Çanakkale geçildi!

“Çanakkale geçilmez!” Türkçe’nin anlamı en çabuk kavranan deyimlerinden biri olmuş durumda bu söyleyiş. Biraz eski bir deyiş olsa bile, “Çanakkale müdafaası” (savunması) da çok kolay anlaşılabilen bir içeriğe sahip. Ölümüne savunmak demek. O yüzden “Çanakkale geçilmez!” Öylesine bir azim gösterir bu deyimlerin anlattığı ruh durumu. Futboldan siyasete sayısız yerde kullanılmıştır “Çanakkale geçilmez!”

Ardında ne yattığı da belli: 1915 Çanakkale savaşında Osmanlı ordusunun yaptığı savunma konusunda Türkiye insanında var olan genel duygu ve inanç. Teknolojik olarak kendisinden üstün bir orduya karşı “iman” yoluyla direnme, savunma, kazanma, yurdunu koruma, Çanakkale’den söz edildiğinde sadece Türklerin değil orada onlarla birlikte çarpışan Kürtlerin de aklına gelendir. 1915 Şubat ayında başlayıp 1916 Ocak ayında sona eren bu savaş Cihan Harbi sırasında Osmanlı’nın kazandığı en büyük zafer olarak görülür. Başka zaferler yok değildir, ama Çanakkale’nin yeri ayrıdır: Cihan Harbi’nin kaderi bakımından çok büyük bir rol oynamıştır; üstelik Britanya ve Fransa emperyalizmlerinin birleşik bir taarruzuna karşı bir direniştir. En önemlisi de Çanakkale düşseydi, başkent İstanbul’un yolunun açılacağı gerçeğidir. İstanbul bir bakıma Cihan Harbi’nde Osmanlı’nın şah damarıdır. İstanbul düşerse Türklerin Anadolu’daki varlığı büyük bir darbe yiyecektir, belki de sona erecektir. Filistin elden çıkabilir, Erzurum düşebilir, Yemen’den fedakârlık edilebilir, ama İstanbul düşerse… Bu yüzden “Çanakkale geçilmez!” böylesine efsanevi bir başarının simgesi haline gelmiştir.

23 Nisan’da bu sitede bir yazı yayınlandı. Başlığı şuydu: “Çanakkale: Yitirdiklerimize hürmet, savaş çıkartanlara lanet!” Bu yazı esas olarak Çanakkale’nin yaygın olarak iddia edildiğinin ve geniş kitlelerce inanıldığının aksine bir  “yurt savunması” karakterini taşımadığını iddia ediyordu: Cihan Harbi, Avrupa’nın büyük emperyalist uluslarının dünyayı paylaşma konusunda birbirlerine girmesinin bir sonucudur diyordu. Osmanlı emperyalist değildir (hatta tersine yarı-sömürgedir), ama Osmanlı’nın bu savaştaki rolü emperyalist bir roldür. Enver Paşa önderliğindeki İttihat ve Terakki hükümeti, yeni yükselmekte olan Türk burjuvazi adına, çökmekte olan imparatorluğu kurtarmak amacıyla Asya’da Rusya ve Britanya’nın yönetiminde yaşamakta olan halkları fethetme rüyasının peşine düşmüştür. Emperyalist savaşın amacı dünyayı paylaşmaksa, bu da tanım gereği paylaşımdır! Öyleyse Osmanlı’nın Cihan Harbi’ndeki konumu, ekonomik gelişmesi bakımından emperyalist olmaktan uzak olan bir ülkenin siyasi açıdan savaşın emperyalist karakterini, en ufak bir sapma olmaksızın, bütünüyle taşımasıdır.

