Trotskiy’den Samir Amin’e: 20. yüzyıl parantezi kapanıyor

 

Bugün 21 Ağustos. Lev Davidoviç Trotskiy’in 1940’ta, bir gün önce uğradığı siyasi suikastin sonucu olarak hayatını yitirdiği günün yıldönümü. Kimdi Trotskiy? 20. yüzyılın ilk yarısında Rus Marksizminin, hatta dünya Marksizminin en önde gelen teorisyenlerinden biri; yenilgiyle sonuçlanan 1905 devriminde Rusya’nın başkenti Petrograd’ın İşçi Sovyeti’nin başkanı; 1917 devrimi içinde katıldığı Bolşevik Partisi’nin iki numarası, Lenin Temmuz ayında yeraltına çekildikten sonra partinin bir numaralı sözcüsü; hem (yeniden) Petrograd Sovyeti başkanı, hem de Sovyet’in Askeri Devrimci Komitesi’nin başkanı; bu sıfatla Ekim ayaklanmasını bilfiil başarıyla yöneten Bolşevik; ilk devrim hükümetinde Dışişleri Komiseri, bu sıfatla Sykes-Picot ve benzeri gizli diplomasi belgelerini açıklayarak emperyalizmi dünyaya rezil etmiş adam; 1918 başında başlayan İç Savaş’ta Kızıl Ordu’nun kurucusu, cepheden cepheye koşan ve savaşı bilfiil yöneten, 18 emperyalist ülkenin destek verdiği Beyazları yenen komutan; 1919’da kurulan Üçüncü (Komünist) Enternasyonal’in iki onursal başkanından biri (ötekinin kim olduğunu yazmaya gerek var mı?).

Öyleyse Trotskiy’i öldürten 1939 yılında başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın ilki gibi Bolşevik Marksizmin zaferiyle son bulmasından korkan emperyalizm ya da gözünü Bolşevizm düşmanlığı ve korkusu bürümüş, ama iktidarının doruğunda Hitler olmalıdır, değil mi? Hayır, Trotskiy’i komünist Rusya’nın bir numaralı lideri Stalin öldürtmüştür. Trotskist olmayan, Trotskiy’i ve Trotskizmi hep Stalinist kaynaklardan dinlemiş ve öğrenmiş has Marksistlere çağrımızdır. Sormalısınız: neden?

Bürokratik kastın hâkimiyetini sağlamlaştırmak

Tabii, bütün dünyayı yalanlara inandırmaya çalışmış olduğu artık tescilli bir yönetimin inanılırlıktan çok uzak yalanlarına zaten inanmadıysanız. Yalanlar sadece Trotskiy’i ilgilendirmiyor ki! Bolşevik Partisi’nin Ekim devrimini gerçekleştiren bütün yönetimi, Stalinist aygıt tarafından 1936-38 yılları arasında, Türkçe’de Moskova Duruşmaları olarak anılan düzmece mahkemelerde Nazi işbirlikçiliği ile suçlanıp kurşuna dizilmişti. 1940’ta Trotskiy de suikaste uğradıktan sonra, Lenin ve Sverdlov gibi devrimin ertesinde erkenden ölenler dışında Stalin hariç bütün Merkez Komitesi yeni Sovyet devleti tarafından katledilmiş olacaktır. Gerekçelerin inanılacak yanı mı var?

Peki, neden bütün bunlar? Cevap bize billur gibi berrak görünüyor. Stalin ve izleyicileri, Lenin’in baş önderi olduğu Ekim devriminin ürünü Sovyet devletini ve Bolşevik Partisi’ni ve yine Lenin’in kurduğu Komünist Enternasyonal’i adım adım esas hedeflerinden uzaklaştırırken Bolşevik devriminin önderleri arasında ayrıcalıklı bir yer tutan Trotskiy her aşamada partiyi ve ülke işçi sınıfını uyarmıştır. Stalin’in 1931’de yaptığı gibi, eşitliğin bir küçük burjuva saplantısı olduğunu savunmak Lenin’in Paris Komünü’nden devralarak Devlet ve Devrim’e yazdığı, hiçbir uzmanın kalifiye işçiden fazla ücret alamayacağı ilkesinin çiğnenmesi için zemin hazırlamaktır, böylece ayrıcalıklarla var olan bir bürokrasinin önünü açmaktır. Sovyetlerde, parti içinde ve fikir sanat dünyasında her türlü demokratik atrtışmayı durdurmak işçi demokrasisine aykırıdır, sosyalizmden uzaklaşan uygulamaların eleştirilmesini önler. Sovyet ulusları arasında sadece formel değil gerçek anlamda eşitliği yerleştirmek için çırpınan Lenin’in ölümünün ardından, Rus ulusunun adım adım diğerlerinin önüne çıkarılması, Sovyet işçi sınıfının birliğini dinamitler. Stalin’in Lenin’in ölümünden hemen sonra savunmaya başladığı “tek ülkede sosyalizm” programı Marx’ın ve Lenin’in dünya devrimi programını terk etmek demektir. Bunların ve başka uyarıların toplamı, Sovyetler Birliği’nde yönetimin iplerini ele geçiren ve Stalin’de önderini bulan ayrıcalıklı katman bürokrasinin çıkarlarını tehdit eden bir siyasi çizgiyi, proletaryanın çıkarlarını temsil eden çizgiyi temsil ettiği için bürokrasi bunu ölüm cezasıyla cezalandırmıştır.

