Teslimiyet mi, barış mı?

28 Şubat günü, Dolmabahçe Sarayı’nda, tarihte ilk kez hükümetin, parlamentonun ve devletin en üst düzeyde temsil edildiği (Başbakan Yardımcısı, İçişleri Bakanı, iktidar partisinin meclis grup başkanvekili, Kamu Güvenliği Müsteşarı) bir ikili görüşme sonrasında yapılan bir toplantıda, Abdullah Öcalan’ın adı “terörist başı” olarak değil, hükümete bir “niyet beyanı” yapan bir siyasi muhatap olarak geçti. Bu, Kürt sorununun bambaşka bir noktaya geldiğinin açık bir göstergesidir. Şimdi, Bahçeli’ler ve benzerleri ne derlerse desinler, bütün Türkiye toplumu Kürt hareketinin önerilerini tartışmaktadır. Türkiye Kürt gerçeğini asıl şimdi tanımıştır!

Kürt hareketi neye çağırılıyor?

Öcalan’ın ifadesi berrak değildir. Belli ki, 15 Şubat’ta yapılmak üzere hazırlanan açıklama üzerinde İmralı ile Kandil arasında beliren açı farkı, metnin tekrar tekrar yazılmasına, hükümet ile Kandil’in karşılıklı basınçları arasında diplomatik bir dil bulmaya çalışırken Öcalan’ın anlamı bile anlaşılamayan cümleler kurmasına yol açmıştır. Evet, Öcalan PKK’yi “olağanüstü kongreyi toplamaya” davet ediyor. Evet, “bu davet silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik bir niyet beyanı” olarak niteleniyor. Ama kongre hangi koşullarda ve hangi amaçla toplanacak? Elcevap: “Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için…” Tekrar okuyun: “Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde” cümleciği bütünüyle anlamsız bir kelime yığınıdır. Ya Öcalan sadece Kandil’in anladığı bir mesaj vermek istemiştir, ya da hükümet ile Kandil arasındaki anlaşmazlık silah bırakma çağrısını, içini boşaltacak kadar anlamsızlaştırmıştır.

Bu durumda yapılan ortak basın toplantısının anlamı sadece iki düzeye hapsoluyor. Birincisi, yukarıda belirttiğimiz gibi, Türkiye hükümetinin Öcalan’ı ve lideri olduğu Kürt hareketini diplomatik olarak tanıması. İkincisi, Öcalan’ın açıklamasının AKP tarafından 7 Haziran seçimlerinde “biz teröristleri silahsızlandırıyoruz” propagandası yolunda seçim malzemesi olarak kullanılması.

Kılıçdaroğlu AKP’nin hık deyicisi

Basın toplantısı yukarıda söylediğimiz anlamda tarihi olmasına tarihi, ama burjuvazinin bütün sözcüleri Türkiye’ye barış geldi havasına girdiler ki bu gerçeklerden bütünüyle uzak görünüyor; olsa olsa AKP’nin seçim hazırlıklarına destek olmak anlamını taşıyor. Bu bakımdan Kemal Kılıçdaroğlu’nun hemen twitter’ına sarılıp şu şuursuz mesajı yazması bütün televizyon kanallarını dolduran şahsiyetlerin yüksek fikirlerinden daha büyük siyasi önem taşıyor: “Dünyanın hiçbir yerinde silahların gölgesinde bir barıştan söz edemezsiniz. Silah bırakma, bu topraklara huzur getirecek bir adımdır.” İnsan devletin hizmetkârı oldu mu, bütün siyasi ve toplumsal sorunları onun gözünden görmeye başlar. Kılıçdaroğlu aklı sıra “yapıcı muhalefet” yapıyor. “Madem teröristler silahsızlanıyor, ben de olumsuz konuşup devletin çıkarlarının aleyhine hareket ediyormuşum izlenimi doğurmayayım.” Yapılan toplantının AKP açısından bütünüyle seçim yatırımı olduğu ortada değil mi?

Kılıçdaroğlu dünyayı da pek iyi tanıyor. Hiçbir yerde silahların gölgesinde barış olmazmış! Beyefendinin o kadar akademisyen ordusu var, kendisine mesela İrlanda’da barışın nasıl olduğunu anlatsınlar. IRA silahları ne zaman devreden çıkarmış bir söylesinler ona. Güney Afrika’da, Salvador’da, Guatemala’da, başka yerlerde nasıl yaşanmış, Kolombiya’da bugün barış görüşmeleri nasıl yaşanıyor, öğren de gel Kılıçdaroğlu! Tabii, amacınız AKP’ye seçim malzemesi sağlamaksa, onu paşa keyfiniz bilir!

Kürt hareketinin çağrıya yanıtı ne oldu?

