Balkan Harbi: 1908 devriminin “Termidor”u

Bundan tam yüz yıl önce, 1912 yılı sonbaharında, Osmanlı tarihine geçmiş adıyla Balkan Harbi başlamıştı. Balkan Harbi iki ayrı savaştan oluşur. İlkinde, Balkan halkları yüzyıllardır sürmekte olan Osmanlı boyunduruğundan kesin olarak kopmak amacıyla bir ititfaka gitmişlerdir. 8 Ekim 1912 ile 30 Mayıs 1913 arasında yaklaşık dokuz ay süren Birinci Balkan Savaşı’nın sonunda, ünlü “Midye-Enez hattı”nın batısında kalan (Edirne de dâhil) bütün Balkan toprakları (ve birtakım Ege adaları) Osmanlı’nın hâkimiyetinden çıkmış ve Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ’dan oluşan müttefikler arasında paylaşılmıştır. Ama Makedonya üzerinde anlaşmazlığa düşen müttefikler, Birinci Balkan Savaşı’nın bitmesinden sadece iki ay sonra bu sefer birbirleriyle kozlarını paylaşmaya girişmişler, eski düşmanları arasındaki bu İkinci Balkan Savaşı’ndan yararlanan Osmanlı Edirne’yi geri almayı başarmıştır. Balkan Harbi, gerek dünyanın gerekse Osmanlı’nın tarihinde önemli yer tutar. Balkanlardaki ihtilaflar, Avrupa çapında gelişmekte olan emperyalistler arası rekabetin 1914’te I. Dünya Savaşı’na dönüşmesinde kıvılcım rolü oynayacaktır. Osmanlı’da ise Balkan Harbi, 1908 Jön Türk devriminin kisve değiştirmesine, gericileşmesine, Türk milliyetçiliğinin batağına saplanmasına yol açacak, bu yeni yöneliş ülkenin I. Dünya Savaşı’nın taraftlarından biri haline gelmesiyle ve 1915’te Ermeni soykırımıyla sonuçlanacaktır.

Balkan Harbi’nin travması

Balkan Harbi, Osmanlı’nın Avrupa kıtasındaki varlığının ortadan kalkması ile sonuçlanan uzun bir sürecin parçası olarak ortaya çıktı. İmparatorluk, Yunanistan’da 1821-1829, Sırbistan’da ise 1804-1835 arasında yaşanan ayaklanma, devrim ve bağımsızlık savaşlarından sonra bu ülkelerin büyük bölümü üzerindeki hâkimiyetini 19. yüzyılda zaten kaybetmişti. Bulgaristan ise 1878’den itibaren özerk bir devlet olmuştu.

20. yüzyıl başının büyük kayıpları Girit’in bağımsızlaşması (1898) ile açıldı. Bunu, 1908 devriminin hemen ardından Bulgaristan’ın bağımszlığını ilan etmesi ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhak etmesi izledi. 1908 devriminin kendisi de Makedonya ve Arnavutluk’ta ayaklanmaların ürünü olmakla birlikte ilk evresinde Osmanlı halklarını birleştirici bir rol oynadı.

1908 devrimi ile birlikte Osmanlı halkları arasında doğan kardeşlik havası, birkaç yıl hiçbir toprak kaybı korkusu yaşanmamasını getirdi. Bu atmosfer 1911’de İtalyan emperyalizmi Osmanlı’nın (19. yüzyılda Cezayir ve Tunus’u Fransa’ya, Mısır’ı ise Britanya’ya kaptırdıktan sonra) Kuzey Afrika’da kalan son toprağı olan Trablusgarp ve Bingazi’yi, yani bugünkü Libya’yı işgal etmesiyle bozulacaktı. İtalya, Trablus savaşının ikinci aşamasında da Rodos ve On İki Ada’yı da ilhak edecekti (Nisan-Mayıs 1912). 1908’in büyüsü bozulur gibi olmuştu, ama yine de taarruz bütünüyle bir dış emperyalist güçten geliyordu. Balkan Harbi ise, bağımsız devletlerce ilan edilmiş olsa da, aslında Balkanlarda yüzyıllardır Osmanlı hâkimiyetinde yaşamış halkların ulusal kurtuluş yolundaki “son kavgası” idi.

