Faşizm ve tehlikesi

Faşizm kavramı dünya devrimci hareketi olarak üzerinde tam mutabakat sağlanmış bir kavram değildir.  Tarihsel, toplumsal ve siyasal bir kavram konusunda kargaşa sürüp gitmektedir. Bu nedenle hem siyaset dilinde hem günlük dilde olur olmaz, ilgisiz anlamlarda kullanılan bir sözcük haline getirilmiştir.

Bu kaygılardan hareket eden Levent Dölek, Gerçek gazetesinin Mart 2015 tarihli 65. sayısında “AKP ve faşizm tehlikesi”* başlıklı bir yazı yayımladı (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/akp-ve-fasizm-tehlikesi). Gerçek gazetesi Devrimci İşçi Partisi’nin merkez yayın organıdır. Söz konusu yazı hakkındaki ve faşizm konusunda dile getireceğim görüşleri; DİP üyesi olarak değil, parti dostu bir devrimci Marksist olarak yazıyorum. Bu nedenle yazımdaki görüşler sadece beni bağlar. Gerçek gazetesine daha önce de yazılar yazdım. Bu nedenle sayfalarında değişik görüşlere yer verme güven ve olgunluğu için Gerçek gazetesine teşekkür ederim.

Levent Dölek’in bu yazıyı yazmasındaki duyarlılığına tamamen katılıyorum. Her baskıcı, otoriter rejime faşizm demek;  anti-faşist mücadeleyi sulandırır. Aynı şekilde faşist bir diktatörlüğün kurulu olduğunu söylemekle,  faşizmin kurulma tehlikesinden söz etmek arasında çok önemli bir ayırım vardır. Kurulu faşist diktatörlükle mücadele ile yaklaşan faşizm tehlikesine karşı verilecek mücadele şekilleri farklıdır.

Bu nedenle hem faşizm ve tehlikesi konusunda kendi düşüncelerimi derleyip toparlama, hem de Levent Dölek’in yazısında katılmadığım noktaları belirtme gereksinimi duydum. Faşizm çok yönlü incelenmesi gereken bir konu olduğundan ve yazı bir gazete yazısı olduğundan, burada sadece söz konusu yazıda ele alınan temalara değinmekle yetineceğim.

Faşizm burjuvazinin çırılçıplak diktatörlüğüdür

Levent Dölek’in yazısında belirttiği gibi, Komintern’in 7. Kongresinde yapılan faşizm tanımı yanlış ve maksatlıdır. Tanımın yanlışlığı faşizmi burjuvazinin sınıf olarak tümünün değil, tekelci sermayenin “en” dar bir kesiminin iktidarı olarak tanımlanmasındadır. Bu yanlış tanımın maksadı ise, işçi sınıfı hareketine faşizme karşı burjuvazinin “en” olmayan diğer kesimleri ile bağlaşıklık kurma politikası önermesidir.

Stalincilerin bu anlayıştan ürettikleri “Faşizme Karşı Birleşik Halk Cephesi” politikasıyla komünist partileri burjuvazi ile ittifaka zorlamışlardır. Bu yüzden Türkiye komünist hareketi tarihi boyunca burjuva partisi CHP ile anti-faşist halk cephesi oluşturma hayalleri kurmuştur ve bugün de bu hayallerle yaşayan çok komünist vardır.

                                                                   ***

Faşizm burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün en çıplak biçimidir. Demokrasi özünde bir sınıf diktatörlüğü ise, burjuva demokrasisi bu diktanın kadife elbise giydirilmiş şeklidir. Sınıf mücadelesi şiddetlendikçe, iktidarının ve düzeninin tehlikeye girdiğini gören burjuvazinin diktası, tehlikenin büyüklüğüne göre bu elbisesinden sıyrılmaya başlar. Tehlike ve burjuvazinin korkusu son aşamaya geldiğinde, devrimci bir durumda dikta çırılçıplak kalır.

Burjuva diktatörlüğünün alacağı şekli belirleyen temel etken sınıf mücadelesinin şiddetidir. Burjuva diktatörlüğü sınıf mücadelesinin şiddetine göre parlamenter demokrasi,  otoriter yönetimler, polis devleti gibi yönetim şekillerinin yer aldığı bir yelpaze sunar.  Bu yönetim şekillerinin ortak özelliği baskı ve terörün yanı sıra halen burjuva hukukunun varlığını sürdürmesidir. Burjuva demokrasisinin temel özelliği olarak sayılan erkler ayırımı bu yönetim şekillerinde şu ya da bu derece korunur.

