonra hayatiyet kazanmasının ilk örneği olduğu için Kürtler açısından büyük bir sevinç kaynağı oldu. Bu sayede Barzani de sadece Irak Kürtlerinin değil, Türkiye Kürtlerinin önemli bir bölümünün gözünde umut vaat eden bir lider haline geldi. Halkın olayları bu biçimde görmesi anlaşılır bir şeydi. Ama Türkiye’deki Kürt özgürlük hareketinin de Barzani’yi bütün Kürtlerin liderlerinden ve ulusal dava için işbirliği yapılacak biri gibi görmesi, hareketin çok ciddi bir hatası oldu.

Biz Gerçek gazetesinde ve onun öncülü olan İşçi Mücadelesi’nde, ortak toplantılarda ve panellerde, Kürt hevallerimizle nerede bir araya geldiysek oralarda, özellikle 2003 Irak savaşından itibaren Barzani’ye güven ve inanç konusunda Kürt hareketini sürekli olarak uyardık. Birincisi, Kürtlerin ulusal kurtuluşunun emperyalizme hizmet ederek, emperyalist bir savaşta ona destek olarak kazanılması çabasının yeni türden bir köleliğe yol açacağını belirttik. İkincisi, Barzani’nin yönetiminde ve politik hattıyla kurulacak bir Kürt özerkliğinin en iyi durumda bile Kürdistan’ın toplam ulusal kurtuluşunu değil, sadece Güney Kürtlerinin durumunun bir ölçüde düzelmesini sağlayabileceğini, emperyalizme bağımlılığın, öteki parçalarda emperyalizmin ve bölge güçlerinin desteklemediği türden kurtuluş hareketleri karşısında soğuk bir tavrın takınılmasına, hatta onların gelişmesini engellemeye yol açabileceğini vurguladık. Dört parçadan birinin ötekilerin aleyhine çalışmasının ulusal kurtuluşun lehine olmadığına işaret ettik. Üçüncüsü, Güney Kürdistan için bile Kürtlerin öz gücüne dayanmayan, emperyalizmin himayesinde elde edilen bir özerkliğin koşullar değiştiğinde Kürtler için ya büyük tehlikeler yaratacağına (örneğin bütün bölge devletlerinin birleşip Güney Kürdistan’da bir katliama bile girişmesi) veya yeni türden sömürge konumlarının doğmasına (örneğin Güney Kürdistan’ın Irak devleti yerine Türkiye’nin hâkimiyeti altına girmesi) yol açabileceğine dikkat çektik.

Barzani’nin yalnızca bölgenin diğer uluslarının ezilenleri açısından kendi karşılarında buldukları bir siyasi lider değil, aynı zamanda Kürt ulusunun kurtuluşu bakımından bile zararlı olduğunu anlatmaya çalıştık.

Bu görüşler, Kürt hareketi içinde birçok unsur tarafından “geçmişte kalmış”, “modası geçmiş” bir yaklaşımın (yani Marksizmin) içinden geliştirilmiş soyut itirazlar olarak mahkûm edilmek istendi. Oysa bu itirazlarda soyut hiçbir şey yoktu. Her biri, çok somut ve günün birinde Kürtlerin karşısına çıkabilecek olasılıklara işaret ediyordu.

Aradan ancak on yıl geçti. Ve şimdi Barzani bütün Kürt hareketinde bir öfkenin, bir düş kırıklığının, bir kızgınlığın hedefi haline gelmiş bulunuyor. Hem de tam tamına bizim işaret ettiğimiz sorunlar dolayısıyla. Tarih, bir kez daha, Kürtlerin Marksist dostlarını haklı çıkardı. Öteki sosyalist grupların önemli bir bölümü, başka konularda olduğu gibi bu konuda da Kürt hareketinin hatalarına kuyrukçu bir tarzda yaklaşırken biz hep “dost acı söyler” dedik. Bugün bunun anlamı ortaya çıkıyor.

Kobani (Kobanê) öncesi

Barzani’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kurulmasından önceki suç dosyası kabarıktır. Türkiye’deki Kürt hareketine karşı askeri alanda yapmadığı kalmamıştır. En sonunda kendi güçlerini PKK gerillasına karşı savaşa sürerek “bırakuji” (kardeş kavgası) olarak anılan utanç politikasını da tarihin sayfalarına yazdırmıştır!

