Biz Kürtleri, Ortadoğu halklarını ve işçi sınıfını asla satmayız

 

Devletin Öcalan’la yaptığı görüşmeler, geldiği aşamada PKK’nin ateşkes ilan etmesine yol açtı. PKK’nin ateşkes ilanı Öcalan’ın Newroz günü Diyarbakır’da 1 milyon insanın huzurunda açıklanan mesajının ardından gerçekleşti. Öcalan’ın mesajında, silah değil siyaset öne çıkıyor tespiti yapılmış PKK’nin silahlı güçlerin sınır dışına çekilme aşamasına geldiği açıklanmıştı. AKP hükümetinin de başbakanın ağzından çekilme sürecinde operasyon yapmayacağını açıklaması genel bir barış algısı oluşturdu.

Barış işçi ve emekçilerin ortak özlemidir

Barışın sağlanması Türkiye’deki işçi ve emekçilerin ortak bir özlemidir. Buna bir kuşku yoktur. Çünkü Türkü ve Kürdüyle savaşın acısını hem maddi hem de manevi olarak esas olarak emekçi sınıflar çekmiştir. Dahası Kürt halkının ezilmişliği Türk işçisi ve emekçisinin boynuna vurulmuş bir pranga haline gelmiştir. Öyle ki Tekel işçisinden, Zonguldak madencisine, üniversitede harçlara karşı çıkan emekçi çocuğundan, eğitim emekçisine kadar hak arama mücadelesi verirken “PKK’lı” olmakla suçlanmayan kalmamıştır. Türk işçisinin damarlarına zerk edilen ırkçı milliyetçi propaganda onu Kürt sınıf kardeşinden koparmış, işçi sınıfını bölmüş ve zayıflatmıştır. Savaş yılları hem acıların, hak ihlallerinin, inkârın, katliam ve işkencelerin hem de tüm işçi ve emekçi sınıfların bir bir haklarının gasp edildiği, sendikal örgütlülüklerin kırıldığı yıllar olmuştur. Tüm bunlar hem halkın bağrından yükselen barış talebinin hem de biz sosyalistlerin barışı savunmasının temelini oluşturmuştur.

Kürt sorunu çözülmeden gerçek bir barış sağlanamaz

Ancak tek taraflı ilan edilmiş olan ateşkes savaşın bittiği anlamına gelmemektedir. PKK henüz silah bırakmadığı için değil; devlet ateşkese ateşkesle karşılık vermediği için değil; esas olarak 30 yıldır süren savaşın sebepleri ortadan kalkmamış olduğu için savaş henüz bitmemiş, topraklarımıza barış gelmemiştir. Bu temelde Devrimci İşçi Partisi olarak “barış”ı savunurken savaşın esas sebebi olan sömürgecilik ve Kürt ulusunun ve dilinin eşit olmamasından kaynaklanan Kürt sorununun siyasi çözümünü de ısrarla talep ediyoruz. Bu temelde yaşanan sürece Newroz alanlarında yaptığımız gibi “Barışa ve siyasi çözüme evet!” şiarıyla yaklaşıyoruz.

Bizim ilkemiz ulusların ve dillerin tam eşitliği ve bu ilkeden hareketle tüm ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasıdır. Elbette ki bu illa ki her ulusun ayrılarak kendi devletini kurmasını savunduğumuz anlamına gelmez. Ancak gönüllü bir birlik sağlanacaksa birliği sağlayacak ulusların ayrı devlet kurma hakkı dahil her hakta eşit olması gerekir. Yani Kürt ulusu ayrı devlet kurma hakkı tanındıktan sonra iradesini birlikten ortak yaşamdan yana kullanırsa bunun adı gönüllü birliktir. Devrimci İşçi Partisi bu temelde tüm Ortadoğu uluslarının tam hak eşitliği temelinde sosyalist bir federasyon çatısı altında birleşmesini savunmaktadır.

Peki bu ilkeler ışığında yaşanan sürece baktığımızda Öcalan’ın Newroz mesajından ve bu mesaja BDP’den, PKK’den ve genel olarak Kürt halkından destek gelmiş olmasından bir gönüllü birlik sonucuna varabilir miyiz? Elbette ki hayır! Çünkü müzakere yürütülen kişi bir adada tecrit altında tutulmaktadır, ateşkes ilan edip sınır dışına çekilmesi istenen örgütün binlerce üyesi ve sempatizanı cezaevlerindedir, Kürt hareketinin içinde olup da legal faaliyet yürüten siyasetçiler KCK adı altında toplanmış ve binlercesi adeta rehine olarak tutulmaktadır, görüşmelerin sürdüğü aşamada Paris’te 3 PKK’li suikaste kurban gitmiş, Roboski’nin üzerinin kapatılması sivillere yönelik tehdidin bitmediğini göstermiş, Kandil defalarca bombalanmış, 8 Mart’ta holiganlar polis gözetiminde Kürt kadınlarına saldırmış, BDP’lilerin Karadeniz’’de yürüttüğü siyasi faaliyetler faşist linç girişimleriyle engellenmiştir. Devlet bir yandan görüşme yaparken diğer yandan sürekli bu sürecin kendi istekleri dışına çıkması halinde oynayacağı kartları (suikast, bombalama, askeri operasyon, tutuklama, linç girişimi hatta etnik iç savaş) masanın üzerine sermektedir. Bu noktada gönüllü birlikten, barış sürecinden söz edilemez.