Osmanlı Cihan Harbi’nde emperyalist bir konumda ise, şayet hesapsızca dünyanın yağmalanmasına çıktıysa, başka halkları boyunduruğu altına alma peşinde ise, o zaman Çanakkale’ye “yurt savunması” denemez. Her “muharebe” daha genel bir “harp”in yalnızca bir merhalesidir. Her büyük harp birbirine zincirleme bir şekilde bağlı bir dizi muharebenin karmaşık bir bütünüdür. Önemli olan “harp”in karakteridir, tek tek muharebelerin değil. Harp, bir savaşın neden çıktığını anlamak ve amaçları teşhis etmek bakımlarından tek referans noktasıdır. Muharebeler sadece harbin kazanılması ya da yitirilmesi yolunda birer aşamadır.

Şayet Osmanlı’nın Cihan Harbi’ndeki konumu dünyanın çeşitli halklarını ve bölgelerini boyunduruk altına almaya yönelikse o zaman Çanakkale yurt savunması olamaz. Çanakkale yurt savunması ise Mısır’ın yeniden fethi çabası nedir? Romanya’nın bütün savaş boyunca işgal edilmesi ne anlama gelir? Osmanlı ile hiçbir zaman bağı olmamış, Ukrayna toprağı Galiçya’da Osmanlı ordularının çarpışmasının manası nedir?

İki aile arasında kavga çıkıyor. Biri ötekinin bağını bahçesini talan etmekte, çevre köylere saldırmakta. Diğeri de ilkinin evini basıyor. Evdekiler isyan ediyor: “Haneye tecavüz!” İnsana sormazlar mı, o zaman senin elin evinde ne işin var diye?

Halk bunun gayet iyi farkındaydı. Kodamanların çıkarları uğruna savaş mühimmatı olduğunu seziyor, heyecan duymuyordu. O dönemin ünlü Tokat türküsü “Ah on beşli, on beşli” tanığımız olsun. “On beşli” burada o dönem hâlâ kullanılmakta olan Hicri takvimin 1315’idir. Yani yeni takvime göre 1899-1900 doğumlulardır “on beşli”ler. Şöyle der türkü: “Ah, on beşli on beşli/ Tokat’ın yolları taşlı/ On beşliler gidiyor/ Kızların gözleri yaşlı”. Ağıt yakar genç erkeklere, hüzünlenir genç kızlarla birlikte.

Demek ki çok yüceltilen Çanakkale yurt savunması değil, bir karşılıklı yağma savaşının kendi başına bir şey ifade etmeyecek bir merhalesidir.

Bunu saptadıktan sonra işin bir başka yönüne de bakalım. Diyelim ki, Çanakkale yurt savunmasıdır. Unutalım söylenenleri. Peki başarılı bir yurt savunması mıdır?

Bir kısa parantez

Önce bir küçük parantez açmamıza izin verilsin. Stalinistler “Halk Cephesi” kavramını pek yüceltirler. 1930’lu yıllarda faşizmin azgınlaştığı dönemde anti-faşist mücadele açısından çok başarılı bir ittifak biçimi sayarlar halk cephesini. Biz devrimci Marksistler ise işçi sınıfı partileri arasında kurulacak bir Birleşik İşçi Cephesi yerine bu işçi partilerini burjuva partileriyle birleştiren Halk Cephesi deneyimlerini, sınıf mücadelesinde korkunç bir geri adım olarak kabul eder, devrim koşullarında savunulduğunda ise karşı devrimci olarak niteleriz. Stalinistlerin buna karşı iddiası faşizme karşı en geniş cephenin kurulmasının haklı olduğudur.

Tartışmanın başka ve çok önemli boyutlarına girmeden pratiğin sınavına gelelim. 1930’lu yılların iki ünlü Halk Cephesi deneyimi İspanya ve Fransa’da ortaya çıkmıştır. İspanya’da Halk Cephesi işçi-köylü devrimini durdurarak faşizme karşı verilmekte olan iç savaşın yitirilmesine yol açmıştır. Stalinistler bu deneyimi “elden gelen her şey yapıldı, ama kaybedildi” diyerek karşılamıştır hep. İspanya yenilgiyle sonuçlandığı için Halk Cephesi yönelişinin başarısı ya da doğrulanması olarak gösterilemez, gösterilmemiştir de.

