Stalin’siz Trotskiy

2015 yılı geride kaldı. 2015 bizim için Trotskiy yılıydı. Çünkü Trotskiy tam 75 yıl önce Stalin’in kişisel olarak verdiği talimat çerçevesinde GPU’nun bir ajanının suikastine uğrayarak yitirmişti hayatını. Bu olayı önemsedik çünkü bürokrasinin, iktidarda kalmasını olanaklı kılan önemli bir hamlesiydi. Sovyet devrimi de dünya devrimi de, Ekim’in deneyimini cisimleştiren tek önderini böylece yitiriyordu. Bu yüzden Trotskiy’i 75. ölüm yılında andık. Ama bununla birlikte artık Stalin’i arkamızda bırakmanın zamanı geldi!

Stalinistler ve onların okulunda yetiştiği hâlde Stalinizm batağına battığını fark edemeyenler, bizim Sovyet tarihinde olan biteni bir Stalin-Trotskiy çatışması olarak algıladığımızı zannetmekte ısrar ederler. Külliyen yanlıştır! Biz, Lenin ve Trotskiy’i izleyerek, Sovyetler Birliği’nin kaderini dünya çapında sınıf mücadelelerinde 1920’li yıllardan 1940’lı yıllara kadar ortaya çıkan dengelerin ve bunun bir uzantısı olarak Sovyet ülkesinin kendisinde doğan değişimin ürünü olarak anlamışızdır her zaman. Ama bu, karşı tarafın işine gelmez. Onlar daima tartışmayı Stalin-Trotskiy tartışmasına çekerler. Biz bürokrasinin kurduğu diktatörlükten söz ettikçe onlar hep Stalin’in adını duyarlar.

Tarihte bireylerin rolü özellikle büyük çalkantı ve kriz dönemlerinde, büyük savaşlarda ve devrimlerde önemli olmuştur. Bir Sezar, bir Kanuni, bir Napolyon, bir Lenin, bir Hitler, bir Mao hiç kuşku yok sadece kendi ülkelerinin değil, dünyanın kaderini de önemli ölçüde etkilemişlerdir. Ama bu bireyler ancak belirli sosyal güçlerin karşı karşıya geldiği koşullarda o güçlerin birinin ya da bir bileşiminin çıkarlarını savundukları, ilerlettikleri, üstün kıldıkları ölçüde tarihte kendilerine bir yer edinirler. Bir bakıma onların kişisel etkileri, karşılıklı güçlerin savaşında son vuruştur.

Zaman geçtikçe nesnel faktörler tarihin esas unsurları olarak ön plana çıkar, bireyin rolü gittikçe geri düşer. Kanuni mi önemlidir, Osmanlı’nın kendine özgü iktisadi-idari-askeri yapısı mı? Napolyon mu önemlidir, feodalizme karşı yükselen burjuva devrimi mi? Hitler mi önemlidir, gerileme çağına girmiş emperyalist burjuvazinin faşizm ve barbarlık üreten doğası mı? Soruyu sormak cevabını vermektir. Tarihsel olarak birbirine yakın güce sahip toplumsal odakların mücadelesindeki en hassas anda “son vuruş” bazen öznel faktörle belirlenebilir ama uzun vadede maddi sosyo-ekonomik yapı ve onun ürünü olan toplumsal güçler esas belirleyicidir elbette.

Stalin’in Sovyet bürokrasisinin çıkarlarını emperyalist burjuvazi ile uluslararası proletarya arasındaki bir denge anında geçerli kılmış olması o dönem için önemlidir. 20. yüzyılın geri kalanı açısından da belirleyici olmuştur. Ama artık, 20. yüzyılda ortaya çıkmış bütün bürokratik işçi devletleri çökmüşken Stalin ve bir ideolojik-politik sistem olarak Stalinizm önemini yitirmiştir. Onun önemi her zaman arkasındaki devletlerin (en başta Sovyetler Birliği, ama aynı zamanda Çin ve diğerleri) büyük gücünden geliyordu. Yoksa fiske vursanız dağılacak koflukta bir ideolojik-politik sistemden söz ediyoruz. Devrimci Marksizmle yarışması mümkün mü?

Öyleyse artık Trotskiy’i Marx, Engels ve Lenin’le birlikte Stalin’siz olarak ele almalıyız. Stalin ve Stalinizm gündemimize ancak geçmişin hesabı yapılırken girmeli. Devrime yeni gelmekte olan gençliğe Trotskiy’i Ekim devriminin iki büyük önderinden biri ve 20. yüzyıl devriminin bürokratik çürümesinin baş düşmanı olarak tanıtmalıyız. Stalinistler ve onların bilinçsiz izleyicileri tartışmayı yine Trotskiy-Stalin zıtlaşmasına çekeceklerdir. Trotskiy’in tarihte neyi temsil ettiğini anlayamayan Trotskistler de buna çanak tutacaklardır. Kapılmayalım.

Stalin, Marksizmin devasa önemi karşısında tarihte bir küçük ayrıntıdan başka bir şey değildir. Trotskiy ise sadece bürokrasinin değil emperyalist kapitalizmin de büyük kâbusudur.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2016 tarihli 75. sayısında yayınlanmıştır.