Kürt sorunu nereye?

Kürt sorunu, Temmuz ayından beri yepyeni bir aşamaya girmiş durumda. Yeni aşama birbirine paralel iki gelişme ile açıldı: Suriye Kürtleri kendi kaderlerini kendi ellerine aldılar; PKK Şemdinli’de (Şemzînan) alan hakimiyeti mücadelesine girdi ve hâlâ mevzilerinden sökülüp atılamamış durumda. Ardından, toplumu sarsan birçok olay ardı ardına geldi: önce CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün, sonra AKP Hakkâri (Colemêrg) İl Başkanı Abdülmecid Tarhan’ın PKK tarafından kaçırılması; Hakkâri’de PKK gerillası ile BDP heyetinin karşılaşması; Foça’da iki askerin, Gaziantep’te beşi çocuk sekiz sivilin ölümüyle sonuçlanan patlamalar; Şemdinli çatışmalarının Çukurca’ya (Çelê) taşması; Şırnak’ta (Şirnex) Kato dağında kontrol altına alınamayan çatışmalar; Beytüşşebap’ta (Bêşebab) 10 askerin ve çok sayıda gerillanın ölümüyle sonuçlanan taarruz.

Ortalıkta hep, “terör her şeye hâkim oldu” edebiyatı yapılıyor. Kimi “terörü” kınıyor, kimi AKP hükümetine vurmak için “terör onların sayesinde güçlendi” diye hayıflanıyor. Bütün bunlar, derin bir sosyal ve politik sorunu bir güvenlik sorununa indirgemeye çalışan bir bakış açısının ürünü.

Olan bitene temcit pilavı gibi “terör” edebiyatı ile yaklaşmak yerine ne olduğunu anlamak istiyorsak, üç noktayı kafamıza iyice yerleştirmemiz gerekiyor. Birincisi, yaşanan bir savaştır. Siyaset biliminin “gerilla savaşı”, askeri literatürün ise “gayri nizami harp” dediği bir savaş yaşanıyor. Savaşa “terör” deyip durmak işin özünü değiştirmiyor, sadece çözümünün bulunmasını güçleştiriyor. Bugün Şemdinli’de bütün bir alana yayılan bir savaşın sürüyor olması, bunun “terör” olarak anılmasının ne kadar ikiyüzlü bir yaklaşım olduğunu daha da açık şekilde ortaya koymuştur. Tabii, her savaş gibi, bu da politikanın başka araçlarla devamıdır. Bu savaşın konusu da Kürt halkının bütün Cumhuriyet tarihi boyunca inkâr edilmiş olmasıdır, varlığını kanıtlama mücadelesidir.

İkincisi, Kürt halkının ve daha da ötede Kürdistan’ın gerçekliğini kabul etmenin zorunlu olduğu, önce Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ortaya çıkmıştır. Türkiye bu siyasi birimle müttefiktir. Onu, Irak merkezi hükümetine karşı korumaktadır. Irak’ın Kürtleri neden saygıya layıktır da Türkiye’ninkiler değildir? Bu yetmemiştir, şimdi Suriye’nin Kürtleri de özerk bir siyasi birime doğru adım atmıştır. Öyleyse, Kürt sorunu Türkiye’nin sınırlarını da aşan uluslararası bir meseledir. Burada inkâr etseniz, orada ortaya çıkar! Güneş balçıkla sıvanamaz!

Erdoğan’ın MHP’lileşmesi

Üçüncüsü, savaşın bugün toplumu dehşete düşürecek derecede alevlenmesinin sorumluluğu hiçbir biçimde Kürt hareketine yüklenemez. Doğrudan doğruya AKP hükümetinin suçudur. Savaşlar ya bir tarafın zaferi ile biter, ya da yenişemeyen tarafların anlaşmasıyla. Türkiye devleti, PKK’yi 30 yıldır yenilgiye uğratamamıştır. Bu durumda, savaş istemeyen barış yapar. Nitekim, devlet bunu nihayet görerek 2009 ve 2010 yıllarında hem Öcalan ile İmralı’da, hem de PKK önderliği ile Oslo’da müzakerelere girmiştir. Ama 2010 referandumunda aldığı yüzde 58 “evet” oyu ile başı dönen, başkanlık sistemine geçecek bir Türkiye’yi 2023’e kadar yönetme hayallerine kapılan Tayyip Erdoğan, yüzünü MHP tabanına çevirince, gittikçe daha fazla onun faşist-milliyetçi ideolojisine tutsak olmuş ve ABD’den de aldığı destekle Kürt sorununu askeri yöntemlerle çözmeye karar vermiştir. Savaş isteyen savaş bulur! Erdoğan’ın MHP’lileşmesinin ceremesini Türk ve Kürt halkları çekmektedir.

