1968’in sosyalist anti-emperyalizmi: 6. Filo’yu denize dökmek

Bugün, 1968’in anlamı tartışılırken çok şey söyleniyor, ama 1968’in ana aktörü devrimci gençlik hareketinin anti-emperyalizminin pek az sözü ediliyor. Oysa Türkiye 1968'ine anti-emperyalist kitle eylemleri damgasını vurmuştur. Bu konuda en önemli sembolik olay, bundan tam 50 yıl önce 17 Temmuz 1968 günü, öğrencilerin İstanbul Dolmabahçe önünde demirlemiş 6. Filo’nun sahile çıkmış olan erlerini denize dökmesidir. Bu, 6. Filo'nun İstanbul limanına demirlemesinde sonun başlangıcı olacaktı. Dolmabahçe eylemi Türkiye devrimci hareketinin tarihinde şanlı bir sayfadır. Bugün emperyalizmin dünya çapında yeniden azgınlaştığı, bölgemizi karşı devrimci bir ateş içine attığı, bir dünya savaşının temellerini yeniden attığı bir dönemde tarihi mirasımız konusunda belleğimizi taze tutarak, Türkiye devrimci hareketinin bu geleneğini yeniden canlandırarak yaşatmak, işçi sınıfı sosyalistleri için somut bir politik görevdir.

60’lı yılların anti-emperyalizmi

Dolmabahçe’de ABD donanmasının erlerinin denize dökülmesi elbette bir boşluk içinde aniden ortaya çıkan bir eylem değildi. Devrimci gençlikte uzun süredir birikmekte olan bir öfkenin en etkili biçimde patlak vermesiydi. 1960’lı yılların başından itibaren Türkiye’nin ilerici gençliği politize oldukça emperyalizme karşı ciddi bir tepki geliştirmeye başlamıştı. Başlangıçta üniversite kantinlerinde Coca Cola’ya karşı eylemler, petrolün millileştirilmesi gibi daha etkili birtakım taleplerin desteklenmesi şeklinde biçimler alıyordu bu tepki.

İlk önemli kitle eyleminde öğrenciler işçilerle birlikte yer alıyordu. Kasım 1966’da Türk-İş Ankara’daki Amerikan üslerinde çalışan işçilere yapılan baskıları protesto etmek üzere bir miting düzenliyordu. Bu mitinge 1965’te eski düzenin örgütlerinden ayrılarak sosyalist bir doğrultuda oluşturulmuş Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) işçilerin yanı sıra katılıyordu. Bu gösteride “Kahrolsun Amerika!”, “Türkiye sömürge değildir!”, “Yankee go home!”, “İşçi gençlik el ele!” gibi sloganlar atılıyordu. Yürüyüş kolu Kızılay’a vardığında FKF gençliği Ankara’nın en merkezi yerinde olan USIS (ABD Enformasyon Merkezi) binasını kuşatarak protesto ediyordu. Daha sonra gelecek olayların bir ilk habercisi olarak başbakan Demirel’in Adalet Partisi’nin adamları ile devrimci gençler arasında bir kavga çıkıyordu. Sağ, emperyalizmin fedaisi rolünü üstlenmeye başlamıştı!

Bu eylemi, 1967’deki ilk 6. Filo protestosu izledi. 6. Filo, ABD ile Türkiye hükümetleri arasındaki çok yakın askeri ilişkilerin bir ifadesi olarak 60’lı yılların başlarından itibaren Türkiye limanlarına ikmal ve askerlerine moral gerekçeleriyle geliyordu. Elbette bu gerekçelerin ardındaki daha da önemli saik, Türkiye ve daha genel olarak Ortadoğu halklarına silah göstermekti.

Erler karaya çıktıklarında şehirde gürültülü biçimde dolaşıyor, o zamanlar “pavyon” adı verilen ve “konsomatris”lerin çalıştığı yarı batakhanelerde “eğleniyor”du. 6. Filo’nun geliş tarihi ilan edilir edilmez bu batakhaneler kapılarına “nays görlz, friş bir (güzel kızlar, soğuk bira)” türü duyurular asıyordu. O zamanlar Beyoğlu’nun arka sokaklarından birinde, Abanoz Sokağı’nda bulunan genelevler sağlık kontrolünden geçiyor, duvarlarına badana yapıyor, Amerikan ordusuna hazırlanıyordu. Kısacası, 6. Filo’nun ziyaretleri, biraz onuru olan insanlar için bir ulusal utanç vesilesi haline geliyordu. 1967 Haziran’ında düzenlenen ilk 6. Filo eylemine 10 binin üzerinde insanın katılması sorunun toplumda ciddi bir tepki aldığının kanıtıydı. 1968 Temmuz’undaki denize dökme olayının koşulları adım adım hazırlanıyordu.