Kürdistan Bölgesel Yönetimi kurulduktan sonra Barzani’nin tavrı bir ölçüde değişmiştir, değişmek zorunda kalmıştır. 1999’dan itibaren PKK’nin Bekaa Vadisi’nden ayrılmak zorunda kalması ve Kandil’e yerleşmesi, kendi toprakları içinde kolay başa çıkılamayacak bir askeri güç mevcut olduğu için Barzani’yi daha dikkatli olmaya itmiştir. ABD himayesinde kurulan Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinde ilk yıllarda Türkiye devleti büyük baskılar uygulayınca (bilindiği gibi 2008’de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) büyük ama başarısız bir kara operasyonu bile yapmıştır Güney Kürdistan’a), Barzani Türkiye’nin yardakçılığından uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Ayrıca Bölgesel Yönetim’in kuruluşuyla birlikte Barzani’nin Türkiye Kürtleri arasında prestijinin çok yükselmesi, Barzani’yi geçmişte olduğundan çok daha dikkatli davranmaya itmiştir. Bütün bu faktörlerin etkisi altında 2003-2011 arası Barzani Türkiye’ye karşı eskisine göre çok daha mesafeli, Kürt hareketine karşı ise çok daha hoşgörülü bir siyaset izlemiştir.

Ama 2011’den itibaren Barzani’nin politikası yeniden değişmiştir. ABD Irak’tan askerlerini çekerken elbette Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin savunulması sorununu da bir çözüme kavuşturmak zorundaydı. ABD bu bölge üzerindeki askeri himaye görevini Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye’ye devretmiştir. Bu yüzden 2011’den sonra Barzani yeniden Türkiye’ye yaklaşmış, Kürt hareketine karşı tavrını çok diplomatik bir mesafeye oturtmuştur.

Bu aşamada Barzani’nin izlediği politikadan üç noktayı hatırlamak yeterlidir. Birincisi, Barzani Türk devletinin etkisi altında, Türkiye’nin Kürt partilerinin müthiş çabasına rağmen “ulusal kongre”yi sabote etmiştir. İkincisi, Tayyip Erdoğan’ın davetiyle Diyarbakır’a gelerek onun kendisini Türkiye’nin Kürt hareketine karşı bir ağırlık olarak oynamasına izin vermiş, bu arada elbette bu fırsattan istifade kendini Türkiye’nin Kürtleri üzerinde daha büyük bir nüfuza sahip bir lider haline getirmeye çalışmıştır. Üçüncüsü, Barzani Rojava’yı Kürtdistan’ın ulusal kurtuluşunun bir yeni kazanımı olarak görmemiş, diplomatik olarak tanınması için hiçbir girişimde bulunmamış, hiçbir zaman gerçek bir destek vermemiş, hatta Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarıyla Rojava toprakları arasındaki sınırı kapatarak çeşitli konularda engellemelerde bulunmuştur.

Rojava’nın tarih sahnesine çıkışına sahne olan Temmuz 2012 ile günümüzü ayıran iki yılı aşkın süre içinde Türkiye’nin Kürt hareketi bu tavırlara karşı gittikçe artan bir tepki duymuş, sonunda Barzani açık biçimde ağır eleştirilere maruz kalmaya başlamıştır.

Kobani krizi

Ancak DAİŞ’in (IŞİD-IBSİD) Kobani’ye taarruzunun başladığı Eylül ortalarından ve şehrin düşmesinin ve bir katliamın ciddi bir olasılık haline geldiği Eylül sonundan bu yana Barzani’nin izlediği politika, son iki yıl içinde yaptıklarını, kelimenin tam anlamıyla gölgede bırakır.

Barzani, bütün bu dönem boyunca neredeyse hiç konuşmamıştır. Beyaz Saray’da bile devlet başkanı gibi kabul edilen bu önde gelen Kürt lideri, Kobani krizi sırasında tam anlamıyla namevcut olmuştur! Bir tek an, krizin yaklaşık üçüncü haftası sonunda, Barzani’nin Türkiye’den Kobani’ye yardım için geçiş hakkı talep ettiğine dair bir haber basında çıkmış, ama bu haber çok belirsiz kalmıştır. Birazdan göreceğimiz gibi bu konu son günlerde yeniden gündeme gelmiş bulunuyor.

Önce şunu hatırlatalım. Bundan yaklaşık bir hafta önce Kürdistan Yurtseverler Birliği (Kürtçe kısaltmasıyla PUK) Kürdistan parlamentosunu Kobani konusunda bütünüyle pasif kaldığı için sert bir şekilde eleştirdi. Ardından son dönemde bölgenin üçüncü gücü haline gelmiş olan Goran hareketi benzer bir protesto gösterisi düzenledi. Kürdistan parlamentosunda Barzani’nin partisi Kürdistan Demokrat Partisi’nin (PDK) en büyük güç olduğu hatırlanırsa eleştirilerin hedefinde kimin olduğunu anlamak kolaylaşır.