Enternasyonal

Hitap etmekte olduğumuz Marksistler buraya kadar anlatılanlardan ikna olmadılar diyelim. Şimdi öyle bir konuya geliyoruz ki, insan gerçekten Marksistse, daha da öte Leninistse, bu konuyu nasıl görmezlikten gelebilir, hayal etmek mümkün değil.

Konu Komünist Enternasyonal. Trotskiy, Stalin ve izleyicilerinin “tek ülkede sosyalizm” programının Sovyetler Birliği’ni kendi yapında kavrulmaya iten milliyetçi bir program olduğunu, bununla dünya devrimi programını terk etmekte olduğunu ileri sürmekle yetinmedi. Komintern’e dayattıkları politikayla bu örgütü gereksiz kıldıklarını, bunun Lenin’in dünya devriminin partisi olarak kurduğu bu örgütün tasfiyesini hazırladığını görmüştü ve buna karşı mücadele ediyordu.

Bugüne kadar Trotskizmi Stalinizmin süzgecinden öğrenmiş has Marksistlere bir kez daha hitap ediyoruz: Kendinizi zaman tünelinden 1937 ya da 1938 yıllarına yollanmış farz edin. Ekim devrimin büyük önderi ölmüş. Onun çalışma arkadaşları şaşırtıcı suçlamalarla ardı ardına kurşuna diziliyor. Devrimin hayattaki en büyük önderi sürgüne yollanmış. Sürgünden Stalin önderliğinin başka şeylerin yanı sıra Komintern’i ortadan kaldıracak bir çizgi izlediğini haykırıyor. Onu dinledikten sonra gözünüzü Moskova’ya çeviriyorsunuz: Komintern dünya komünist hareketine komutalar yağdırıyor. Diyorsunuz ki “nasıl tasfiye? Tam tersine müthiş bir faaliyet.”

Örneklere çok dikkat etmiyorsunuz galiba. Çin, Almanya ve İspanya trajedilerini başka zaman tartışırız. Türkiye Komünist Partisi’nin 1936 “separat” kararıyla lağvını, komünistlerin CHP’yi desteklemeye sevk edilmesini de. Bir örnek olarak Fransız Komünist Partisi’nin Komintern’in yöneticiliği altında nasıl bir zikzak çizdiğini görelim. 1929-35 arası, “sosyal demokrasi faşizmin ikiz kardeşidir” uluslararası çizgisini izleyerek Fransa’daki sosyal demokrat partiye sırt dönme, faşizmin güçlenmesine olanak yaratma. 1935-36 ila 1939 arası, Fransız sosyal demokratlarının hâkimiyetindeki Halk Cephesi’ne eleştirisiz katılma, emperyalist Fransız devletinin silahlanmasına destek. 1939-41 arasında Sovyet-Nazi paktına güvenerek Nazi işgali altındaki Fransa’da Komünist Partisi’nin legal çalışma yapabileceğine ilişkin yanılsama, Nazilerle kardeşleşme çabası. 1941’de Stalin Nazilerin SSCB’ye saldırmasının olasılığını yıllardır yadsımışken, Sovyet ülkesinin önemli bölümünün Nazi işgali altına düşmesinden sonra Fransa’da da “Résistance”, Nazilere kahramanca direniş. İşte “aktif” Komintern’in altı böyle politikalarla oyuldu. Özet şuydu: “tek ülkede sosyalizm” mümkün olduğuna göre, dünya devrimi gereksiz hale gelmişti, Komintern Sovyet bürokrasisinin dış politikasının bir oyuncağı olarak iş görecekti.

