Üç L- Lenin, Luxemburg ve Liebknecht işçi sınıfının kavgasında yaşıyorlar!

Ocak ayında başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde devrimci Marksizm’in üç büyük lideri, Vladimir İlyiç Lenin, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht eylemlerle anılmaktadır. Üç büyük devrimcinin soyadlarının aynı olan baş harfleri “LLL” bu eylemlerin parolası olmuştur. Ne aynı harfle başlayan isimler ne de üçünün de Ocak ayında ölmüş olması bu eylemlerin yapılmasının esas nedenidir. “Üç L”, uluslararası işçi sınıfının bayrağının sosyal şovenizmle kirletilmeye çalışıldığı bir dönemde, enternasyonalizmin ve devrimci Marksizm’in en kararlı, en cesur sesi olmuştur. Lenin, Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren partinin önde gelen lideriydi. Luxemburg ve Liebknecht ise, Lenin’in ve yoldaşlarının dünya devriminin bir sonraki ayağı olarak gördükleri Almanya’nın komünist hareketinin liderleriydi. Dünya devrimi uğrunda verdikleri mücadelede katledildiler. Bir Polonyalı (Luxemburg), bir Alman (Liebcknecht) ve bir Rus (Lenin) olarak aynı davanın üç lideriydiler ve şimdi onların izinde ve aynı yolda yürüyen tüm milletlerden işçiler, emekçiler ve devrimciler tarafından yine hep birlikte anılıyorlar.

Lenin'i savunmak devrimi savunmaktır!

 

19. yüzyılda sınıfsız bir toplum hayalini, hayal olmaktan çıkarıp toplumsal ve ekonomik çalışmalarla bilimsel bir alana taşıyan Marx ve Engels olmuşken, bu iki düşünürün muazzam düşünsel atılımlarını politika sahnesine taşıyan ise Lenin olmuştur. Dönemin en güçlü partisi olan Alman Sosyal Demokrat Partisi'nden etkilenen Lenin, 1903 yılında bu etkiye rağmen Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi'ni daha sonra Bolşevik ismini alacak, disiplinli ve devrim hedefine bağlı bir çizgiye çekmeyi başarmıştır. Tabii hem Rusya hem de Almanya’daki sosyal demokrat partileri şimdiki sosyal demokrat partiler ile karıştırmamak lazım. O dönem “sosyal demokrat” adı Marksist partilere verilen bir isimdi.

Lenin ismi, bir yandan Marx ve Engels’in öğretisine sıkı sıkıya sarılmayı simgelerken, diğer yandan onların eksik kaldığı yerlerde devrimci teoriyi en ince şekilde oluşturmayı da anlatmaktadır. Lenin, Marx'ın çağında henüz ortaya çıkmamış olan emperyalizm olgusunu titiz bir çalışmayla analiz etmiş, bu olgu üzerine Kautsky ve Luxemburg'la sıkı polemikler yapmıştır. Ezilen uluslar ve ulusal mücadeleler konusunda da Lenin'in çalışmaları, Marksizmi ileri taşıyan ön açıcı bir nitelikte olmuştur. Yine Lenin’in devrimci siyaset ve parti konusundaki çalışmaları devrimci Marksizmin temel taşlarını oluşturmaktadır. Kısacası Lenin, teori ve pratiğin birliği ilkesini mükemmel bir şekilde şahsında birleştirmiş bir komünist liderdir.

Modern tarihin en büyük muzaffer işçi devrimi olan Ekim Devrimi'nin Lenin adıyla beraber anılması, Lenin'in politik yeteneklerinin, işçi sınıfıyla olan derin bağının ve örgütçülüğünün tartışılmaz niteliğini ortaya koymaktadır. Lenin, mücadelesiyle Rusya'ya özgü ulusal bir devrimi başarıya ulaştırmakla kalmamış, dünya çapında proleter devrimler çağını başlatmıştır.

Ekim Devrimi sonrası, proleter devletinde baş gösteren bürokratikleşmeyi erken aşamada görüp, buna karşı mücadele etmenin önemine vurgu yapan Lenin, üç kez art arda geçirdiği felçler nedeniyle aktif politik hayattan çekilmek zorunda kalmıştır. Stalin'in milliyetçi politikalarına karşı Trotskiy'den kendisini savunmasını isteyen Lenin, Stalin’in savunduğu milliyetçi politikaları da, bürokratikleşmeyi de yok edemeden 21 Ocak 1924 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Lenin sonrası Stalinist yozlaşmanın ve bürokratikleşmenin hakim olduğu ortamda, Leninizmi savunmak görevi Trotskiy'in omuzlarına yüklenir.

Bugün Lenin'i savunmak demek, Ekim Devrimi'ni savunmak demektir, Bolşevizmi savunmak demektir ve en önemlisi dünya devrimini savunmak demektir. Nihayet bugün dünya devrimini savunurken, bu uğurda hayatlarını veren ve enternasyonalizmin ilkelerini kendi kanlarıyla sınıf mücadelesinin tarihine kazıyan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in adları mutlaka Lenin’le birlikte anılmalıdır.