Bozgunun boyutları

Her biri tek başına ele alındığında Osmanlı’ya göre askeri bakımdan çok zayıf olması gereken Balkan devletleri (Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ) birleşince ciddi bir güç oluşturdular. Ama daha önemlisi, bu ülkelerin askerleri bir ulusal kurtuluş davası için çarpışıyordu. Osmanlı askeri ise ne için ölmeye gittiğini bile bilmiyordu. Bazısına savaşa gittiği söylenmemişti bile. Anadolu kökenli asker, Balkanlar için neden çarpıştığını kolay kolay anlayamıyordu. Elbette birçok başka faktörün de etkisiyle, Osmanlı ordusu çok kısa süre içinde bütün Balkan topraklarını yitirecekti.

Bozgunun boyutlarını anlayabilmek için bazı noktaları vurgulamak gerekir. Bütün Balkan topraklarında sadece üç kale, Yanya, İşkodra ve Edirne düşmana bir süre için direnebilmişti. Üsküp, Selanik, Manastır, Resne ve bir dizi başka şehir kendi halklarının talebi üzerine yabancı ordulara teslim ediliyordu. Nüfusunun önemli bir bölümü Müslüman olan bu kentler arasında Selanik Jön Türklerin kalesi idi. Resne, “Hürriyet kahramanı” Kolağası Niyazi’nin memleketi idi. Bunlar yetmiyormuş gibi, Arnavutlar da kendi aralarındaki Müslüman-Hıristiyan anlaşarak bağımsızlık için ayaklanıyordu. Yunanistan gibi küçük bir ülke Ege Denizi’nde Osmanlı donanmasına karşı bariz bir üstünlük kuruyor, İtalya tarafından ilhak edilen On iki Ada ve Rodos dışındaki bütün Ege adalarını ele geçiriyordu. Edirne, muzaffer ülkeler İkinci Balkan Savaşı’nda birbirlerine girene kadar yitiriliyordu. En önemlisi, Balkan ordularının Çatalca’ya kadar gelmesi idi. İstanbul halkı savaşın top seslerini günlerce işitecekti. Ancak Çatalca’da çok güçlü bir savunma yapılmış olmasıdır ki, “pâyitaht”ı kurtarıyordu!

Balkan Harbi, Osmanlı’nın millet-i hâkimesi Türklerde, imparatorluğun, hatta devletin bütünüyle elden gideceğine dair bir korku yaratmıştır. Osmanlı’nın bütün etnik unsurlarına dayanarak ileri doğru yürüyebileceğine ilişkin projelere büyük bir darbe indirmiştir. 1908 devriminin çokuluslu bir Osmanlı devleti inşası programını terk ederek koyu ve gerici bir Türk milliyetçiliğine batmasına yol açmıştır. Bu toprakların tarihi için Osmanlı’nın bazı sömürge topraklarını yitirmesinden çok daha büyük bir önemi vardır.

 

1908 devrimi: Hürriyet Devrimi’nden soykırıma

Türkiye topraklarında yaşanan ilk burjuva devrimi olan 1908 devrimi, daha sonraki 1919-1923 devriminden, hem büyük halk kitlelerinin devrimde yoğun olarak yer almasıyla, hem de çokuluslu karakteri ile ayrılıyordu. Anadolu ve Balkanlar’da 1904-1905’ten itibaren yaşanan vergi isyanlarından asker ayaklanmalarına kadar birçok olay, ülke çapında köylülüğün büyük bir huzursuzluk içinde olduğunu ortaya koyuyordu. 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra ise iki ay boyunca, eşi tekrar ta 1960’lı yıllara kadar görülmeyecek bir grev dalgası büyük kentleri sarmış ve genç işçi sınıfının devrimin bir parçası olduğunu ortaya koymuştur.

İşin ulusal boyutuna gelince: “Jön Türk devrimi” nitelemesi, bu devrimi adlandırmak için yetersizdir, çünkü bu isim devrim sadece “Türk”lere aitmiş gibi bir çağrışım yapar. Oysa, ayaklanma her şeyden önce Makedon devrimci hareketinin 1903 ayaklanmasının bir devamıdır. Ermeni devrimci örgütlerinin Abdülhamid istibdadına karşı faaliyetlerinin bir ürünüdür. 1908 yılında patlak veren Arnavut isyanının kışkırttığı bir olaydır. Enver ve Niyazi Bey’ler ancak bütün bunlar biriktiği için dağa çıkmışlardır.