Burjuva demokrasilerinin kurum ve kurallarının (seçimler, parlamento, anayasa vs.) olup olmaması faşizm ile diğer yönetim şekilleri arasında ayırt edici bir nitelik taşımaz. Faşist diktatörlük bu kurumları kendi yönetim tarzına uydurarak sürdürebilir.

Faşizmi, burjuva demokrasisi yelpazesi içinde yer alan diğer yönetim şekillerinden ayıran temel özellik; iktidar gücünün merkezileşmesi, faşist yönetimin elinde toplanmasıdır. Bu merkez klasik faşizm örneklerinde faşist parti ve lider, asker-sivil bürokratik aparat eliyle yürütülen faşizm örneklerinde askeri cuntalardır.

Faşizm parti diktatörlüğü değildir

Levent Dölek söz konusu yazısında faşizmin ayırt edici bir özelliğini şöyle tanımlıyor: “Faşizm, faşist partinin iktidar tekelidir. Sokaklarda işçi hareketini ve muhalefeti burjuvazi adına ezen faşizm, karşılığında burjuvaziyi siyaseten mülksüzleştirir. Kendi iktidar tekelini kurar” (vurgu bizim).

Bu tanım birkaç açıdan sorunludur. Öncelikle, faşizmi sadece faşist partinin iktidarı tekeline alması olarak tanımlamak, faşizm kavramını klasik örnekleriyle sınırlamak hatası taşır. Faşist diktatörlük klasik örneklerinde olduğu gibi bir parti eliyle kurulabileceği gibi, 11 Eylül Şili ve 12 Eylül Türkiye örneklerinde olduğu gibi asker ve sivil bürokrasi eliyle de gerçekleşebilir. Faşizm yaşayan bir olgudur. Özü aynı kalmak koşuluyla değişik şekillerde karşımıza çıkabilir. Önemli olan faşist diktatörlüğün hangi yoldan ve hangi araçlarla kurulduğu yani biçimi değil, özüdür.

Burjuvazinin egemenliğini ve düzenini korumak için başvurduğu faşist rejimin klasik ve günümüzde gelişen yeni örnekleri arasında öz olarak hiçbir farkı yoktur. İtalya ve Almanya’da yaşanan örneklerini faşizm olarak tanımlayıp, asker-sivil aparat eliyle yürütülen örneklerine sadece askeri darbe ya da askeri diktatörlük demek; anti-faşist bilinci bulandırır.

Faşizm kapitalizmin emperyalizm aşamasında, tekelci sermayenin ekonomik ve siyasal egemenlik döneminde ortaya çıkmış olan bir diktatörlük biçimidir. Yani faşist diktatörlükten söz edebilmek için tekelci sermayenin varlığı ve iktidarı olmalıdır. Bu yüzden birincisi kapitalist emperyalist sistem içindeki ülkelerde,  askeri diktatörlükler faşizm kavramı dışında tanımlanamaz.

İkincisi faşizm olarak nitelendirilmesi yanlış olan, salt askeri ya da saltanata dayalı diktatörlükler, ancak kapitalist emperyalist sistem dışında kalan veya onunla işbirliği yapan, ancak tekelci kapitalizmin egemen olmadığı ülkelerde söz konusu olabilir. Örneğin, yakın geçmişte Saddam ve Kaddafi rejimleri; günümüzde Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan gibi Arap ülkelerinde olduğu gibi.

                                                                ***

Levent Dölek’in faşizm tanımında sorunlu bulduğum ikinci nokta; faşizmi faşist partinin burjuvaziyi siyaseten mülksüzleştirmesi ve kendi iktidar tekelini kurması olarak tanımlamak, faşizme sınıfsal açıdan bakıştan uzaklaşma tehlikesi taşır. Levent Dölek’in iddiası; burjuva iktidarına ve kapitalist düzene yönelen tehlikeyi bertaraf eden faşist parti, bu hizmetinin karşılığında burjuvaziyi siyasetin dışına iter ve iktidarı tek başına ele alır. Bu iddia faşizmi sınıflar üstü tek parti yönetimi gibi gösterme yanlışına yol açar.

Evet, faşizmde erkler toplamı faşist yönetimin elinde toplanır, ancak erkin bu şekilde merkezileşmesi burjuvazinin tercihi dışında değildir. Burada yanlış olan söylem, merkezi erkin faşist iktidarın elinde toplanarak kullanıldığı değil, burjuvazinin siyaset dışına itilerek kullanıldığının iddia edilmesidir.

