Kıbrıs’ta gerçek çözüm, Türk ve Rum emekçilerinin eseri olacak!

Kıbrıs müzakerelerinde önemli bir merhale olarak kabul edilen ikinci Mont Pèlerin zirvesi Kasım ayında İsviçre’de gerçekleşti. Zirvede, Güney Kıbrıs Devlet Başkanı Nikos Anastasiadis’in ve Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın heyetlerine BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon eşlik etti. Kıbrıs’ta federasyonda birleşme öngören bir zeminde, mülkiyet, ekonomi, AB ile ilişkiler, yönetim ve iktidar paylaşımı, toprak ve güvenlik ve garantiler başlıklarının tartışıldığı zirve, 21 Kasım’da fiyaskoyla sonuçlandı. Liderlerin zirveden sonra yaptıkları açıklamalarda itiraf ettikleri üzere, tarafların daha önceden “anlaştık” dedikleri konularda bile uzlaşma sağlanamadığı ortaya çıktı.

Akıncı’nın U dönüşü

Görüşmelerdeki tıkanıklığın asıl sebebinin Akıncı’nın işi yokuşa süren tavrı olduğugenel kabul görüyor; kendisi de bunu reddetmiyor. Halbuki, Nisan 2015’te Akıncı’yı % 60’lık oy oranıyla cumhurbaşkanlığına taşıyan seçim kampanyası, çözüm için hiç olmadığı kadar güçlü bir irade sergileme ve Türkiye ile ilişkilerde tam eşitlik eksenlerine dayanıyordu. Öyle ki, “solcu”, “halk adamı” Akıncı iktidara geldiğinde, Kıbrıs solunun ve Türkiye solunun önemli bölümü büyük coşkuya kapılmışlardı.

Hakkındaki yanılsamanın aksine, zirvede sergilediği tutumla Akıncı, Türkiye’nin talimatlarının dışına çıkmadığını ispatladı. Kendisine büyük umutlar bağlayan Kıbrıslı Türklere ihanet etti. Bu durum, çözüm için emperyalizmden medet uman ve sömürgecileri karşısına alamayan burjuva siyasetinin sınırlılığının bir örneğidir.

AKP ne istiyor?

Kıbrıs, Üçüncü Dünya Savaşı olasılığının yükseldiği bir dönemde çok önem kazanan bir konumda: Türkiye’nin maceraya atılıp kapana kısıldığı Suriye’nin yanı başında ve Ortadoğu’nun tam göbeğinde yer alıyor. Bu sebeple, Türkiye’nin adadaki askeri varlığını koruması her zamankinden önemli. Aynı zamanda Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğün devamı, Türkiye’ye Avrupa Birliği karşısında elinde bir koz daha tutma olanağını sunuyor. Adanın batısındaki doğalgaz yatakları, bambaşka bir gerilim odağı ve garantör devletleri (Türkiye, Yunanistan ve Britanya) doğrudan ilgilendiriyor. Kısacası Türkiye, stratejik çıkarları gereği KKTC’yi kendisine bağlı ve bağımlı kılmaya devam etmek istiyor.

Tüm bu çerçevede Kıbrıs sorunu konusunda, Kasım ayı boyunca, Erdoğan ve AKP hükümeti dozu artan bir şekilde hırçınlaştı. Başbakan yardımcısı Tuğrul Türkeş’ten tutun, ilhaktan bahseden Yiğit Bulut’a kadar AKP kanadı Rum tarafını topa tuttu. Sonunda sazı alan Cumhurbaşkanı Erdoğan 7. Boğaziçi Zirvesi’nde asıl derdini açık etti.

Mesele Erdoğan’ın ifade ettiği gibi KKTC’nin tanınıp tanınmaması ve hangi statüyle görüşme masasına oturduğu ile sınırlı değildir. Rahatsızlığın esas kaynağı, Mont Pèlerin’de Türkiye’nin ve dolayısıyla diğer garantör devletlerin masada yer almamasıdır. Oysa müzakere takvimine göre, ikinci aşamada bu devletler de masada yerlerini alacaklardı. Ama Kıbrıslıların en baştan, belli başlıklarda anlaşmış bir görünüm vermesi bile sonraki safhalarda Türkiye’nin elini zora sokacaktı. İşte, Akıncı’nın masadan kalkması da, ardından Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun apar topar Kıbrıs’a ziyaret gerçekleştirmesi de, Erdoğan’ın alelacele Çipras’la tıkanıklığı çözmeye soyunması da bu yüzden. Bu diplomasi zinciri içinde önümüzdeki döneme Kıbrıs sorununa gerçek çözüm olasılıklarının değil sömürgeci çıkarların damgasını vuracağı aşikârdır.

Kıbrıs’ta gerçekçi çözüm

Kıbrıs’ın yakın tarihi parladığı gibi hızla sönen çözüm umutlarıyla doludur. Gerçek gazetesinde defalarca ifade ettiğimiz gibi, emperyalizmden medet uman, sömürgecilerin gölgesinden çıkamayan, iki devletli federasyon modelini temel alan modeller sözde çözümlerdir. Kıbrıs sorununu çözebilecek güç, Kıbrıs’ın Rum ve Türk emekçilerinin ortak mücadelesidir.

Başta Kıbrıslı devrimci Marksistler olmak üzere, onlarla dayanışma içindeki Devrimci İşçi Partisi ve Yunanistan’da aynı isimli kardeş partimiz EEK (Ergatiko Epanastatiko Komma) şu noktayı hep vurguladı: Ortak mücadele, müzakere günü dikenli tellerin sarmaladığı ara bölgede liderlere destek etkinliği düzenleyerek değil, ortak program etrafında, tek bir devrimci partinin önderliğinde el ele verip sömürgecilere başkaldırarak verilir. Böyle bir mücadele yaratılamazsa hangi “iyi niyetli” lider başa gelirse gelsin Kıbrıs’ı kurtaramaz.

Kıbrıs Kıbrıslılarındır! Türkiye elini Kıbrıs’tan çek!
Türk askerleri dâhil olmak üzere tüm yabancı askerler adadan derhal çekilmelidir!
Emperyalist üsler rotur ve Dikelya derhal kapatılmalıdır!
Yaşasın Bağımsız, Birleşik, Sosyalist Kıbrıs!

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2016 tarihli 86. sayısında yayınlanmıştır.