1908 devrimi bütün bu özellikleri dolayısıyla en iyi, kendi kullandığı “Hürriyet” kavramıyla, “Hürriyet Devrimi” olarak anılabilir. (O dönemde kimse “II. Meşrutiyet’in ilanı” demiyordu. Onyıllar boyunca 24 Temmuz 1908, “Hürriyetin ilanı” olarak anıldı.) Bu isim şundan da uygundur: 1908 devrimi ülkeye birkaç yıl için de olsa imparatorluğun farklı halkları arasında bir kardeşleşmenin ve birlikte daha demokatik bir geleceği inşa çabasının önünü açmıştır. Enver ve Niyazi Bey’ler, 24 Temmuz günü, daha birkaç ay öncesine kadar dağlarda kovaladıkları Makedon devrimcilerle kucaklaşıyordu. İttihat ve Terakki, istibdada karşı Ermeni devrimci örgütleri Hınçak ve Taşnak ile el ele mücadele ediyordu. Devrime karşı ünlü 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu’nda Makedonyalılar ve Bulgarlar da vardı.

Büyük dönüş

Balkan Harbi, Hürriyet Devrimi’nin kendi burjuva zemininde kalmakla birlikte geri çekilmesi, muhafazakârlaşması ve çokuluslu karakterinin tahrip olması anlamına gelmiştir. Bunun Balkan halklarının Osmanlı bünyesinde yaşamak istememesine bağlanması doğru değildir. Balkan Harbi birçok devleti kapsar ama aslında iki coğrafya üzerinden verilmiştir. Biri Makedonya’dır, ikincisi Arnavutluk. Makedon devrimci hareketi, 1908’den 1910’a kadar İttihatçıların ne yapacağını görmek üzere silahlarını bırakır, politik çalışmaya geçer, ama onların dogmatikçe merkeziyetçi tavrını görüp özerkliğin bile sözünün edilmesine karşı çıkmaları dolayısıyla yeniden silahlı mücadeleye döner. Arnavutlar 1908 isyanından sonra bir süre beklerler, ama hiçbir gelişme olmayınca 1912’de yeniden ayaklanırlar. İttihat ve Terakki hükümeti bu ayaklanmayı çok sert yöntemlerle bastırmaya girer. Yani Balkan halklarıyla İttihatçılar arasındaki barışı dinamitleyen, gerçekte bu sonuncuların aşırı merkeziyetçi tutumu olmuştur. Ama bunun bedelini İttihatçılar Temmuz 1912’de, Halâskâr Zabitan adıyla kurulan bir örgütün darbesi ile iktidardan uzaklaştırılmakla ödemişlerdir.

Bundan üç ay sonra, Ekim 1912’de başlayan Balkan Harbi, Osmanlı devletini yüzyıllardır aynı zamanda bir Balkan devleti iken dokuz ay içinde (başlangıçta Edirne’yi bile yiritirecek şekilde) Balkanlardan kovması dolayısıyla yarattığı travma temelinde İttihat ve Terakki’de muazzam bir dönüşüme yol açmıştır. İttihatçılar, savaşın orta yerinde, 23 Ocak’ta ünlü Babıali baskınını düzenlemişler ve ellerinde tabancalarla hükümeti değiştirmişler, kendilerinden yana Mahmut Şevket Paşa hükümetini kurdurtmuşlardır.

Görüldüğü gibi, devrimin atmosferi değişmiştir. Altı ay içinde iki karşıt darbe, İttihatçıları önce iktidardan düşürmüş, sonra iktidara getirmiştir. Artık 1908’in “hürriyet” atmosferinden, onu izleyen dönemin serbest seçimlerinden giderek iz kalmayacaktır. Sınıf sorununu (proletarya ve köylülük) kendi geç kalmış burjuva karakteri dolayısıyla zaten görmezlikten gelen Hürriyet Devrimi, şimdi demokratik biçimlerden de uzaklaşmaya başlamıştır.