Trotskiy bunu erkenden gördü. 1933’te yeni bir Enternasyonal’in gerekliliğini ilan etti. 1938’de ise Dördüncü Enternasyonal’i yoldaşlarıyla birlikte kurdu. Şimdi zaman tünelinden geçerek 1937-38’e ulaşan has Marksistlere soruyoruz. Trotskiy’in 1933’te hazırlıklarına başlayıp 1938’de IV. Enternasyonal’i kurması size 1937 veya 1938’de baktığınızda nasıl görünürdü? Lenin’in kurduğu Enternasyonal, yani Komintern sapasağlam ayakta. Yenisi ne demek? Bölücülük değil mi?

Şimdi geleceğe doğru ilerleyin zaman tünelinde. Yıl 1943. Stalin, kimseye danışmadan “dünya devriminin önünde bir engel haline geldiği” gerekçesiyle Komintern’i kapatıyor. Ne bir kongre, ne hatta bir Yürütme Komitesi toplantısı. Engel! Lenin bir örgüt kurmuş, bu, çeyrek yüzyıl içinde dünya devriminin önünde bir engel haline gelmiş. Lenin’in hayatında yapmış olduğu en büyük hata olmalı Komintern!

Stalin İkinci Dünya Savaşı koşulları aşıldıktan sonra sekiz yıl yaşayacaktır. Yeniden bir Komünist Enternasyonal kurulması hiçbir biçimde gündeme gelmeyecektir. Kominform adıyla kurulan ve güçlü partileri kontrol etme amacını taşıyan seçkinler kulübü de 1956’da dağıtılacaktır.

Şimdi bir kez daha durumu gözden geçirelim mi? 1938’de Trotskiy’e “gereksiz” ya da en azından “erken” demiştiniz. Hareketi bölmek oluyordu. 1943’e geldik, Stalin Komintern’i dağıttı. Siz dünya devrimine inanmış has Marksistlerdensiniz. Ne önerirdiniz? “Komünist Enternasyonal’e ne gerek var canım?” diyor olamazsınız, biz size “has Marksistlerden” dedik. Kuralım, Komintern yanlısı herkes gelsin dediniz ve Trotskiy’e çağrı yaptınız diyelim. Gelemez! Komintern’i kapatan, onun da tedbirini önceden aldı ve Ekim devriminin yaşayan en büyük önderini öldürttü!

Bir kez daha zaman tüneline girin, 1938’e geri gidin ve bir kez daha sorun: IV. Enternasyonal’i kurmak “gereksiz” mi imiş? Yoksa Trotskiy muhteşem bir öngörü kapasitesi ile mi hareket etmiş?

80’lik delikanlı Samir Amin kolları sıvıyor

Şimdi dünkü yazımıza geri dönebiliriz. Galiba ortaokul çağından Marksist ve sosyalist olan Samir Amin, 65 yılını Maoizme vakfetti. Bütün amacı “déconnexion”/”delinking”/hurûç idi. Marksizmin programına uygun olarak dünya çapındaki sefaleti dünya çapında bir devrim ile çözmek yerine tek tek ülkelerin dünya sisteminden kopmasını öneriyordu. Yanlış anlaşılmasın: Söylediğimiz, Samir Amin’in emperyalist ülkelerin emekçilerine ve yoksullarına sırt çevirdiği değildir. Stratejisinde onların yeri yoktur. Çünkü devrim umudunun bitmiş olduğuna inanmıştır.

Sonra 80 yaşına geldi, dünya durumuna baktı ve çözümün ancak bir Enternasyonal olabileceğini fark etti. Dünya çapında kazanmalıydık, tek tek ülkelerde değil.

Şimdi soruyoruz: Samir Amin o büyük yeteneğiyle, karınca misali çalışmasıyla, dünyanın her yerine ayak basmasını sağlayan enerjisiyle, Marksizme en zor gününde bile güvenmesiyle, hayatının 65 yılı boyunca, evet 65 yıl, 15’inden 80’ine, Maoizme değil de Trotskiy’in programına bağlansaydı, daha doğru bir iş yapmış, insanlığın ileri gitmesine daha büyük bir katkıda bulunmuş olmaz mıydı?