Kürt hareketinin sözcüleri konuştuktan sonra Kılıçdaroğlu bakalım aklını başına toplayacak mı? KCK 28 Şubat açıklaması etrafında yaratılan heyecanın üzerine soğuk su döktü. Neden böyle diyoruz? Çünkü Öcalan’ın kongre daveti diplomatik olmaya çalışırken ne kadar bulanıklaşmış olursa olsun, bir konuda tartışılmayacak kadar somuttu: “PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum.” KCK açıklamasında hayır demedi. Tersine Öcalan’ın önerilerini sonuna kadar desteklediğini belirtti. Ama yaptığı uyarılar, kongrenin “bahar aylarında” toplanacaksa, bunun bir başka bahar olacağını gösteriyor!

KCK öncelikle Tayyip Erdoğan’a cevap vermiştir. Bilindiği gibi, Tayyip Erdoğan Dolmabahçe’deki basın toplantısına tepkisini “uygulama, uygulama, uygulama” diye vermişti. Onun Davutoğlu hükümetindeki büyükelçisi Yalçın Akdoğan ise bunu şöyle desteklemişti: “Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, uygulama önem taşımaktadır.” KCK buna cevaben Kürt hareketinin Öcalan’ın bu “niyet beyanı” ile yapabileceğini yaptığını, uygulama sırasının hükümette olduğunu söylüyor: “Hükümet ve Cumhurbaşkanı samimiyet ve uygulamadan söz etmektedir. Hükümet böyle bir açıklamanın niyet beyanının yapılmasını ısrarla istemiştir. Tahkim edilmiş ateşkes ve yapılan açıklamadan sonra samimiyet ve uygulama sırası AKP’ye gelmiştir. Bu anlamda AKP'nin yeni durum karşısındaki yaklaşımlarını ve atacağı adımları büyük bir dikkatle izleyeceğimizi belirtmek isteriz.” Ve ekliyor: “Hükümet yapılan açıklamadan sonra bu adımları atmaz ve uygulamaya geçirmezse, Kürt Özgürlük Hareketinden tek taraflı uygulamalar beklenmesi ne siyasi, ne de ahlaki olarak hakkaniyetli olur…Samimiyet ve uygulama sırası AKP’ye gelmiştir.”

Şimdi Tayyip Erdoğan’ın kişiliğine uygun olarak bu cevaba mutlaka karşılık vermesi gerekir. “Eyy KCK” demesi gerekir! Bekleyelim, görelim.

KCK’nin koşulları

KCK, meselenin “bütün örgüt platformlarından tartışıldığını” belirttikten sonra en resmi tavrıyla silah bırakma konusunda açık açık koşullar ileri sürmüştür.

Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1) Müzakere gündemini oluşturan 10 maddede mutabakat. Bu “savaş ve çatışmanın bir seçenek olmaktan çıkması için zorunlu” olarak niteleniyor.

2) Üzerinde anlaşmaya varılan kurulların derhal kurulması ve müzakerelerin hemen başlaması.

3) İç Güvenlik Paketi’nin geri çekilmesi. (Dikkat edilsin: Pervin Buldan’ın açıkladığı gibi, “bazı maddelerinin yeniden görüşülmesi değil, “geri çekilmesi”.)

4) “Önder Apo’nun hareketimizle derhal görüştürülmesi gerekmektedir.”

KCK aynı zamanda toplumsal muhalefetin bir bütün olarak muhatap kabul edilmesini önererek müttefikler yaratmaya yöneliyor: “Tarihi açıklamanın esası ve içeriğini oluşturan müzakere başlıkları sadece Kürt sorununun çözümünü değil, başta Alevilerin sorunları olmak üzere dışlanmış ve ezilmişlerin tüm toplulukların sorunlarına çözüm bulmayı amaçlamaktadır. Bu açıklama yine demokrasi ve özgürlüklerin derinleşmesi, devletin demokrasiye duyarlı hale gelmesi ve tüm toplumun demokratik iradesinin ortaya çıkmasını ifade eder. Kadın sorunu ve ekolojik sorunlar da Türkiye'nin demokratikleşmesi için çözülmesi gereken öncelikli sorunlardır. Türkiye'deki gelir adaletsizliği ve sömürünün getirdiği sorunların çözümü de demokratikleşmenin temel başlıklarındandır. Dolaysıyla tüm bu etnik, inançsal ve toplumsal kesimlerin de sürece katılmasını sağlamak yapılan açıklamanın ruhunun gereklerinden olmaktadır.” Burada işçi sınıfının adı verilmemekle birlikte “gelir adaletsizliği ve sömürü”den söz edilmesi, geçmiş ufuk darlığına göre bir ilerleme olarak dikkat çekiyor.

AKP’nin halkla ilişkiler atağı

Bütün bunların ne kadarının Kürt hareketi içinde var olan huzursuzlukları ve muhalefeti yatıştırmak, ne kadarının sonuna kadar savunulacak müzakere koşulları olduğunu zaman gösterecek. Ama şimdilik şu sonuca ulaşmak en doğrusu olacaktır: Dolmabahçe açıklaması, tutsak bir müzakerecinin niyet beyanı olarak kalacak gibi görünüyor. Onurlu bir barışa ulaşmak için gidilecek daha çok yol var.

1 Mart 2015