İpe sapa gelmez iddialar

Türkiye patronlar sınıfının sözcüleri, kendi içinde çelişik, ipe sapa gelmez bir sürü iddiada bulunuyorlar. Tipik örneklere bakalım. Erdoğan’ın baş danışmanı Yalçın Akdoğan, PKK’nin,  AKP’nin reformları gerçekleştikçe varlık nedenini yitireceğini hesapladığı için saldırdığını iddia ediyor. Peki, madem PKK bu yolla tasfiye edilebilir, AKP hükümeti onu ortadan kaldıracak reformları neden yapmıyor?

Hürriyet yazarı “soft” İslamcı Taha Akyol, aynı yazı içinde, hem Ortadoğu’daki depremin PKK’de halk ayaklanması umudu yarattığını söylüyor, hem de PKK’nin “Türkiye’yi terörle bunaltarak yenik vaziyette ‘müzakere’ye oturtmak” istediğini. Bunların taban tabana zıt amaçlar olması bir yana, beyefendi, ardından bir IRA militanının İrlanda’da örgütün ancak umudunu kaybettiği zaman masaya oturmaya yanaştığını söylediğini belirterek, bu senaryonun mümkün olmadığını iddia ediyor. Ama biraz önce kendisi PKK’nin “müzakere” istediğini söylemişti!

Çok demokrat Taraf gazetesinin çok demokrat polis şefi köşe yazarı Emre Uslu ise Sri Lanka çözümü olarak bilinen, isyanın büyük şiddet uygulama yoluyla bastırılmasını öneriyor. 30 yıla yakın süre boyunca 40 binin üzerinde ölü yetmedi, bu efendiler daha da çok kan, daha da çok can istiyorlar!

Türkiye burjuvazisi, özellikle AKP’nin akıldâneleri, yenilgi psikozu içinde resmen saçmalamaya başladılar.

Halkların kardeşliğini ancak işçi sınıfı sağlar

Bir askeri güç olarak PKK, siyasetin gidişine göre savaşı yükseltebilir ya da temposunu düşürebilir. Bunlar bütün savaşlarda görülen şeylerdir. Önemli olan savaşa son vermek için ne yapıldığıdır. “Terör” diye tepinmekten kimseye hayır gelmez. İşçi sınıfı ve emekçiler, en başta iki tarafın da gençlerini ölüme mahkûm eden bu savaşı sona erdirmek için bir siyasi çözümü desteklemeli, Kürt halkının haklarının teslim edilmesi için çaba göstermelidir. Yaşanan durumun sorumlusu AKP hükümetidir, onu topa tutmak gerekir.

Bir “çakıl taşı”, bir “metre karelik toprak”

BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın Şemdinli’de 400 kilometre karelik bir alanın PKK kontrolünde olduğunu söylemesi üzerine Tayyip Erdoğan hop oturup hop kalktı. Oysa durum gerçekten çok ciddi. PKK Şemdinli’de bir tepeye bayrak dikiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri bu bayrağa karadan erişip onu kaldıramadığı için helikopterler dağı taşı dövüyor! Beytüşşebap’ta ordunun zırhlı aracı PKK militanlarının ölülerinin yanı sıra, önünde PKK bayrağı taşıyor! Aynı ilçede halk yürüyüş yapıyor, askeri lojmanların önüne asılı Türk bayrağı toplatılıyor! PKK, ilk taarruzundan bir buçuk ay sonra hâlâ Şemdinli kırsalında yollarda araç kontrolü yapıyor! Erdoğan’ın Tansu Çiller’le benzerliği çarpıcı. Bugün kontrgerilla vahşetinin başı olarak herkesin aşağıladığı o hanımefendi, o zaman “Türkiye’nin verecek bir çakıl taşı bile yok!” sözüyle ünlenmişti. Tayyip Erdoğan da “bir metre karelik toprak”tan söz ediyor. İşte size 20 yılda gelinen yol!

 

Haşmetmeaplarının mahkemeleri

Başbakanın, BDP milletvekillerinin dokunulmazlığı hakkında ettiği bir laf var ki, Türkiye’nin siyasi sistemini nice sosyalistin çabasından daha iyi teşhir ediyor. Kelime kelime dikkatle okunması gerekir: “Yargıya zaten gerekenleri söyledik. Yargı da gereğini yapıyor. Biz de parlamentoda gereği neyse onu yapacağız.” Türkiye’de parlamentoyu da, yargıyı da tek bir adam yönetiyor. Alın size parlamenter sistem, güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı falan filan!

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2012 tarihli 35. sayısında yayınlanmıştır.