Eğitim-Sen üniversiteler şubesi yöneticilerine üç soru üç cevap

1. Üniversitelerde Eğitim-Sen'in örgütsel durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Arif Ekinci:Sendikamızın yükseköğretimdeki örgütlülük düzeyi zayıf olduğu için, bu alana dönük politika üretmede yetersiz oluyor. Dolayısıyla  üniversiteler de kendiliğindenci, merkezi bir politikadan uzak faaliyet alanı gibi duruyor. Oysaki neoliberal politikaların yuvalandığı bir yer haline gelmeye başlayan üniversiteleri, eğitimin ve bilimin özgür bir biçimde uygulandığı alanlar olarak görmesi gerekir. Politikaları da bu eksende kurma göreviyle karşı karşıyadır Eğitim-Sen.Bu yüzden yüzünü işyerlerine dönmeden ve işyerlerini hedef almadan, alana dönük zayıflıklarını aşmadan,  Üniversitelerde odak olma iddiasıNI taşıyamayacak ve hareketin öncüsü olamayacaktır.

Mert Kükrer:Şu an Türkiye'de 108 devlet üniversitesi var. Bunların yaklaşık yarısı son on yıl içinde kurulmuş üniversiteler. Hem eski hem de yeni üniversiteler şehirlerindeki neredeyse en büyük işyerleri konumundalar. Dolayısıyla eğitim emekçilerinin mücadelesi açısından önemli bir yer tuttukları açık. Eğitim-Sen bu 108 üniversitenin çok azında örgütlüdür, onun da çok daha az bir kısmında gerçekten yaşayan, mücadele eden örgütleri vardır. Her şeye rağmen üniversite emekçilerinin mücadele ettiği her yerde Eğitim-Sen'i görürsünüz. Bu mücadele ister asistanlar, öğretim üyeleri, ister idari personel, ister kadrolu ya da taşeron işçiler tarafından veriliyor olsun sendikamız yürütülen mücadelenin o ya da bu şekilde muhakkak parçasıdır. Yani üniversite emekçileri açısından diri ve mücadeleye yatkın unsurların birikme noktası Eğitim-Sen'dir. İleriye sıçramak için bunun önemli bir zemin sunduğunu düşünüyorum.

2. Örgütlenmede nasıl bir program izleyerek sorunların üstesinden gelmeyi planlıyorsunuz?

Arif Ekinci:İşyerlerimizde üyenin sendikaya aidiyetini geliştirecek politikalar üreterek ve bu temelde işyeri meclislerini işleterek söz yetki ve karar alma mekanizmaları yaratacağız. İşyerlerinde bütünlüklü mücadele hattının yani fiili meşru mücadele zeminini üniversitelerimizde tekrar hayata geçireceğiz

Mert Kükrer:Örgütsel dağınıklık sendikamızda ne acıdır ki tavan yapmış durumda. İşyerlerinde yaşayan örgütlerimiz yok. Onun yerine katılımcıların zaman zaman değiştiği, süreklilik sağlamakta zorlanan platformlar var. Dolayısıyla sorunların üstesinden gelmek için öncelikle her işyerinde bir sendika örgütü kurulması lazım. Bunun için atılması gereken somut adımlar var. Faaliyetçi konumundaki üyelerin düzenli bir faaliyet örgütleyebilecek biçimler yaratmalarını sağlamamız gerekiyor. İşyeri meclislerine ek olarak temsilci ve faaliyetçilerden oluşan işyeri yürütmeleri kurulması önemli olabilir. Sendika, işyerlerinde yaşanan en küçük soruna dahi müdahil olmalı, ülkenin ve üniversitelerin genel durumuna ilişkin bir mücadele de vermeli. Mümkünse ikisini birbirine bağlayan politikalar oluşturarak uygun araçlarla bunları sendika üyelerine ve potansiyel üyelerine yaymalı. Bu tarz bir sistemli faaliyetin yanı sıra önemli başlıklarda planlı bir mücadele hattı çizilebilir ve üyeler bu planlama uyarınca harekete geçirilebilirse sendikamız üniversite emekçilerinin gözünde haklarını koruyup geliştirmenin en önemli aracı olarak sivrilecektir diye düşünüyorum.

3. Marmara Üniversitesi başta olmak üzere üniversitedeki baskılara karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmeli?

Arif Ekinci:Grev hakkına dönük bir saldırı olarak görüyoruz bu baskı, sürgün ve soruşturma tehditlerini. İşyerlerindeki güçlerimizi büyüterek ve haklı ve meşru taleplerimizi savunmak için, grev hakkı saldırısına karşı yine grev eksenli bir mücadele zemini yaratarak cevap vereceğiz. Bu hususta işyerlerimizde grev komiteleri, meclisler v.b. taban örgütlülüğünü oluşturacağız. Ankara, İstanbul ve İzmir’de bulunan üniversiteler şubeleri ile ortak toplantılar yaparak,  ve  iş güvencemize dönük tehditlere karşı, grev eksenli bir mücadele programını hayata geçirme çabası içindeyiz.

Mert Kükrer: Emekçilerin baskılara karşı tek başlarına yapabilecekleri şeylerin bir sınırı olmasaydı sendikalar doğmazdı. Dolayısıyla her türlü baskı, karşısında birleşmiş emekçileri yani sendikayı bulmalı. Bu bağlamda Marmara Üniversitesi'nde yaşanan olay çok net biçimde grev hakkının engellenmesi amacıyla arkadaşlarımızın işten atılmaya çalışılmasıdır. Arkadaşlarımız şahsında grev hakkına ve sendikaya bir saldırıdır. Zaten toplu sözleşmelerde greve çıkamayan bir sendikanın onun dışında gerçekleştirdiği iş bırakma ve grevlerin de yasaklanması girişimidir bu. Sendikamız ileride başka grevler de örgütleyecekse bu hakkını kullandığı için işten atılan üyelerine sahip çıkabilmelidir. Hukuki zayıflıklar ya da YÖK'ün bir takım iyi niyet beyanları bel bağlayacağımız noktalar olamaz. Kendi gücümüze güvenmek zorundayız. Üyelerimizin gözünde de sendika bir güç gösterisi yapmalı. Bu anlamda grev hakkı en iyi grev yaparak savunulabilir. Göstermelik değil, çuval ören Greif işçilerinin yaptığı gibi ilmek ilmek örülen, üniversiteler çapında bir grevin hem saldırıyı püskürteceğini hem de emekçiler arasında dayanışma ruhunu ve örgütlü mücadele bilincini geliştireceğine inanıyorum.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2014 tarihli 54. sayısında yayınlanmıştır.