60. yılında Çin Devrimi'nin görkemi ve trajedisi

"Geçen 60 yıl Çin'in ancak sosyalizmle kurtulabileceğini, sosyalizm ile Marksizm'in ise ancak reform ve dışa açılmayla gelişebileceğini göstermiştir... Çin, kendi gücüne dayanarak görkemli bir zafer senfonisi yarattı. Bugün kapısını tüm dünyaya açarak modernleşme yolunda güzel yarınlara doğru büyük adımlarla ilerleyen sosyalist Çin, dünyanın doğusunda sapasağlam ayakta durmaktadır."

1 Ekim 1949'da Tiananmen Meydanı'nda Mao Zedung, Başkan sıfatıyla Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ilan etmesinin üzerinden 60 yıl geçti. Aynı meydanda gerçekleştirilen kutlamalar dev bir askeri geçit törenine ve geçen zaman zarfında Çin'de tüm iktidarı avucunun içinde toplayan bürokratik kastın klasik bir gövde gösterisine sahne olurken Çin Halk Cumhuriyet'inin 6. Başkanı Hu Jintao yukarıdaki sözlerle özetledi Çin devrimini.

Hu Jintao'nun bu sözleri 1949 devriminin hem görkemini hem de trajedisini yansıtıyor. Gerçekten de 60 yıl önce Tiananmen Meydanı'nda emperyalizmin, burjuvazinin ve ağaların pençesinde yozlaşmaya yüz tutmuş büyük bir uygarlık yeniden ayağa kalkıyor ve 20. Yüzyılın ilk yarısını kapsayan ulusal devrimlerinin nihayet zafere ulaşmasını kutluyordu. Bu ulusal devrim ki, yüzyılın başından itibaren burjuva düzenin sınırları içindeki tüm kurtuluş yollarını denemiş ama gerçek kurtuluşa ancak sosyalist devrimle ulaşabilmiştir. Bununla birlikte aynı Çin Devrimi ve bu devrimde sosyalizm ve Marksizm ile ilgili olan ne varsa reform ve dışa açılma adı altında bugün onu görkemli askeri törenlerle kutlayan bürokrasinin eliyle boğulmuştur.

Çin uygarlığı, imparatorluklarda görülen biraz burnu büyük bir tavırla ülkesini "merkez dünya" olarak tanımlamıştır. O görkemli uygarlık, batı emperyalizmi tarafından yozlaştırılmış, uyuşturucu müptelası yapılmış, köleleştirilmiş ve "dünyanın doğusu"ndaki klasik bir yarı sömürge haline getirilerek çökertilmişti. 19. YY. ortalarındaki Afyon savaşlarından 1949 devrimine kadar bir asır boyu süren mücadele ile Çin uygarlığı tekrar ayağa kalktı. 1949 devrimi "Dünyanın merkezi"ndeki topraklarda dev bir tarım reformu gerçekleştirdi. 1949'dan 1979'a kadar yüz milyonlarca köylüyü halk komünlerinde birleştirdi, emperyalizmi ülkeden kovdu, ekonomide patronların hakimiyetine son verdi. Planlı ekonomi ve devlet mülkiyeti temelinde dünyanın en kalabalık nüfusu içinde işsizlik belasını yendi. "Demir pirinç kasesi" adıyla dünyanın en kalabalık işçi sınıfı iş güvencesine sahip oldu. Bu Çin uygarlığı için sadece yeniden bir ayağa kalkış değildi büyük bir ileri atılımdı. Çünkü Çin uygarlığının görkemi tarih boyunca büyük yığınların sefaleti ile bir arada var olmuştur. 1949 devrimi bu kaderi yenerek çok kısa bir zaman için bile olsa Çin'i sadece küçük bir azınlığın değil geniş yığınların "merkez dünya"sı haline getirdi.