İşte tam da bu bağlamda önceki gün Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı ve PDK Genel Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani PUK yöneticileriyle bu partinin merkezi sayılabilecek Süleymaniye kentinde bir toplantı yaptıktan sonra basına bazı açıklamalar yaptı. Neçirvan Barzani’nin açıklamalarının en önemli bölümünü aşağıda okuyalım:

“Öncelikle şunu bilin: Kobani coğrafi olarak Kürdistan Bölgesi’nden 200 km uzaktır. Bu nedenle Kobani’ye güç göndermemiz olanaklı değil. İlk olarak gerekli diyalogları sağlayarak ABD güçleri ile diğer güçlerin Kobani civarındaki IŞİD güçlerini bombalamasını sağladık. Buradaki koordinasyon Kürdistan Bölgesi tarafından sağlanmıştır. İkinci olarak insani yardım gönderdik. Üçüncü olarak silah gönderdik. Teyit ederek söylüyorum; Kürdistan Bölgesi olarak bölgede savaşan güçlere bunları sağladık. Tekrar diyeyim, Kobani meselesi bizim için alabildiğine önemlidir ve biz tüm gücümüzle, olanaklarımız dâhilinde elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Sorunu anlamak için gerçekler üzerinden meseleye bakmak lazım. Kürdistan Bölge Hükümeti herhangi bir eksik yapmamıştır. Bundan da ötesi, biz sınır kapılarını Suriye’den Türkiye’ye ve oradan bölgemize gelen insanlara da açtık.”

Burada Barzani’nin saydığı yardımlardan çok daha önemlisi, bu konuşmanın genel atmosferidir. Barzani de elbette farkındadır ki, PDK ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kobani konusunda çok ciddi biçimde eleştirilmektedir, yerden yere vurulmaktadır. Bu yüzden, bölgenin en büyük siyasi gücünün temsilcisi, tamamen savunma çizgisinde bir konuşma yapmaktadır.

Peki Neçirvan Barzani’nin açıklamaları ciddiye alınacak şeyler midir? ABD’nin DAİŞ’i Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin telkiniyle bombaladığı iddiası oldukça gülünçtür. Bu iki güç arasındaki ilişkide telkin eden biri varsa o da ABD’dir. İkincisi, insani yardımın bir önemi yoktur. Askeri kuşatma ve katliam tehlikesi altında yaşayan bir halk için bu kadarını da yapmazsanız, halk sizi ebediyen affetmez. En ciddi açıklama silah yardımıdır. Çoğu insan buna ihtimal vermiyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Kobani’nin komşu olmadığını, silahların ancak Türkiye üzerinden geçebileceğini belirterek Türkiye’nin buna izin vermediğinin ortaya çıktığına işaret ediyor insanlar. Oysa Barzani’nin aynen insani yardım için geçerli olduğu gibi, durumu kurtarmak üzere hafif silahlar yollamış olması bütünüyle olanaksız değildir. Neçirvan Barzani’nin Kobani yöneticilerinin bugün değilse bile gelecekte kanıtlarıyla yalanlayabileceği bir açıklamayı yapması biraz riskli bir çabadır.

(Yukarıdaki satırlar yazıldıktan sonra medyada Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Suriye işlerinden sorumlu yetkilisi Hamid Derbendi adına bir açıklama yer aldı. Bu yetkiliye göre, Barzani Kobani’ye silah göndermiş, ama bunlar Türkiye bir koridor açmadığı için halen Suriye'nin şimal doğusunda bekliyormuş, Kobani'ye ulaşamamış.  Haber kaynağı ekliyor: “Kobani'ye gönderilen askeri yardımın, sembolik miktarda hafif silah, cephane ve havan mermisinden oluştuğu belirtiliyor.” (msnbctv’nin aktifmedya bağlantısı). Cumhuriyet gazetesi de ilave bir bilgi aktarıyor: “Ancak Suriyeli Kürtler ise miktarın ‘sembolik’ olduğunu, gönderilenlerin de Suriye’nin kuzeydoğusundaki Cizire kantonundan çıkarılamadığını belirterek kendilerine bir silah ulaşmadığını aktardı.” (15 Ekim 2014) Maskaralık! Her iki durumda savaşan güce ulaşmamış silahlar “yardım ettik” diye açıklama konuş oluyor! Bu haber bizim tahminimizi bütünüyle doğruluyor.)

Mesele şudur: Kobani’de Kürtlerin yeni kazanmış olduğu özerklik ve halkın hayatı tehlike altındadır. Bu insanların binlercesi yarın DAİŞ Kobani’ye girerse belki de kesilecektir. Her halükârda Kürt halkının bir özgürleşme başka deneyi ilk büyük darbeyi yemiş olacaktır. Terazinin kefesine bu olasılığın yaratabileceği felaketin konulması, Barzani’lerin politikasının bu ışıkta değerlendirilmesi gerekir. Neçirvan Barzani’nin anlattıkları böyle bir durum için yeterli olmaktan uzaktır. Barzani, Rojava’nın bir kantonunun tekfircilerin eline geçmesine, Kürt özerkliğinin büyük bir darbe yemesine, yüzlerce, hatta binlerce Kürt insanının ölümüne razı olmaktadır.Başka bir şey yapılamayacağını belirtmektedir. Oysa Kobani’nin yaşadığı tehdit karşısında Türkiye Kürtleri bir serhildana kalkışmış, 30’un üzerinde ölüm yaşamıştır. Yani Türkiye Kürtleri ve onların siyasi hareketi, başka bir parçada yaşayan Kürtlerin hiçbir biçimde kendi kaderiyle baş başa bırakılmasına razı olmayacağını göstermiştir. Ama Irak’ta elde edilmiş özerk statünün getirdiği avantajlar kullanılmamaktadır!

