İşçi sınıfı ve savaş

Tarih ve bu tarih içerisinde işçi sınıfının yerini bilmemek, savaşlar konusunda maalesef zaman zaman sosyalistler de dâhil olmak üzere çok yanıltıcı sonuçlara götürür. Sözgelimi Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl sona erdiği üzerine 10 madde yazılacak olsa, işçi sınıfının savaşın sona ermesindeki rolünü çok az kişi bu maddeler içine koyacaktır. Nasıl ki savaşın “bir Sırplının bir veliahdı öldürmesiyle başladığının” söylenmesi asıl gerçekleri gizler, savaşın bitiminin de “ABD’nin savaşa katılması” ile gerçekleştiği yargısı da benzer bir yanılgı üretir.

Tam da tersine, Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesine neden olan 10 madde yazılacaksa, bu maddelerden birinin işçi sınıfının mücadelesi olması gerektiğini söylemek yanlış olmaz. Ağustos 1917’de İtalya Torino’daki ayaklanma, 1918 Ocak ayında Berlin ve Viyana’daki genel grevler, hatta daha da öncesinde, 1915 yılının sonlarında Almanya’da savaşa son verilmesi talebiyle yaygın grev ve gösteriler, İskoçya’da Şubat-Mart 1915’te 450 bin işçinin greve çıkması en iyi örneklerdir. Ama iş sadece bu grevlerle bitmez. Ordu içerisinde, elbette işçi ve emekçilerden oluşan askerler de bazı isyanlar çıkarırlar. 1917 Ağustos ayında Almanya’da Kuzey Denizi Donanması’nda çok ciddi bir isyan yaşanır.

Neden böyledir? Başlangıçta şovence destekledikleri savaşa karşı bir müddet sonra neden doğrudan karşı çıkarlar? Yanıt dolaysız ve basittir: Savaş önce işçi ve emekçileri vurur da ondan. Nitekim savaş ilerledikçe en başta cephedeki askerler, ardından cephedeki askerlere silah ve mermi, daha da önemlisi erzak yetiştirmek için uzun saatler fabrikalarda çalıştırılan işçiler, sonra genel olarak açlıkla mücadele eden tüm emekçi halk savaşın karşısına geçmeye başlar.

Özellikle iki büyük dünya savaşının başında, gerek ABD’de gerekse İngiltere’de işsizlik oranları düşmeye, istihdam edilen işçi sayısı artmaya başlar. Zira cephedekilerin silah ve erzaka ihtiyaçları vardır. Bu nedenle sivil sektörlerdeki istihdam azalır, ancak askeri sektörlerdeki istihdam hızla artar.

İkinci önemli mesele askere alma meselesidir. Nitekim savaşlarda özellikle sivil alanda çalışan işçiler askere alınır, askeri sektör istihdamı artarken sivil istihdam bu nedenle düşer. 1914 yılından savaşın sonuna kadar askere alınan işçi ve emekçilerin sayısı 10 milyona yakındır ve bunların bir milyonu savaşta hayatını kaybeder. Almanya’da askere alınan 13 milyon işçiden 2 milyonu savaşta hayatını kaybedecektir.

Buna karşılık çalışma saatleri artırılacak, ücretler ise baskılanacaktır. Nitekim Fransa’da savaş sanayisinde çalışma süresi 60 saate, Almanya’da 70 saate çıkarılır. Diğer taraftan neredeyse tüm ülkelerde reel ücretler düşüş gösterecektir. Savaş, savaşı finanse edebilmek için her şeyden önce para gerektirir. Bunun için de ya vergiler artırılır, ya yeni vergiler salınır, ya borçlanılır ya da fazladan para basmak gerekir. Bu durum da zorunlu olarak enflasyonu gündeme getirir. Dolayısıyla nominal ücretlerde artış olsa bile reel ücretler düşecektir. Ama en önemli sonucu geniş halk yığınlarının yoksullaşmasından başka bir şey değildir.

Bugün sırf bu tarihsel serüvene dayanarak bile diyebiliriz ki, herhangi bir savaşta silahını kaparak cephede canını veren Mehmet ile, sivil ve askeri sanayide uzun sürelerce çalıştırılan, sömürülen, düşük ücretle yaşamaya mecbur bırakılan, savaş devam ettikçe giderek açlık ve yoksullukla karşı karşıya kalan Mehmet, bir ve aynı Mehmet’tir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Nisan 2018 tarihli 103. sayısında yayınlanmıştır.