Gençlik Milli Mücadele ile Che arasında

6. Filo’nun ulusal gururu yaralayan yanı apaçık olmakla birlikte, gençliğin anti-emperyalizminin daha etraflı, daha derin bir açıklaması da olmalıdır. Bu kadar ahlaksız bir durum olduğu halde sağcılar, muhafazakârlar, İslamcı çevreler olan bitene tepki göstermek bir yana, ABD’yi ve 6. Filo’yu sonuna kadar savunacaklardır!

Gençliğin anti-emperyalizmi, aslında eski tarz milliyetçi bir anti-emperyalizm ile yükselmekte olan sosyalist anti-emperyalizm arasında bir geçiş aşamasının ürünüydü. 1968 gençlik patlamasının kökleri, 27 Mayıs’a giden yolda üniversite ve Harp Okulu öğrencilerinin Menderes’in ve Demokrat Parti’nin kurmaya yöneldiği istibdada karşı verdiği mücadelede yatıyordu. 28 Nisan’da İstanbul Beyazıt’ta Turan Emeksiz’in 20. yüzyılın ikinci yarısının ilk hürriyet şehidi olmasıyla sonuçlanan öğrenci eylemleri, Ankara’da 5 Mayıs saat 5’te Kızılay’da buluşmak üzere düzenlendiği için 555K parolası ile anılan büyük gençlik eylemi ve başka olaylar, Demokrat Parti istibdadının sarsılmasının en önemli halkaları olacaktır. Her ne kadar, 27 Mayıs darbesi bu büyük eylemlerin üzerinde yükselse ve toplumun önemli kesimlerinin desteğini alsa da bu darbenin emperyalist düzene bağlılığını ilk andan itibaren ilan ettiği ve kurulu düzeni, burjuvazinin modern kanadının, yani yükselen sanayi burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda reformlarla pekiştirdiği unutulmamalıdır. Ama 27 Mayıs’ın Milli Mücadele dönemine, cumhuriyetin kuruluşunun ideolojik temalarına, aydınlanma değerlerine sahip çıkar görünümü, cuntanın daha ilk açıklamasındaki “NATO’ya ve CENTO'ya bağlıyız” beyanına rağmen, gençliği Kemalist ideolojinin biraz sol bir yorumuna cezp etmişti. 1964’te Türkiye hükümeti Kıbrıs’taki olaylara müdahale etmek istediğinde ABD başkanı Lyndon B. Johnson’ın başbakan İnönü’ye yolladığı aşağılayıcı mektuba cevaben “denge adamı” İnönü bile “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini bulur” dediğinde, gençliğin “milli” duygularının ayağa kalkması kaçınılmazdı.

Ne var ki, 60’lı yıllar ilerledikçe, gençlik hareketi yüzünü, biraz da dünya çapında yükselmekte olan devrimci mücadelelerin etkisi altında Kemalizmden sosyalizme doğru çevirdikçe, anti-emperyalizmi de daha evrenselci, daha enternasyonalist bir doğrultuya giriyordu. Dönem, Vietnam savaşının bütün dünyada ezilenlerin emperyalizmle mücadelesinin simgesi haline geldiği dönemdi. Dönem, Küba devriminin ABD’nin dev gücüne meydan okuyarak gençliğin hayranlığını topladığı, bu devrimin iki büyük önderinden biri olan Che Guevara’nın 1966’da Tricontinental adlı örgütün toplantısına “İki, üç, daha fazla Vietnam!” sloganıyla simgeleşen mesajını yolladığı dönemdi. Tarihin anlamlı bir rastlantısıyla, Che 1967 Ekim ayında Bolivya’da ikinci bir devrim mücadelesi içindeyken CIA tarafından katlediliyor, bunun sonucunda 1968 öğrenci hareketleri patladığında aynı Che bütün dünya gençliğine örnek oluyordu. Türkiye de bir istisna olmayacaktı. Öğrenci gençlik polis tarafından katledilen ilk şehidi Vedat Demircioğlu’nu da bu büyük eylemde yitiriyordu.