1979'da yani devrimin 30. yılında bürokratik kastın önderliğinde başlayan piyasa reformları ve dışa açılma hamlesi, yığınların koşullarını ve isterlerini hiçe sayan bir modernleşme ve ekonomik büyüme hedefini her şeyin merkezine yerleştirdi. Kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değildi önemli olan fare yakalamasıydı. Yani eğer ekonomik büyümeyi sağlayacaksa kapitalist yol da benimsenebilirdi. Çin Komünist Partisi bürokrasinin rengi belli olmayan bu yeni kedisinin adı "Çinli karakteristikleriyle sosyalizm" koyulacaktı. Bu kedi fare yakalamasına yakalayacaktı ama bu 1979'dan 2009'a kadar geçen 30 yıl "merkez dünya"nın sayısı bir buçuk milyarı bulan işçi ve köylü sakinlerinin tüm kazanımlarını kaybetmesi pahasına gerçekleşecekti. Dışa açılan Çin, yani "merkez dünya", bir asırlık mücadelenin ardından yeniden "dünyanın doğusu" haline geldi. Nihayet bugün bürokrasinin reformları sonucunda yoksullaşan ve yeniden köleleştirilen Çinli emekçi yığınlar üzerine basarak ve geçit yapan askerleri ve füzeleri selamlayarak "sapasağlam" duruyor Çin bürokrasisi...

Bugünden geriye bakıldığında Çin devrimi, emperyalizm çağında burjuvazinin, burjuva demokratik çerçevede bile olsa ulusun önündeki sorunları çözmeye muktedir olmadığının, toprak sorunundan, ulusal bağımsızlığa kadar burjuva görevlerin ancak burjuvazinin iktidardan men edilmesiyle mümkün olduğunun görkemli bir kanıtıdır. Bu anlamda Çin devrimi Trotskiy'in sürekli devrim teorisinin tarih sahnesinde doğrulanmasıdır. ÇKP ve Mao Zedung programlarını "yeni demokratik devrim" adı altında burjuva demokrasisiyle sınırlamış olsalar da sınıf mücadelesinin kendine özgü yasaları Çin'deki burjuvaziyi ulusal bağımsızlık ve toprak sorununda bir müttefik olarak değil aktif bir düşman olarak Çinli işçi ve köylülerin karşısına dikmiştir. ÇKP ve Mao Zedung iç savaş boyunca ABD emperyalizmi ile ittifak arayışları içinde olmuşsa da emperyalist finans kapitalin doğası gereği ABD, dost değil düşman olarak çıkmıştır devrimin karşısına. Nihayet Stalin bir işçi devletinin lideri değil de bir Rus Çarı gibi Çin'e yaklaşmış ve Yalta anlaşmasında Çin'den parsa toplamaya çalışmışsa da Ekim Devrimi'nin yarattığı sosyal ve ekonomik düzen (Stalinist yozlaşmaya rağmen) bir ulus olma kavgası veren Çin için tek kurtuluş yolu olarak belirmiştir. Böylece Çin Devrimi Ekim Devrimi'nin açtığı proleter devrimler çağının büyük bir deneyimi haline gelmiştir.

Tarihin ve sınıf mücadelesinin yasaları, ÇKP'yi, SSCB ile işbirliği yapmaya, burjuvaziyi mülksüzleştirerek ve devlet mülkiyeti temelinde planlı ekonomiye geçerek içeride devrimin sürekliliğini sağlamaya mecbur kılmıştır. Daha önce burjuvaziyle birlikte uzun bir "yeni demokrasi" dönemi tasarlayan Mao, 1 Ekim'den sonra yeni demokratik devrimin başarıldığını ve sosyalist uygulamalara geçmenin zorunlu olduğunu söylemek zorunda kalmıştır.

Tabii ki, devrimci Marksist sürekli devrim teorisi kendiliğindenci bir teori değildir. Sürekli devrimin zaferi ulusal ve uluslararası çapta devrimci program etrafında birleşmiş Leninist partileri gerektirir. Ne ÇKP ne de dönemin Stalinist yozlaşmaya uğramış Komünist Enternasyonali bu özelliklere sahiptir. Çin devriminin trajedisinin kaynağı esas olarak burada yatar.

1949 devrimi Üçüncü Çin devrimidir. Sun Yat-Sen'in adıyla özdeşleşen 1911 devrimi Monarşiyi yıkmış ama Cumhuriyet sadece isim olarak kurulmuştur. Çin'in hiçbir temel sorununu çözüme kavuşturamayan bu devrim kısa sürede bonapartist bir diktatörlüğe dönüşmüş ve Çin savaş ağaları ve emperyalist güçler tarafından parçalanmıştır.