O yüzden Devrimci İşçi Partisi tutsak müzakereci olmaz demiştir. Bu sözünün arkasındadır. Devrimci İşçi Partisi ısrarla Paris’in ve Roboski’nin hesabını sormaktadır. Sormaya devam edecektir ve bu katliamları unutturmayacaktır. Çünkü bu katliamlar, açıklığa kavuşmadığı ve sorumluları cezalandırılmadığı müddetçe Kürt sorununun değil Kürt hareketinin çözülmek istendiğinin kanıtlarıdır.  

Devrimci İşçi Partisi gerçek bir barışın sağlanması isin Kürt sorunun çözümünde ısrarcıdır. Bugün TÜSİAD da, MÜSİAD da, Fethullah Gülen de, AKP de, CHP de Kürt sorununun çözümünden yanaymış gibi gözükmektedirler. Bu yalandır. Onlar Kürt sorununu çözmek değil Kürt sorunundan kurtulmak istiyorlar. Bunu askeri yöntemlerle yapabilmiş olsalar, Kürt kitlelerini yıldırıp, PKK’yi silahsızlandırmış olsalardı Kürt halkı için sorun daha da büyümüş onlar için ise Kürt sorunu bitmiş olacaktı. O yüzden Kürt sorununun siyasi çözümü olmadan barışın içi boş kalacaktır.

Kürt sorununun siyasi çözümünün temelleri açıktır ve basittir. Türk ile Kürdün, Türkçe ile Kürtçenin tam eşitliğinin sağlanmasıdır. Kürt halkının kendi dilediği gibi yaşayabilmesi için kendisinin özgürce belirlediği bir statüye kavuşmalıdır. Demokratik Toplum Kongresi 14 Temmuz 2011’de Demokratik Özerkliği adı altında kendi arzuladığı statüyü ilan etmişti. Bu statü ayrı bir devlet değil aynı devlet çatısı altında hak eşitliği temelinde özerk bir yönetimi öngörüyordu. Devrimci İşçi Partisi temel aldığı ilkeler uyarınca bu ilanı “Kürt halkı Bastillerinden özgürleşiyor!” başlıklı bildirisiyle derhal selamladı ve destekledi. Bugün Öcalan’ın tutsak bir müzakereci olarak bu talepten vazgeçmesi ne Kürt halkının DTK kararında cisimleşen iradesini ne de bizim bu iradenin arkasındaki desteğimizi ortadan kaldırmaz. Devletin elindeki olanakları kullanarak geri adım attırdığını gösterir.

Savaş eğer siyasetin şiddet araçlarıyla sürdürülmesiyse barış da aynı şekilde siyasi mücadelenin kopmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla da barış yapılırken siyasi savaşımın ortaya koyduğu güç dengesi uyarınca geri adımlar ve tavizler mümkündür, meşrudur. Barış masası savaş alanının üzerinde kurulur.

Dolayısıyla Kürt siyasi hareketinin taleplerini aşağıya çekmesi bizim Kürtlerin tam hak eşitliğini savunmaya devam etmemizi engellemez. Çünkü işçi sınıfının çıkarı hâkim sınıflardan farklı olarak Kürt sorunundan kurtulmaktan değil Kürt sorununun çözümünden yanadır. Dolayısıyla enternasyonalist bir parti olarak Devrimci İşçi Partisi, gözü yaşlı sol liberaller gibi Kürt hareketine devletin taleplerini kabul ettirmek için aracılık yapmadığı gibi kapıkulu ulusal solcular gibi de devletin arkasına sığınıp Kürt hareketine siyasi saldırıda bulunmaz.

Ancak yine enternasyonalist bir parti olarak Devrimci İşçi Partisi, ne Türk ne Kürt ne de başka bir ulusun çıkarları temelinde değil uluslararası işçi sınıfının çıkarları temelinde hareket eder.

AKP ve sermaye barışa fesat karıştırıyor

Yaşanan sürece sınıf çıkarları temelinde baktığımızda ise burjuvazinin AKP eliyle barış sürecine fesat karıştırdığını sadece Kürt hareketini tasfiyeye yeltenmediğini aynı zamanda barış sürecinin içine sermayenin sınıf saldırısını ve emperyalist çıkarları gizlediğini görmekteyiz. Nedir bu gizlenenler?