Maoizminin enternasyonalizmine neden engel olacağını soran var mı? Biz soralım: Mao, özellikle 1960’lı yıllarda dünya çapında gençlik nezdinde bir efsane iken, her ülkede pıtrak gibi ML partiler, gençler bilmeyebilir, Maoist partiler kurulurken, neden Marksizmin bütün büyük ustaları gibi bir Enternasyonal kurmaya girişmedi? Bakın Che hayattayken, kendisi de enternasyonalist olan Fidel’le birlikte en azından Tricontinental’i kurmadı mı? Emperyalizmin en ileri gideni Amerika’da bile en azından Malcolm X ile birlikte yürümenin yolunu aramadı mı? Çin Komünist Partisi Tricontinental’e ancak bu kuruluş Sovyet hâkimiyetine girer kaygısıyla ayak sürüye sürüye geldi! Fidel’in Sovyet ve Çin temsilcileri hakkında “off the record” söyledikleri kayda geçmiştir. Che’nin ise Tricontinental’e yolladığı mesajında her ikisini de nasıl yerden yere vurduğu tarihimizin şanlı sayfalarından biridir. (Bkz. https://gercekgazetesi.net/teori-tarih/fidelden-castroya-devrimci-aslanin-evcillestirilmesi.) Minik Küba'nın devrimi uluslararası alanda örgütlemeye girişiyor da, dünyanın en büyük ülkesinin başındaki büyük Marksist neden tek bir adım atmıyor?

Tarih Trotskiy’i her konuda haklı çıkardı

Trotksiy, 78 yıl önce bugün öldü. Nasıl bir adam olduğunu anlamak için yaptıklarına bakın. Petrograd Sovyeti başkanı, Bolşevik Partisi’nin 1917’den itibaren iki numarası, devrimin fiili mimarı, Kızıl Ordu’nun sıfırdan kurucusu ve komutanı… Güncesinde açıkça yazar, bütün bunlardan önemlisi, IV. Enternasyonal’in bir kadro Enternasyonal’i olarak da olsa kuruluşudur. Trotskiy en yakın çalışma arkadaşları bile Stalin’in gücü karşısında boyun eğerken kendi kuşağından devrimciler arasında tek başına, evet tek başına, komünizmin bayrağını kirletilmesine ve Ekim devriminin ürünü olan o muhteşem ulussuz devletin çöküşünün hazırlanmasına karşı çoluk çocuğunun hayatı pahasına mücadele etmiştir. Bu cüretkârlığının bedelini de hayatıyla ödemiştir.

Bir de siyasi tespit kapasitesine bakın. 1936’da İhanete Uğrayan Devrim’de, 1938’de Geçiş Programı’nda işçi sınıfı politik devrimle başa geçmezse bürokrasinin kendi iradesiyle Ekim devriminin kazanımlarının tamamını silip süpürerek kapitalizme döneceğini yazdı. Kimse inanmadı. Yarım yüzyıl sonra her şey öngördüğü gibi gerçekleşti.

1933’te yeni bir Enternasyonal gerekli dedi. 1938’de kurdu. 80 yıldır Enternasyonal fikri sadece IV. Enternasyonal akımında yaşadı. Sonra Samir Amin geldi, kendini samimiyetle Enternasyonal’i savunur buldu. Enternasyonal’in gerekliliğini daha önce görseydi, kendisi için de insanlık için de daha iyi olmaz mıydı?

Samir Amin hüsran dolu kuşakların temsilcisi

Yanlış anlaşılmasın. Samir Amin önemli bir Marksist, ama tarihin büyük devleriyle karşılaştırmıyoruz onu. Yeni yitirdik, bütün farklılıklarımıza rağmen saygıyla anıyoruz, hayatını değerlendirirken gelecek kuşaklar için dersler çıkartmaya çalışıyoruz, hepsi bu. Samir Amin, Stalinizmin ve (Maoizm dâhil onun varyantlarının) Marksizme getirdiği bozulma yüzünden hayatları boyunca yapabilecekleri çok daha iyi şeyleri yapamamış kaç kuşak Marksistin sadece iyi bir örneğidir. Hayatı boyunca emekçiler, yoksullar, ezilenler için mücadele etmiştir. Doğanın bağrında dinlenmeyi hak ediyor.

Ama insanlığın geleceği, Stalinizmin cürufundan arındırılmış Marksizmin yolundan, Marx, Engels, Lenin, Trotskiy, Rosa, Karl Liebknecht, liberalleştirilmemiş bir Gramsci, Che ve diğer enternasyonalistlerin yolundan kurulacaktır, Mustafa Suphi’lerin, Ethem Nejatların, Nâzım Hikmet’lerin yolundan kurulacaktır. Dünya devrimini Marksizmin programı olarak proletaryanın bayrağına yeniden yerleştirenlerce kurulacaktır.

Yüzyılın gece yarısında bu programı hayatı pahasına savunan Lev Davidoviç Trotskiy’i, ölüm yıldönümünde yeniden saygıyla anıyoruz.