İkinci Çin devrimi 1925'te Şangay'da meydana gelen büyük bir grevle başlamıştır. Sovyet tipi örgütlenmeler oluşmuş ve birçok işçi kenti kısa sürede işçilerin kontrolüne geçmiştir. Bu hareket içinde güç ve etki kazanan Çin Komünist Partisi bağımsız bir politik öncülük yapamamış, Çin'in burjuva milliyetçi partisi KMT'nin (Kuomintang) içinde bir sol kanat olarak var olmuştur. Bu, Komintern'in Çin politikasının ürünüdür. Komintern'in Çin politikası ise Rus milliyetçiliğinin bir sonucudur. Çünkü Stalin baştan itibaren Rusya'nın diplomatik çıkarlarını esas alarak KMT ile ilişki kurmuş ve ÇKP'nin bu ittifakı bozacak bir tutum almasını aktif biçimde engellemiştir. Sonuçta İkinci Çin devrimi işçi sınıfının ezilmesi ve burjuvazinin zaferiyle sonuçlanmıştır. Çin, KMT iktidarı altında birleştirilmiştir.

İkinci Çin devriminin Komünist hareket için en önemli sonucu ÇKP'nin siyasi hattının ve çalışmalarının merkezinin şehirlerden kırlara doğru kaymasıdır. Nitekim Mao'nun ÇKP içinde etkin bir konuma yükselmesi de bu dönemde olmuştur. Mao Zedung, geçmişte Komintern'in dikte ettirdiği politikayı bu sefer kendi inisiyatifiyle sürdürmüş KMT ile birleşik cephe politikası izlemiştir. Ancak ikinci birleşik cephede ÇKP gerek siyasi varlığı gerekse de askeri gücüyle bağımsız bir varlık gösterebilmiştir. İşçi partisi karakteri giderek zayıflayan ÇKP köylüleştikçe siyasi olarak da ulusal devrimci bir parti kimliğine bürünmüştür. İkinci Çin devriminde işçi sınıfının öz örgütleri başrolü oynarken 1949'da sahnede Mao'nun kızıl köylü ordusu vardır. Bu da üçüncü Çin devriminin yani 1949 devriminin kaderini belirlemiştir. Yığınların öz örgütleriyle oluşturduğu bir işçi devleti yerine kızıl orduya dayanan ve baştan bürokratik karakter taşıyan bir devlet yapısı oluşmuştur.

Japon işgaline ve KMT'ye karşı son derece başarılı bir askeri mücadelenin ürünü olan 1949 devrimi SSCB ile ittifak temelinde sosyalist bir inşaya yönelmişse de ÇKP'nin ulusal devrimci karakteri belirleyici olmuştur. ÇKP'nin ve Mao Zedung'un ulusal bağımsızlık ülküsü Stalinizm'in Çin'e yönelik milliyetçi politikalarıyla birleşince sosyalist inşa da sekteye uğramıştır. Mao Zedung SSCB'den kopma ve bağımsız olmaya öncelik tanımış bu politika Çin'i ABD'yle ittifaka kadar götürecek sürecin başlangıcı olmuştur.

Elbette ki bu süreç son derece sancılı olmuştur. Kültür devriminde kapitalist yolculara karşı mücadele adı altında SSCB'nin tüm etkileri Sovyet yanlısı kadroların yanı sıra tasfiye edilmiştir. Bu tasfiye süreci en önde gelen kapitalist yolcu Deng Şiaoping'in iktidara yükselişinin zeminini yaratmıştır. Sonra son 30 yıla damgasını vuran reformlar, dışa açılmalar, özelleştirmeler ve kapitalizmin restorasyonu ile birlikte ortaya saçılan işsizlik, yoksulluk ve yozlaşma...

Bugün dünya devrimi için kolları sıvayan bir devrimci Çin devriminin görkeminden kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelesi için güç ve ilham almalıdır. Bununla birlikte gerçekten devrimci Marksist ve Enternasyonalist bir işçi partisini hem ulusal hem de uluslararası ölçekte inşa etmenin devrimin kaderi açısından bir hayat memat meselesi olduğu dersini çıkarmalıdır. Dünya proletaryasının bu son kavgasında, kavgayı kazanmak için doğru program, doğru politika ve doğru örgütü hayata geçirmeyi, bu çok zor ama kaçınılmaz görevi hayata geçirdiğimizde mutlaka tarihin ve sınıf mücadelesinin yasaları yanımızda olacaktır. Çin devriminin zaferi ve yenilgisi bize bunu anlatıyor.