Burjuvazi, diktatörlüğünün tüm yönetim şekillerinde iktidar gücünü doğrudan değil, temsilcileri eliyle kullanır. Faşist diktatörlükte faşist partinin sınırsız gücü ve terörü bizi yanıltmamalı. İktidarı demir yumrukla yöneten faşizm ile kadife eldiven ile yöneten diğer burjuva diktatörlüğü yönetimleri arasında bu bakımdan bir fark yoktur. Her iki yönetim tarzında da yöneticiler sahibinin yani burjuvazinin elidir. İkisinde de burjuvazi siyasetin tam göbeğindedir. Faşist iktidarın burjuva sınıfın siyasal ve toplumsal çıkarları dışında hareket etmesi söz konusu değildir.

                                                       ***

Üçüncü olarak, Levent Dölek, faşizmi faşist partinin iktidar tekeli olarak görmekle yetinmiyor, o partinin sokak teröründe kullanacağı milis gücüne sahip olmasını şart koşuyor. Faşizmin en baştaki ayırıcı özelliğini şöyle tanımlıyor: Küçük burjuvaziden beslenen, ırkçı söylemlerle harekete geçen paramiliter güçlere dayanan kitlesel terörizm.”

Bu özelliğe uygun olarak Türkiye’de olası faşist diktatörlüğün, Ülkü ve Alperen Ocaklarını milis gücü olarak kullanan MHP iktidarı ile sınırlandırıyor.  “Siyasi ve ekonomik kriz dinamiklerinin üst üste geldiği bir süreçte AKP paldır küldür yıkılabilir ve MHP’de somutlaşan faşist hareket oluşacak boşluğu değerlendirmek için bekliyor olacaktır.”  İkinci bir seçenek olarak da, AKP’nin İslamcı terörist gruplardan biri ile anlaşarak onu paramiliter güç olarak kullanmasını gösteriyor.

Bu öngörüler siyasette elbette geçerli olasılıklardır. Ancak faşizm tehlikesini bu olasılıklarla sınırlandırmak yanlış ve eksik politikalara yol açar.

Sonuç

Faşizmin tanımı, diğer burjuva diktatörlüğü yönetim şekillerinden ayırımı için gösterdiğimiz titizlik ve yaptığımız bu tartışma teorik bir gevezelik değildir. Faşizmi doğru analiz edemezsek, yükselen faşizm tehlikesine karşı doğru anti-faşist politikalar geliştiremeyiz.

1-      Faşizmi tekelci sermayenin “en” tepedeki azınlığının yönetim şekli olarak yorumlarsak; tekelci sermaye grupları arasında ittifak yapılabilecek burjuva kesimler ve partiler arama gibi bir gaflete düşeriz. Örneğin bugünkü CHP yönetiminden böyle bir siyaset beklemek hayalciliktir. Faşizmi önleyecek tek güç, emekçi halkın işçi sınıfı öncülüğünde toplanacağı anti-faşist birliktir.

2-      Faşizmi faşist bir siyasal hareketin/partinin burjuva sınıfı siyasetten uzaklaştırarak kendi iktidar tekelini kurması olarak tanımlarsak; Marksizmin devlet kuramından uzaklaşır, faşizmi sınıflar üstü/dışı bir yönetim şekli olarak görme yanılgısına kapılırız. Bu yanılgı faşist diktatörlüğün sınıfsal sorumlusu olan burjuvaziyi gözlerden saklamaya hizmet eder.

3-      Faşizmi salt faşist hareketin/partinin iktidarı olarak tanımlamak; başka yollardan örneğin asker-sivil bürokrat aparat eliyle kurulma hazırlıklarını gözden kaçırmamıza yol açar. Örneğin Türkiye’de yükselen faşizm tehlikesini sadece MHP ya da AKP’nin “iktidar tekeli” olarak saptarsak; 12 Eylül türü bir faşist diktatörlük tehlikesine karşı hazırlıksız yakalanırız.  Askeri darbe ile kurulan faşist diktatörlükleri, faşist yönetimler değil, askeri diktatörlük olarak tanımlamak; yanlış beklentilere yol açar. Böylesi bir anlayış, askeri darbe yoluyla gelen faşist rejimin kitle tabanı kazanmasını ve yerleşmesini kolaylaştırır.

*Yazıdaki tüm alıntılar Levent Dölek’in sözü edilen yazsından alınmıştır.