Ama Fransa başka. Faşizm 1930’lu yıllarda Almanya, İtalya ve İspanya’daki kadar güçlü olmasa da Fransa’da da güç kazanmaktaydı. Fransız sosyal demokratları ve Stalinistleri faşizme karşı bir birleşik işçi cephesi kurmak yerine bir burjuva partisini de yanlarına alarak bir Halk Cephesi inşa ettiler. Bu cephe 1936’da bir oy patlaması ile iktidara geçti. İşçi sınıfı bu zaferin yarattığı atmosfer içinde o ana kadar tarihin gördüğü en büyük genel grevi düzenledi. Doğan devrimci dinamiği sosyal demokratlar ve Stalinistler öğüttüler. Devrimci dinamik yerini belirli haklar elde etme mücadelesine bıraktı Stalinistler zafer sarhoşluğu içindeydi. Geniş cephe politikası doğru çıkmıştı. Faşizmin etkisi püskürtülmekle kalmamış, proletarya yepyeni kazanımlar elde etmişti.[1]

Aradan üç yıl geçti, İkinci Dünya Savaşı başladı. Nazi Almayası Fransa’yı bir yıldırım savaşı ile kuzey bölgesinden işgal etti. Paris savaş boyunca Nazi çizmesi altında kalacaktı. Ülkenin Güney yarısında, başkenti Vichy kenti olmak üzere, bir bağımsız Fransa vardı. Ama başına geçen Mareşal Pétain yönetiminde bu bağımsız Fransa da bütünüyle Nazi işbirlikçisi, faşizan bir yönetim altında kaldı savaş sonuna kadar.

1936’da işçi sınıfı hem sandıkta, hem grevde kudretini ortaya koymuştu. Ama önderliği onu burjuvaziye tutsak kılmış, daha ileri yürümesine izin vermemişti. Bu aşamada bu Halk Cephesi yaklaşımı faşizme karşı başarılı bir yöneliş olarak sunulmuştu. Sadece üç yıl sonra ülke kuzeyinde Nazi çizmesi, güneyinde faşizan, Nazi işbirlikçisi bir yönetimin sultası altına giriyordu. Şimdi buna başarı denir mi?

Ekleyelim: Fransa’yı Nazi işgalinden (ve Mareşal Pétain’den) Fransız Komünist Partisi başta olmak üzere işçi örgütlerinin hâkim olduğu Résistance (Direniş) hareketinin kahramanca partizan (gerilla) mücadelesi kurtaracaktır. Burada burjuvaziyle ittifak değil, işçi sınıfının güçleri belirleyicidir. Halk Cephesi iflas etmiş, proletaryanın mücadelesi kazanmıştır.

Ya Çanakkale?

Yukarıda Çanakkale savaşının merkezinde İstanbul’un işgali olduğundan, savaşın kaybedilmesinin İstanbul’un işgali anlamına geleceğinden, Osmanlı’nın başkentinin düşmesi halinde ise artık yüzyıllardır Türklerin yurdu haline gelmiş olan Anadolu’da bir Türk devletinin kolay kolay ayakta kalamayacağından söz edildi. Çanakkale geçilmez! Çanakkale savaşında verilen mücadele bu sayede ülkenin başkentini korudu. Bu yüzdendir ki Çanakkale büyük bir zafer olarak görülür.

Ocak 1916’da Britanya ve Fransa emperyalistlerinin orduları Çanakkale önünden bütünüyle çekilmiştir. İstanbul kurtulmuştu! Kasım 1918’de ise İtilaf devletlerinin askeri güçleri İstanbul’a girdi. İstanbul işgal edilmişti!