Birincisi, AKP açıkça bu süreci Erdoğan’ın başkanlığına giden bir yolun parçası olarak tasarlamıştır. İkincisi, Kürt halkının, eşitlik talebinin anayasal bazı dayanak noktalarına kavuşması yönündeki beklentisi sermayenin “ekonomik anayasa” adı altında sermayenin çıkarlarına göre düzenlenmiş bir anayasaya destek için istismar edilmektedir. Üçüncüsü, Kürtlerin özerklik talebi Avrupa yerel yönetimler şartına indirgenerek bir yandan BDP’li belediyelerin hareket alanı genişlerken taşeronlaşmanın, bölgesel asgari ücretle Kürt illerinin ucuz işgücü cenneti haline getirilmesinin, eğitim ve sağlıkta özelleştirmenin kendi kaynağını bulmak zorunda olan özerk yerel yönetimler eliyle azdırılmasının önü açılmaktadır. Nihayet dördüncüsü ve belki de en önemlisi, Kürt sorunundan kurtulan Türk tekelci sermayesi önce Kerkük petrollerine ulaşmak ve bölgedeki emperyalist planlarda öteden beri arzuladığı rolü kapmak niyetindedir ki bu “barış” adı altında daha büyük ve kanlı savaşlar demektir.

İşte Batıcı-laik ve İslamcısıyla Türk tekelci sermayesinin barışa karıştırdığı fesat budur. Devrimci İşçi Partisi bunu görmüş ve Newroz’a çıkarken “Barışa ve siyasi çözüme evet” demekle yetinmeyerek “Tasfiyeye, başkanlık sistemine, ekonomik anayasaya ve petrol kavgasına hayır” şiarını yükseltmiştir.

Hükümet ile müzakereye evet AKP ile ittifaka hayır!

Bu sadece işçi sınıfına ve sosyalistlere bir politik hat çağrısı değildir aynı zamanda da Kürt hareketine bir çağrı ve uyarıdır. Zira gerek Öcalan’ın açıklamaları gerekse de Kürt hareketinden gelen yaklaşımlar barış süreci adı altında Kürt hareketinin, AKP’nin ve sermayenin bu sınıf düşmanı hedefleriyle uzlaşmaya yatkın olduğunu göstermektedir. Daha önce de ifade ettik. Barış masasındaki tavizleri ve geri adımları anlayabiliriz ancak müzakere edilen güçle siyasi bir ittifak kurulması bambaşka bir şeydir.

Öcalan İmralı’da BDP milletvekilleriyle yaptığı ve daha sonra tutanakları basına sızan görüşmede “Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz” ifadelerini kullanmıştır. Gültan Kışanak da bu görüşe paralel açıklamalarda bulunmuştur. Bunlar müzakerenin ötesine geçilerek bir ittifak ilişkisine doğru ilerleyiştir. Sırrı Süreyya Önder’in aktardığı “Bütün Ortadoğu'daki demokratik bir siyaset ve barış için birlikte çalışabiliriz, Muhterem Fethullah Gülen'e selamlarımı söyleyin. Onu en iyi anlayan benim" türü cümleler bu ittifakın çok boyutlu olduğuna dair işaretler verirken Öcalan’ın yine Newroz mesajında “İslam bayrağı altında ortak yaşam” vurgusu bu ittifakın pragmatik bir yönelişin ötesine geçerek ideolojik bir ittifakın da gündemde olduğunu göstermektedir. Devrimci İşçi Partisi olarak Kürt halkının tüm haklı taleplerinin arkasında olduğumuzu ve bunun işçi sınıfının çıkarlarını yansıttığını söylüyoruz. Aynı anlayışla ve aynı gerekçeden hareketle de sermayenin sınıf saldırısının yürütücüsü konumundaki Erdoğan’ın başkanlığına yani tekelci sermayenin daha güçlü bir saldırı için saflarını tahkim etmesine karşıyız. Haliyle de Kürt hareketinin herhangi bir düzeyde bu tür bir ittifaka girmesini de kati surette doğru bulmuyoruz.

Sermayenin ve AKP’nin politikası: “Petrol için Kürtlerle barış, Araplarla savaş!”

