Karanlığın içinde parlayan kızıl yıldız: Trotskiy

Ekim Devrimi’nin iki büyük önderinden biri, Komintern’in kurucu önderlerinden, Kızıl Ordu’nun komutanı, Sovyet devletinin bürokratik yozlaşmasının karşısında eski kadrolar arasında neredeyse tek başına devrimci Marksist programın yılmaz savunucusu, Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu, Marksizme büyük teorik katkılarda bulunmuş teorisyen Lev Davidoviç Trotskiy, bundan 71 yıl önce, 20 Ağustos 1940’ta Stalin’in bir ajanı tarafından katledildi. Bugün Arap Devrimleri ile başlayan ve Akdeniz Havzası’nı saran ayaklanma ve isyan dalgası, Trotskiy’in mücadelesinin ve yapıtının tanınmasını her zamankinden daha yakıcı bir hale getiriyor.

Trotskiy, 7 Kasım 1879’da Ukrayna’da Yanovka’da doğdu. Marksist fikirlerle öğrencilik yıllarında tanıştı. Trotskiy, Lenin ismini ilk kez Sibirya’da sürgünde duymuştu. Sürgünde yazdığı yazılar, İskra gazetesini çıkarmakta olan Lenin’e ulaşmaktaydı. 1902’de sürgünden kaçarak İskra yazı kuruluna geldi ve üye kabul edildi.

Bolşevik-Menşevik bölünmesi

1903 yılında Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi II. Kongresi toplanıyordu. Bu Kongre “ekonomistler” ile İskra taraftarları arasında bir mücadele olarak geçti. İskra grubu bu tartışmayı kazandı ancak partide bir bölünme yaşandı. Lenin’in lideri olduğu çoğunluk (Bolşevikler) merkezi ve disiplinli bir profesyonel devrimci örgütü kurmak isterken, Martov’un lideri olduğu azınlık (Menşevikler) daha yatay ve gevşek bir parti yanlısıydı. Sonradan bu konuda “hayatımın en büyük hatası” diyen Trotskiy, 1917 Nisan ayında Bolşevik Partisi’ne katıldıktan sonra, parti içindeki bölünmeyi “uzlaştırma” politikasının, kendisini zaman içerisinde haksız çıkardığını kabul etme konusunda bir an için tereddüt etmedi. Çok sonraları Trotskiy, Lenin’le örgüt sorunu konusunda düştüğü anlaşmazlıktan biyografisinde şu sözlerle bahsedecektir: “Ben de kendimi merkeziyetçilikten yana sanıyordum. Ama o dönemde milyonlarca insandan kurulu eski bir topluma karşı yürütülecek bir kavgada ne kadar sıkı ve sözünü geçirir güçte bir merkeziyetçiliğin gerekli olduğunu iyice anlayabilmiş değildim.” (Trotskiy, Hayatım)

Sürekli Devrim’i Marksizm’e kazandıran bir devrimci

1905 yılında Rus-Japon savaşının da etkisiyle işçiler, ardından denizciler ve köylüler ayaklanmıştı. Trotskiy, başlangıçta fabrikalarda grevleri örgütlemek için kurulan ama hızla siyasi ayaklanmanın mücadele aracı haline gelen sovyetlerden, Petrodgrad Sovyeti’nin başına geçti. Bütün grevlerde, bütün gösterilerde, bütün bildirilerde ve alınan tüm kararlarda onun etkisi vardı. Ancak Çarlık ordusunda gerçek bir bölünme yaşanmadığı için 1905 devrimi bir yıl içinde yenildi ve Trotskiy 1907'de Doğu Sibirya’ya sürgün edildi.

1905 devriminin deneyimi Trotskiy’in Marksizm’e yaptığı en büyük katkılardan birisinin ortaya çıkmasını sağladı: Sürekli devrim teorisi. O dönemde hâkim olan, işçi sınıfının öncelikle burjuva demokratik devrimleri tamamlaması gerektiği anlayışının aksine Trotskiy, burjuva demokratik görevlerin de ancak işçi sınıfının iktidarı almasıyla yerine getirileceğini söylüyordu. Ona göre iktidarı alan işçi sınıfı, bir yandan feodalizmi tamamen çözerken, öte yandan da kapitalist mülkiyet ilişkilerine müdahale edecektir. Ayrıca her ülke farklı gelişmişlik düzeylerine sahip olsa da, hepsi aynı dünya kapitalist sistemin parçaları olduğu için herhangi bir ülkede gerçekleşecek devrimin kaderi dünya devrimine bağlıdır. Bu nedenle de, bir ülkede işçi sınıfının devrimci mücadeleyi nihai zafere ulaştırmasının tek yolu, devrimin bir dünya devrimine dönüşmesi, tüm ülkelerin işçi sınıflarınca desteklenmesi ve ayaklanmanın dünya çapında örgütlenmesidir.