Arada, yukarıda ele aldığımız Fransa Halk Cephesi örneğinden de kısa, iki buçuk yıllık bir süre var. Üstelik bu işgal başlangıçta ülkenin iç işlerine daha az karışırken, Anadolu’da Milli Mücadele başladıktan sonra, Meclis-i Mebusan 1920’nin Ocak-Şubat aylarında Misak-ı Milli’yi kabul edince, azıttı. İstanbul ablukaya alındı, Meclis kapatıldı, bir dizi önde gelen insan işgal kuvvetlerince katledildi. İstanbul’un işgali 6 Ekim 1923’e kadar sürdü.

Peki ülkenin başkentini ve Türklerin ve onlarla ittifak içindeki Kürtlerin yaşadığı toprakların bir bölümünü kurtaran ne oldu? Çeşitli güçlerin siyasi ve askeri faaliyetlerinin (Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri, işgale karşı ülkenin çeşitli yerlerinde oluşan çeteler, Kuvayı Seyyare adını alan gerilla güçleri, en önemlisi Yeşil Ordu) merkezileştirilmesiyle Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin ve ona bağlı bir düzenli ordunun kurulması. Bu aşamada Türk’ün ve Kürt’ün ortak mücadelesi artık bir “yurt savunması” karakteri kazanmıştı: Müslüman halkların çoğunluğu oluşturduğu topraklar savunuluyordu ve başka topraklar üzerinde hak iddia edilmiyordu. Somut sınırlar bu tür tartışmalarda önemli değildir. Yanlışlar olabilir. Önemli olan yeni Türkiye’nin ne Cihan Harbi patladığında Osmanlı toprağı olmayan yerler üzerinde (Romanya, Galiçya, İran, Afganistan, Mısır), ne de hatta Osmanlı toprağı olan ama nüfusu Anadolu halklarından farklı olan yerler üzerinde (esas olarak Arap yarımadası) hak iddia etmiyor oluşuydu.

İstanbul savaşın sonunda işgal edildiğine göre, Çanakkale geçilmişti! Biraz gecikme ile de olsa. Emperyalist paylaşım kavgasına giren Osmanlı başkentini bile yitiriyordu. Çanakkale bir muharebe olarak askeri bakımdan yenilgi olmayabilir. Ama bir bütün olarak bakıldığında Osmanlı açısından yüz kızartıcı bir savaş olan Cihan Harbi’nin bir merhalesi olarak onun hezimetinin damgasını taşır.

Bu kadar yüz kızartıcı bir harbin bir muharebesini savunmak kimseye şeref getirmez. Kimi 90 bin ölü, 150 bin yaralı diyor. Kimi (mesela 5. Ordu Komutanı Alman General Liman von Sanders) 200 bin olarak veriyor ölü sayısını.

Çanakkale Savaşı’nın Britanya tarafındaki baş mucidi Winston Churchill, o dönemde ülkesinin Bahriye Nâzırı, Deniz Kuvvetleri Bakanı. Yıllar sonra 1959’da İstanbul’a geliyor. Hem de deniz yoluyla. O, ünlü purosunu tüttürerek, belki de şarapla keyiflenmiş Çanakkale Boğazı’ndan geçerken o yamaçlarda dünyanın dört bir köşesinden ve Anadolu’dan 16-18 yaş arası on binlerce, belki de yüz binlerce genç boğazın iki yakasındaki yamaçlarda toprak altında yatıyordu. İşte emperyalist savaş budur!

Gerçek sitesinde yayınlanan, başta sözünü ettiğimiz yazının başlığında söyleneni tekrarlayalım: Ölenlere, sadece Osmanlı ordusu askerilerine değil, Anzac’lara da, ötekilere de hürmet. Bu yağma savaşını başlatan herkese lanet!

İşte Ermeni soykırımının üzerini örtmek için bu gereksiz katliam şölenini kullandılar bu sene!

 



[1]Fransa’da Halk Cephesi ve genel grev üzerine Türkçe’de çok değerli bir kaynak mevcuttur: Jacques Danos/Marcel Gibelin, İşçi Sınıfı Araf’ta. Devrimin Kıyısında Fransa, Haziran 36, çev. Ahmet Arslan, İstanbul: h2o kitap, 2013.