Bundan daha kötüsü, iktidara despotik yöntemlerle tutunmaya başlayan İttihatçıların çokuluslu bir burjuva devleti inşasından vazgeçerek Türkçülüğe yönelmesidir. 1913, “Milli İktisat” denen dönemin resmen açılması olmuştur. Bu dönem, Müslüman hâkim sınıfların gayrimüslimler aleyhine sermaye birikiminde öne geçirilmesi amacıyla sayısız tedbir alındığı dönemdir.

İttihat ve Terakki, I. Dünya Savaşı’nı “ileriye doğru bir kaçış” fırsatı olarak görmüş, Almanya’nın himayesinde Orta Asya’yı fethetmek üzere savaşa girmiştir. Artık milliyetçiliğin ötesinde pan-Türkizm, İttihatçılığın başka bütün yönlerini gölgede bırakmış durumdadır. Bu savaş macerasının Osmanlı ülkesi için maliyeti milyonlarca asker ve sivil ölü, milyonlarca sakat ve yaralıdır; devlet ise savaşın sonunda genişleme hayallerinin gerçekleşmesi yerine batmak üzeredir.

Savaşın politikanın başka yöntemlerle devamı olduğu görüşü, bazen iç politika için de doğrudur. Barış zamanında Müslüman hâkim sınıfları, Rum, Ermeni, Yahudi ve Levanten burjuvazi aleyhine politik yöntemlerle güçlendirmeye çalışan İttihat ve Terakki, I. Dünya Savaşı başlayınca, özellikle Ermenilere karşı bu yaklaşımı askeri yöntemlerle yürütmeye yönelmiştir. 1915 Nisan ayında tehcirle başlayan ve iki yıl içinde Anadolu’daki Ermeni varlığını neredeyse kökünden yok eden soykırım, işte bu milliyetçi politikanın ürünüdür.

Termidor

1908’den 1913’e kadar, sınıf sorununu sadece burjuvazinin çıkarları açısından ele almakla birlikte çokuluslu bir burjuva devletini nispeten demokratik yöntemlerle inşa etmeye girişmiş olan Hürriyet Devrimi ve en onun güçlü önderliği İttihatçılık, 1913’ten dünya savaşının yitirilmesiyle birlikte önderlerinin ülkeden kaçtığı 1918’e dek gerici ve kıyıcı bir Türk milliyetçisi politika izlemiştir. Hürriyet Devrimi’nin de, İttihatçılığın da tarihi, böylesine kesin bir biçimde iki karşıt evreye ayrılır. Arada ise Balkan Harbi vardır.

İttihat ve Terakki, 1913’te burjuva devrimcisi karakterini yitirmemiştir. Burjuva bir devletin inşası ve kapitalizmin Osmanlı topraklarında gelişmesi yolunda çaba devam etmektedir. Yani İttihatçılık bu büyük dönüşüm ile karşı-devrimci olmuş değildir. Burjuva devriminin zemini üzerinde kalmakla birlikte katılaşmış ve despotlaşmıştır. Devrimin amaçlarını karşı devrimin yöntemleriyle gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Siyasi tarihte buna “Termidor” denir. Yani devrim içinde gericileşme. İşte Balkan Harbi, Hürriyet Devrimi’nin Termidoru rolünü görmüştür.

 * * *

Termidor nedir?

“Termidor” 1789 Fransız devrimi ile siyasi literatüre yerleşmiş bir terimdir. 1793’e kadar, burjuva devriminin en ileri kanadı olan ve büyük ölçüde kentlerin baldırı çıplaklarına, yani emekçilerine yaslanan Jakobenler, bu tarihte Napolyon Bonapart tarafından iktidardan düşürülür. Bonapart, bir yandan kendini imparator ilan edecek kadar geri yöntemleri benimserken, bir yandan da devrimin kazanımlarını, özellikle serfliğin ilgasını orduları aracılığıyla bütün Avrupa’ya yaymaya girişmiştir.

O zamandan beri, devrimin sınıf zeminini terk etmemekle, yani eski rejimin ve devrilen sınıfın yanına geçmemekle birlikte, devrimin canlılığını durduran, gerici ve despot bir yönetim yoluna sapan iktidar oluşumlarına “Termidorcu” denir. Bunun en belirgin örneği Sovyetler Birliği’nde Stalin yönetimidir.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ağustos 2012 tarihli sayısında yayınlanmıştır.