Ekim devrimini karşı devrime ve bürokrasiye karşı savunan bir önder

Trotskiy 1917 Şubat devriminden sonra Rusya’ya döner dönmez katıldığı sovyet toplantılarında, Geçici Hükümet’e katılanları sert bir dille eleştirdi, bütün iktidarın sovyetlere verilmesi şiarını savundu. Stalin ve Kamenev Geçici Hükümete katılma taraftarıydı, Nisan Tezleri’nde aynı şiarı savunan Lenin’i “Trotskist” olmakla suçladılar. Kısa bir süre sonra Trotskiy 4 bin kişilik grubuyla (Mejrayontsi) Bolşeviklere katıldı.

Devrim sonrasında Trotskiy, yeni Sovyet hükümeti adına barış görüşmelerini yürüttü. Trotskiy bir süre sonra çok daha önemli bir görev üstlenecekti: karşı-devrimi askeri yenilgiye uğratmak için Kızılordu’yu kurmak. Trotskiy bu görevi başarı ile yerine getirdi. Trotskiy “Bir ordu yaratabilecek miyiz, yaratamayacak mıyız?” diye soruyordu, Ekim devrimin yazgısı bu soruya bağlıydı. Kızıl Ordu’nun temel unsurları olan öncü işçilerin büyük bölümünün iç savaş sırasında kaybedilmesi, kalan işçi ve köylülerin deneyimsizliği ve ordudan beş milyon askerin terhis edilmesi, hem Kızıl Ordu’da hem de tüm Sovyet toplumunda bürokratik yozlaşmanın önünü açtı. Bürokrasi politik bir karşı-devrimle işçi sınıfının iktidarını gasp etti, yerine kendi bürokratik diktatörlüğünü geçirdi.

Lenin 1923’te hastalanıp siyasi hayatın dışına düşmeden önce, Trotskiy’e, bürokrasiye ve büyük Rus şovenizmine karşı mücadele etmesini salık veriyordu.

Sürgün

Ocak 1928’de Trotskiy önce Kazakistan’ın Almatı şehrine sürüldü. Sürgün hayatı, 1929-33 yılları arasında İstanbul Büyükada’da devam etti. Sürekli Devrim, Çarpıtılan Devrim, Rus Devriminin Tarihi, Çin Üzerine, Hayatım vb. eserleri Büyükada’da yazdı. Trotskiy 20 Ağustos 1940’ta Meksika’da Stalin’in bir ajanı tarafından, korkakça ve haince, arkasından gizlice yaklaşılarak, kafasına bir buz baltası ile vurularak öldürülene dek, çeşitli Avrupa ülkelerinde sürgün hayatı yaşadı. Trotskiy tüm bu zor koşullara rağmen hem Stalinizme karşı işçi sınıfını savunmaktan, hem de o yıllarda yükselmekte olan faşizme karşı mücadele etmekten bir an bile geri durmadı.

Faşizme Karşı Birleşik İşçi Cephesi

Hitler’in iktidara gelişi işçi sınıfı açısından büyük bir yenilgi anlamına geliyordu. Dünya işçi sınıfı yeni bir emperyalist savaşa sürükleniyordu. Alman devriminin tek bir kurşun atılmaksızın Stalinist bürokrasi tarafından faşizme teslim edilmesi karşısında Stalinizmi ve onun denetiminde Alman Komünist Partisi’ni teşhir etmekten bir an bile geri durmadı. Marksizm’e yaptığı en önemli katkılarndan biri olan faşizm tahlilini bu çerçevede büyük bir dakiklikle geliştirir. Trotskiy, faşizmin olağanüstü bir rejim olduğunu, işçi sınıfının sendikal haklarını, basın ve ifade özgürlüğünü ezmeyi, işçi örgütlerini dağıtmayı hedefleyen, toplumun küçük burjuva ve orta sınıfları üzerinde yükselen bir kitle hareketi olduğunu ortaya koydu.

Dördüncü Enternasyonal

Trotskiy, “Komünist Enternasyonal” adını taşımakla birlikte Stalinist bürokrasinin uluslararası diplomasi örgütüne dönüşen ve özellikle Avrupa ülkelerindeki işçi sınıfını o ülkelerin burjuvazileri ile uzlaşmaya zorlayan Üçüncü Enternasyonal yerine yeni bir enternasyonal kurulması için mücadele etti. Bu mücadele sonucunda, Marx, Engels, Lenin’den devralınan "uluslararası sosyalist devrimin dünya partisini örgütleme görevini" yerine getirmek üzere 1938’de Trotskiy’in önderliğinde Dördüncü Enternasyonal kuruldu.

Trotskiy hayatının hiçbir döneminde işçi sınıfının yanında yer almaktan vazgeçmedi, Marksizm ve Leninizm’in yılmaz bir savunucusu oldu. Onu sadece bürokrasi değil, sürgünde bulunduğu emperyalist ülkelerin egemen sınıfları da tehlike olarak görmüş, oradan oraya sürmüştü. Trotskiy karanlığın içinde parlayan kızıl bir yıldızdır! Devrimci Marksistler onun mücadele bayrağını gururla taşımaya dün olduğu gibi bugünde devam ediyorlar!

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ağustos 2011 tarihli 22. sayısında yayınlanmıştır.