Ne mutlu Marksistim diyene!

Ne mutlu Marksistim diyene!

Bir zamanlar yurtdışında yaşayan bir Türk akademisyenle tanışmıştım. Bana, yaptığı çalışmaları anlatmıştı. Fransız Komünist Partisi adını taşıyan, yarı-Stalinist, yarı milliyetçi ama hâlâ bir işçi partisi karakteri taşıyan partiye yakındı. 1980’li yıllarda Akdeniz Avrupası’nın komünist partilerinde moda olan avro-komünizmi (Avrupa komünizmi diye de bilinir) Stalinizme alternatif diye sunuyordu. Kendisine avro-komünizmin pek de Marksist bir yaklaşım olmadığını anlatmaya çalışmıştım. Kapitalizme adapte olmanın bir adımıydı bu akım. Kızdı. “Her sabah kalkıp aynaya baktığımda ‘ben Marksist miyim, değil miyim?’ diye sormuyorum” dedi.

Beni zor duruma düşürdüğünü sanmıştı muhtemelen böyle söyleyerek. “Bir etiketin ne önemi var bir aydın için, önemli olan dışımızdaki hayatın nasıl geliştiği” diyerek bana esaslı bir ders verdiğini sanıyordu. Akademisyenimizin tavrı, gençken Marksist olup sonra giderek bu tavrından uzaklaşırken “etiketlenmek”ten huzursuz olan nice aydınınkine tıpatıp benziyordu.

Bu yazıyı Marx’ın doğumunun tam tamına 200. yıldönümü olan 5 Mayıs 2018 günü yazıyorum. Çok sevdiğim, dizinde oynadığım dedemi özler gibi özlüyorum o büyük devrimciyi. Ama mesele benim ve benim gibilerinin duyguları değil. Mesele, ne kadar büyük bir tarihi şahsiyet olursa olsun, bir kişiyi sevmek sevmemek değil. Mesele Marx’ın insanlık tarihinin neresinde durduğunu sadece aklıyla değil yüreğiyle anlamak.

Marx sadece içinde yaşadığımız modern çağda değil, Batı’da olsun Doğu’da olsun insanlığın bütün tarih boyunca yetiştirdiği büyük düşünürler ve bilgelerin tamamının arasında, insanlığın en temel hakikatini ilk kez ortaya koyan feylesof ve bilim adamıdır: Yazılı tarihin tamamında insanlık durumunun en önemli, en belirleyici boyutunun toplumun sınıflara ayrılması olduğunu, gelecekte bu sınıfların ortadan kalkmasının koşullarının oluşacağını, bu koşulları kuvveden fiile çıkaracak olanların ise proletaryanın başında komünistler olacağını pırıl pırıl bir berraklıkla göstermiştir.

Bu açıdan eşsizdir: Ondan sonra gelenler ya ondan yana olmuşlardır ya bu alçak sınıflı düzenden yana. Komünist Manifesto’dan bu yana geçen 170 yıl (evet, doğru hesapladınız, bu muhteşem metni yazdığında sadece 30 yaşındaydı Marx, Engels ise 28!) fiilen göstermiştir ki Marx’tan ayrılan herkes şu ya da bu ölçüde kapitalizm yanlısı olmuştur. Yani Marksist olup olmama sorusu, “Marksizm mi, kapitalizm mi?” sorusudur. Yani zengin, sömürücü, gerektiğinde gaddar gerektiğinde kurnaz hâkim sınıflardan mı yanasınız, yoksa sömürülen, bütün hayat faaliyeti kendini ve ailesini ayakta tutma cenderesine kıstırılmış, çoğunlukla yoksul, bazen sefil, kapitalistler arası savaşlarda patlayıcı madde olarak kullanılan ezilen sınıflardan mı? Marksist olup olmamak, bir düşünce sisteminden yana olup olmamak değildir. Bir yaşama kavrayışından yana olup olmamaktır. Nasıl bir insan olduğunuzu anlatır!

Marx elbette sadece bir dâhi olduğu için ulaşmamıştır bu büyük gerçeğe. O, genç bir adamken ve düşünsel alanda olgunlaşırken uluslararası işçi sınıfının mücadeleleri açmıştır ufkunu. İngiltere’de Chartist hareket, Fransa’da Lyon’un dokumacıları, yine Fransa’da 1848 Haziran’ında tarihin, yenilmiş de olsa ilk işçi sınıfı devriminde barikatlara çıkan işçiler, Komünist Liga’da örgütlenen Alman işçileri ve başkaları ve başkaları öğretmenidir Marx’ın. Kendisi de doğrudan Alman devrimine katılmış, onun işçi kanadının önderi olmuştur. Yoldaşı Engels ise elinde silah, karşı devrimcilerle çarpışmıştır. Yani devrimcidirler, o açmıştır gözlerini. Sınıf toplumuna böyle düşman olmuşlardır.

Demek ki Marksist olup olmamak, Foucault’cu yahut Lacan’cı yahut Deleuze’cü olup olmamaktan farklı türden bir seçiştir. Marksist olmamak, ilk toplumsal fazlayla birlikte sınıfların ve sonra devlet doğmasından itibaren dünyanın her yerinde insanlığın varoluşuna damga vuran alçak düzenin devamından yana olmak demektir. Marksist olmak ise onu yıkmayı hedeflemek, sınıfsız bir topluma ulaşmak anlamına gelir.

Şimdi aynaya bir daha bakar mısınız lütfen?

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2018 tarihli sayısında yayınlanmıştır.