1968: Türkiye’de sosyalist anti-emperyalizm tarihe adımını atıyor

Coca Cola eylemleri bugün çocuksu görünebilir. Kısmen öyledir. Starbucks ve McDonalds’ı boykot ederek solculuk yaptığını hayal eden “alternatif küreselleşmeci” politik turizm gençliğine benzer bir yanı vardır. “Petrol millileştirilsin” kampanyası çok daha ciddidir, ama düzenin içinden gelmiş, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) iz bırakan genel müdürü İhsan Topaloğlu’nun adıyla özdeşleşmiştir. 6. Filo’nun denize dökülmesi öyle değildir. 6. Filo eylemi, devrimci gençliğin bir siyasi aktör olarak tarih sahnesine çıkışına paralel biçimde dünya çapında emperyalist sisteme meydan okumasının başlangıç noktasıdır.

Denize dökme eyleminden sadece bir ay önce, 12 Haziran 1968’de gençlik Deniz Gezmiş’in en önde yer aldığı bir eylemle İstanbul Üniversitesi’ni ve ardından İstanbul Teknik Üniversitesi’ni işgal etmişti. Bu eylem gençliğin devletle doğrudan doğruya karşı karşıya gelmesinin ve ülkenin siyasi hayatında bir aktör niteliği kazanmasının miladıdır. Gençlik, 27 Mayıs ile göbek bağını burada kesmiştir. Öyleyse, Dolmabahçe’de emperyalizmin askerlerinin denize dökülmesi olayı, 1960’lı yılların ilk yarısından beri fokurdamakta olan anti-emperyalist suyun, 1968 Haziran atılımıyla birleştiğinde kaynama noktasına gelmesi anlamını taşıyor.

Peki, neden dünya çapında emperyalizme karşı sosyalist bir meydan okumanın başlangıcı? Bunun nedeni, nesnel koşullarda ve devrimci gençliğin bu nesnel koşullara ilişkin bilincinin adım adım gelişmesinde yatıyor. Türkiye İkinci Dünya savaşı sonrasında dünya kapitalizminin uç beyi rolüne soyunmuştu. Menderes bu uğurda 1950-53 arasında Türk işçisinin ve köylüsünün çocuklarını ABD’nin karşı devrimci Kore savaşında ölüme yollamış, “ödül” olarak 1952'de Türkiye’nin NATO'ya katılmasına onay çıkmıştır. Menderes döneminde Türkiye 1958 Irak devriminin başka Arap ülkelerine yayılmaması için yapılan Lübnan operasyonuna doğrudan İncirlik desteği vermiş, Cezayir halkının onurlu anti-kolonyalist savaşını desteklemekten kaçınmıştır.

Bir efsane sadece Menderes’in “Amerikancı” olduğunu iddia eder. Oysa 27 Mayıs ve ardından gelen bütün hükümetler göstermiştir ki, Türkiye’de burjuvazinin tamamı ABD, NATO ve emperyalizm yanlısıdır. Buna sol temsilcilerinin (1960’lı yıllarda Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk en belirgin örnekleridir) öznel tercihleri ne olursa olsun, Kemalizm ve Türk Silahlı Kuvvetleri de dâhildir.

Devrimci gençlik hareketi böylece Kemalist ideolojinin içinden ve 27 Mayıs kalıntısı, “ordu-gençlik el ele!” sloganıyla beslenen bir ittifak anlayışıyla yola çıktığı halde, işin nesnel doğası gereği, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün bünyesiyle, düşman tanımıyla, silah sistemleriyle, eğitim düzeneğiyle, kurumsal ilişkileriyle, kurmay yetiştirme düzeniyle, bir NATO ordusu olması dolayısıyla, üç yıl içinde anti-emperyalist mücadelesini kaçınılmaz olarak sosyalizm zemininde verecek konuma gelmek zorunda kalmıştır.

Bugün “emperyalizm”, “üst akıl”, “faiz lobisi” ve sayısız örtülü ifadeyle güya Amerika ile karşı karşıya geldiğini iddia eden İslamcı hareket ise 6. Filo’yu, ABD’yi ve NATO’yu tekbir sesleriyle, Allah’ı emperyalizm uğruna diline alarak, cansiperane savunmuştur! Bunun öyküsünü Gerçek’in Ağustos sayısında anlatacağız.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2018 tarihli 106. sayısında yayınlanmıştır.