Kürt sorunun uluslararası niteliği bu olası ittifakın bölgenin ve giderek tüm dünyanın emekçi sınıflarının çıkarlarını ilgilendiren sonuçlar doğurmasına yol açacaktır. Özal’ın 1. Körfez Savaşı esnasında “bir koyup üç alacağız” şeklinde formüle ettiği emperyalizmin yanında savaşmak ve Araplara karşı Kürtlerin hamiliğine soyunarak Misak-ı Milli sınırları içinde olup da anlaşmalarla Türkiye sınırları dışında kalan Musul ve Kerkük’ü kapsamayı, petrol ve enerji yataklarına ulaşmayı hedefleyen proje (2. Cumhuriyetçilik olarak da bilinmektedir) hâlâ yürürlüktedir. Dünya ekonomik krizinin arka planı oluşturduğu süreçte Kerkük petrolleri Türk tekelci sermayesinin iştahını kabartmaktadır. Sermayenin bu iştahı kendi aralarındaki sert kavgaların bile önüne geçmiş Batıcı-laik sermaye ile İslamcı sermayeyi aynı ülkü etrafında birleşmiştir. Ancak bu ülküye ulaşmak için Türkiye içindeki Kürt sorunundan “kurtulmaları” gerekmektedir. Türkiye’de savaş sürerken Kürtlere Ortadoğu’da hâmilik yapmak olanaksızdır. Ne var ki dünya halkları sayısız vahim deneyimle bilmektedir ki petrol kavgası hiçbir zaman barışçıl olmamış her zaman petrole işçilerin ve emekçilerin kanı bulaştırılmıştır. Bugün de Kerkük petrolleri Irak’ta merkezi hükümetin tanklarıyla peşmergeleri karşı karşıya getirecek kadar büyük bir ihtilaf konusudur. Dolayısıyla Türk sermayesi için bu siyaset “Kürtlerle barış, Araplarla savaş” şeklinde özetlenebilir.

Kürt hareketi AKP ile geliştirdiği ittifak siyasetini Kürt sermayesinin de basıncıyla genel olarak Türk sermayesi ile bir ittifaka dönüştürürse bu haklı bir özgürlük mücadelesinin yürütücülerini haksız bir savaşın ortakları haline bile getirebilir

Ortadoğu denkleminde emperyalizmin de çıkarlarıyla örtüşecek bu tür bir savaşın, Suriye’de iç savaş, İsrail-İran gerginliği aynı anda ABD-Türkiye-İsrail stratejik ittifakının yeniden güçlendirilmesi bağlamında nasıl sonuçlar doğurabileceği açıktır. 30 yılda en az 30 bin cana mal olan (TBMM komisyonu rakamlarıyla 8 bini kamu görevlisi 22 bini PKK’li olmak üzere) savaşın yıkımını başlar başlamaz katbekat aşacak kanlı maceralardan bahsediyoruz.

Ne yazık ki Öcalan’ın Newroz mesajı sermayenin bu hevesleriyle örtüşür bir biçimde Misak-ı Milli vurgusu taşımaktadır. Üstelik Türkiye devletinin sınırları içinde ortak yaşam anlamında değil tam da 2. Cumhuriyetçi projenin perspektifiyle Suriye ve Irak’ta yaşayan Kürtleri “Misak-ı Milli’ye aykırı şekilde parçalanmış” olarak tanımlayarak. Bu tür bir maceradan Türk sermayesi ve para için kendi halkını satmaktan hiçbir zaman geri durmamış Kürt patronları ve toprak sahipleri dışında işçi, emekçi ve yoksul yığınların çıkarının olabileceğini düşünmek olanaksızdır.

Kardeşliğin adresi emperyalist savaş alanları değil sınıf savaşının meydanlarıdır!

Bayrağına “Kürtlerle barış, ABD’yle savaş” yazmış bir parti olarak buradaki tutumumuz nettir. Türk ve Kürt halkının kardeşliği emperyalist bir paylaşım savaşı olan 1. Dünya Savaşı’nın Çanakkale cephesinde değil, Ermenilere ve Rumlara karşı Osmanlı’nın Müslüman tebası olarak savaşırken değil, Newroz alanlarında, Tekel çadırlarında, Zonguldak madenlerinde, üniversite kampüslerinde, eğitim emekçilerinin mücadelesinde, 8 Mart’larda,  1Mayıs’larda yeşermiştir, sağlamlaşmıştır. Barış da siyasi çözüm de aynı alanlardan yükselecektir.

Radikal gazetesinden Ezgi Başaran Ahmet Türk’ten duyduğu cümleleri aktarıyor: “Sosyalist dostlarımız Kürtler bizi satıyor demesin. Bizler çok acı çektik. Bizi de anlayın. Bu fırsatı kaçıramayız.” Belli ki Kürt hevallerimizin de içine sinmiyor ama bu sözler kaygılarımızı da ne yazık ki güçlendiriyor. Bizim söyleyeceğimiz tek bir şey olur Kürt hevallerimize: “Biz sizi hiç satmadık satmayacağız da. Ama Arap halkını da, İran halkını da ve en önemlisi işçi sınıfını da hiçbir zaman satmadık satmayacağız!”  

Devrimci İşçi Partisi Politbüro