Dünya devriminin Spartaküsleri: Luxemburg ve Liebknecht

Rosa Luxemburg, Polonya'da dünyaya geldi. Zamanın Rusya sömürgesi olan Polonya'da politik mücadele şartlarının sertliği Rosa'yı da vurdu. Genç yaşta cezaevine giren Rosa, tutsaklığının hemen ertesinde Finlandiya'ya, akabinde de Almanya'ya kaçtı. Rosa'nın Almanya'yı seçmesinin nedeni, o zamanın en büyük sosyal demokrat partisinin burada olmasıydı. Kısa zamanda partide tanınan bir isim olan Rosa, partinin sol kanadının sözcülüğünü üstlendi. Her zaman sıkı bir polemikçi olarak anılan Rosa, ilk tartışmalarından birisini, revizyonizmin teorisyeni ve etkili bir siyasetçi olan Bernstein'la yaptı. “Sosyal Reform mu, Devrim mi?” isimli broşürde çoğu kişinin cesaret edemediği eleştiriler öne sürülüyordu. Genç Rosa, bu cesur tavrını, kendisinden epey büyük yaşta ve hemen hepsi erkek olan parti yönetimine karşı Alman Sosyal Demokrat Partisi’den kopana kadar sürdürdü.

1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak o dönemin sosyal demokrat partileri, yurt savunması adı altında kendi hükümetlerinin emperyalist girişimlerine soldan destek olan bir politika benimsediler. Bu çizgiye karşı enternasyonalist tavırda ısrar eden ve savaşı emperyalist bir savaş olarak niteleyen Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Franz Mehring 2 Ocak 1915 tarihinde Spartaküs Grubu'nun kuruluşuna ön ayak oldular. Grubun adı Roma İmparatorluğu’na karşı büyük bir köle ayaklanmasının efsanevi lideri Spartaküs’ten geliyordu.

Alman Sosyal Demokrat Partisi kurucularından Wilhelm Liebknecht'in oğlu olan Karl Liebknecht, tıpkı babası gibi hayatını mücadeleye adamış bir devrimciydi. Marksizmi devrimci özünden arındırmaya çalışan SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi) yöneticilerinin, babasının en yakın arkadaşları olması, onlara karşı politik bir savaş açmasına engel olmadı. Trotskiy onun hakkında şunları yazar: “Karl Liebknecht’in adı, Avrupa’daki korkunç boğazlaşmanın ilk aylarından itibaren dünya çapında bir önem kazandı. Onun ismi, devrimci onurun adı ve gelecekteki zaferin andı olarak yankılandı.” Kurdukları grupla revizyonizme ve sosyal-şovenist yurtsever politikalara karşı mücadele eden Spartakistler, 9 Kasım 1918 tarihinde örgütsel bağımsızlıklarını ilan ederek “Spartaküs Birliği” ismini aldılar. (Daha sonra bu örgüt Almanya Komünist Partisi’nin en büyük bileşeni olacaktır).

Emperyalist savaşta, burjuvazinin çıkarlarını destekleyen Alman Sosyal Demokrat Partisi, savaş sonrası hükümete alınarak ödüllendirildi. Sınıfa ihanet ederek hükümete ortak olan SPD, savaşın kaybedilmesinin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluk ve Ekim Devrimi'nin de etkisiyle bir devrimci dalgayla karşı karşıya kaldı. İşçiler ve askerler sokakları dolduruyor, kendi kurdukları konseylerde örgütleniyorlardı. SPD hükümeti ilk etapta Spartakistler'e hükümete katılma çağrısı yaptı, ancak Spartakistler bu daveti reddedip, bütün iktidarın konseylere verilmesi için mücadeleyi büyüttüler. 30 Aralık 1918'de Almanya Komünist Partisi'ni kurdular. Luxemburg ve Liebknecht'in bu devrimci atağına SPD yönetiminin karşılığı baskıyı arttırmak oldu. Bütün parti büroları basıldı, üyeler tutuklandı, Luxemburg ve Liebknecht 15 Ocak 1919’da SPD’li savunma bakanı tarafından harekete geçirilen sağcı paramiliter güçler (Freikorps) tarafından vahşice öldürüldü. Trotskiy öldürülmelerinin ardından şöyle yazıyordu: “Rosa ve Karl gizlenmediler. Düşmanın eli onları sıkıca yakaladı ve boğdu. Ne büyük bir darbe, ne büyük bir acı ve ne büyük bir ihanet! Almanya Komünist Partisi’nin en önemli liderleri, bizim büyük yoldaşlarımız artık hayatta değiller. Onların katilleri Sosyal Demokrat Parti’nin bayrağı altında duruyorlar ve bu parti varlık meşruiyetini başkasından değil Karl Marx’tan aldığını iddia etme yüzsüzlüğü sergiliyor! Ne büyük bir çarpıtma!”

Kapitalizme karşı duyulan sonsuz öfke, sosyalizme olan bağlılık, işçi sınıfına olan sarsılmaz güven ve doğruda durma cesareti; bunlar Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yoldaşlardan öğreneceğimiz en önemli değerlerdir. Bu değerleri geleceğe taşımak, her türlü çarpıtmaya karşı Marksizmin özüne sahip çıkan, uluslararası işçi sınıfının çıkarlarını temel alan, kapitalizme ve emperyalizme karşı uzlaşmaz bir mücadele yürüten devrimci Marksistlerin başlıca görevlerindendir.

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2012 tarihli 27. sayısında yayınlanmıştır.