Neçirvan Barzani Kürdistan Bölgesi’nin Kobani’ye 200 kilometre uzaklıkta olduğunu söylemekle ne demek istiyor? “Peşmergeyi uzak mesafeye yollayamayız, ulaştırma pahalı olur” demiyor herhalde! “Arada bambaşka coğrafyalar var, askeri ve siyasi olarak yollamak mümkün değil” diyor. Haritaya kısaca göz atmak bu 200 kilometrenin belki 150’sinin, belki  170’inin dost topraklar olduğunu, peşmergeye geçiş hakkını memnuniyetle vereceğini gösterir. Burası Rojava’nın kendisinin Cizire (Cizîrê) kantonudur! Geriye kalan 30 ya da 50 kilometreden söz etmeli Barzani. Neden peşmerge yanına HPG güçlerini de katarak Kobani kantonuna yürümüyor? Kısacası, neden yeni bir cephe açılmıyor? Neçirvan Barzani bunu açıklamalı! Bunun yerine basına haber sızdırılıyor: Mesud Barzani Türkiye’den geçiş hakkı istedi diye. Vermeyeceği belli değil mi? O kadar önemsiz bir jest ki Türkiye basını kıyıda köşede veriyor!

Bu, işin askeri yanı. Siyasi olarak da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve PDK tek bir çıkış yapmıyorlar. O yönetimin başkanı olan Mesud Barzani’nin ağzını bıçak açmıyor! Neden? Kürtleri koruyamayacaksa, sesini ancak ABD’nin ve Türkiye’nin rahatsız olmayacağı durumlarda yükseltecekse, bu Kürdistan’ın neresi “azadi”?! Kürdistan Bölgesel Yönetimi dünyayı ayağa kaldırmalıydı. Hayır, bunun yerine “ABD güçleri ile diğer güçlerin Kobani civarındaki IŞİD güçlerini bombalamasını sağla”mış! İnanan beri gelsin!

Bütün Kürtler bir yanda, Barzani başka yanda!

Bu politik suskunluk o dereceye uzanıyor ki, Barzani ve PDK neredeyse bütün parçaların Kürt hareketlerinin katıldığı bir uluslararası diplomatik girişimden bile uzak duruyor. 11 Ekim’de Kürdistan’ın değişik parçalarından hareketlerin Avrupa temsilcilikleri bir araya gelerek bir bildiri yayınladı. Bildirinin talepleri son derecede düzen içi, Barzani ve PDK’ye son derecede uygun. Taleplerin başında emperyalist koalisyonun Kobani’yi bombalama yoluyla koruması var. Onun dışında ise Kobani’nin bir insani kriz karşısında savunulması, Şengal’in ve diğer azınlıkları korunması gibi maddeler.

Bu bildirinin altında Türkiye’nin Kürt özgürlük hareketinin yurtdışında inşa ettiği Kürdistan Ulusal Kongresi’nin (KNK), Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (PUK), Goran Hareketi’nin, KCK’nin ve aralarında İslamcı Kürt partileri de dâhil olmak üzere dört parçadan bir dizi başka Kürt kurumunun imzası var (toplam sayı 20). Ama PDK bu bildiriye imza atmaya tenezzül buyurmamış.

Çünkü bu bildiri aynı zamanda Türk hükümetinin “tampon bölge” ve “uçuşa yasak bölge” projesiyle Rojava’yı işgal etmesine güçlü biçimde karşı çıkıyor. Tabii Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne de Rojava’yı diplomatik olarak tanıması ve Kobani’ye silah ve askeri teçhizat yardımı yapması çağrısında bulunuyor.

Ertesi günü, 12 Ekim Pazar tarihinde, Neçirvan Barzani yukarıda sözünü ettiğimiz açıklamayı yapmış, yemin billah “silah gönderdik” demiş! Barzanileri neyin telaşlandırdığı şimdi anlaşılıyor mu?

İşte hayatın pratiği: Kürtler bir yanda, Barzani öteki yanda! O zaman soralım: hani Barzani Kürtlerin tarihi lideri idi. Barzani gerçekten ne işe yarar? ABD’nin Ortadoğu’daki mutemet adamı olmaya mı?