DİSK Genel Kurulu: Ana muhalefetin sendikası değil, sınıfın sendikası

Bugün elbette AKP hükümetine karşı durmak gerekir. Ancak en az onun kadar önemlisi, işçi sınıfının bağımsızlığı temelinde bir mücadeleyi yükseltebilmektir. Bu da ana muhalefet partisi ile yan yana yürüyen, hak alma yerine sadece karşı çıkma yaklaşımının hâkim olduğu bir ana muhalefet sendikacılığı anlayışı ile değil, DİSK’i kuruluş döneminde var eden yöntemlere dayanan bir mücadele ve sınıfın kendi örgütlü gücüne güvenerek olabilir.

Aralık ayında yapılan Türk-İş genel kurulunun sonucu, Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonunun tepesine AKP’ye göbeğinden bağlı bir yönetimin bir kez daha çöreklenmesi oldu. Şubat ayında da, solun önemli bir bölümü tarafından AKP’ye karşı işçi sınıfının kalesi gibi görülen DİSK’in genel kurulu var. Bu genel kurul da başka bir tehlikeyi, DİSK içerisinde hâkim olan CHP etkisinin artarak devam etmesi tehlikesini barındırıyor.

Genel kurula giderken DİSK’li işçiler, AKP karşısında patronların bir başka kanadının temsilcisinin, konfederasyonda daha da güçlü bir hâle gelmesine izin vermemelidir. Çünkü AKP’ye karşı CHP ile içli dışlı bir DİSK’ten işçi sınıfına hayır gelmez. DİSK üyesi işçilerin sadece son birkaç yıllık deneyimi bile bunu ispatlayan birçok örnek ile doludur. İlk akla gelenleri sıralayalım:

  • İzmir’in belediyelerinde; Konak’ta, Karşıyaka’da, Buca’da, Bayraklı’da taşeron çalışmaya karşı sendikalı ve güvenceli olmak için örgütlenen işçiler işten atıldı. Bu işten atma saldırılarına karşı işçilerin aylar süren direnişleri oldu. Tıpkı bugün de CHP’li belediye başkanı ve yöneticilerine karşı mücadele eden İstanbul’daki Maltepe Belediyesi işçileri gibi.
  • Mersin’deki Akdeniz Çivi işçileri Birleşik Metal-İş sendikasına üye oldukları için CHP parti meclisi üyesi olan patronları tarafından işten atıldı. İşten atılan işçilerden biri, CHP’nin ikiyüzlülüğünü Mersin’de 1 Mayıs meydanında boynuna astığı şu döviz ile ifade ediyordu: “Akdeniz Çivi işçisiyim. CHP’nin eseriyim. Yaptığımdan utanmıyorum. İkiyüzlü siyasetçiler utansın.”
  • İzmir’de taşeron sistemine karşı Dev Sağlık-İş’e üye olarak mücadele eden Batıgül Tunç, 12 Haziran seçimleri öncesinde İzmir’e giden Kılıçdaroğlu ile görüşmek isterken, Kılıçdaroğlu’nun korumaları tarafından darp edildi. Pek “işçi dostu” Kılıçdaroğlu’nun, korumaların bu saldırısını engellemeye çalıştığını ne gören ne duyan oldu.
  • AKP’ye her alanda karşı çıkan CHP; işçi sınıfının durumu, sorunları, hakları söz konusu olduğunda süt dökmüş kediye dönmektedir. Örneğin, ünlü “Torba Yasa”nın işçi haklarını tırpanlayan maddeleri, meclis komisyonundan ve genel kurulundan yıldırım hızıyla geçmiştir.

Sadece bu örnekler bile CHP’nin ipliğini pazara çıkarmaya yeter. CHP’nin bir sınıfın dostu olduğu doğrudur ama bu sınıf, işçi sınıfı değil, burjuvazidir. Ve bu nedenle CHP ile yakınlık, DİSK’i sermaye sınıfına ve en başta da TÜSİAD’a yaklaştırır. Sosyal diyalog sendikacılığının terk edilerek, sınıf mücadelesinin hâkim hâle gelmesini zorlaştırır. DİSK’i anayasa tartışmalarının boylu boyunca içine çekerek patronların deyimiyle yeni bir “ekonomik anayasa”nın suç ortağı haline getirir. O nedenle “denize düşünce yılana sarılma” anlayışını terk etmenin vakti gelmiştir.

Çünkü içinde yaşadığımız dönem olağan bir dönem değildir. Kapitalizmin uluslararası alanda, özellikle de Avrupa’da yaşadığı kriz yakında Türkiye’ye geldiğinde, bizde de büyük mücadeleler yaşanacaktır. Patronlar işçi sınıfının kazanımlarına ve haklarına saldıracak, çok sayıda işçiyi kapının önüne koyacaktır. Üstelik kriz uzun sürecektir. İşte böyle durumlarda sınıf ile sınıf karşı karşıya gelir. Patronları, kendisinin onların çıkarlarını AKP’den daha iyi savunacağına inandırmaya çalışan CHP, bu sert mücadelelerde işçilerin yanında durmayacaktır, duramayacaktır!

Elbette bugün, işçi sınıfına karşı sermayenin politikalarının yürütücüsü olan, aldığı yüksek oy oranı ile işçi sınıfına yönelik saldırılar konusunda pek çok hükümetten daha cesur davranan AKP hükümetine karşı durmak gerekir. Ancak en az onun kadar önemlisi, işçi sınıfının bağımsızlığı temelinde bir mücadeleyi yükseltebilmektir. Bu da ana muhalefet partisi ile yan yana yürüyen, hak alma yerine karşı çıkma yaklaşımının hâkim olduğu bir ana muhalefet sendikacılığı anlayışı ile değil, geçmişte DİSK’i var eden eski yöntemlere dayanan bir mücadele ve sınıfın kendi örgütlü gücüne güvenerek olabilir.

DİSK’in bu tür bir sınıf mücadelesine kazanılması, ancak tabandaki işçilerin ve en başta sınıf bilincine sahip öncü işçilerin, inisiyatifi ele geçirmesiyle mümkün hâle gelecektir. DİSK’in yeniden sınıf mücadeleci bir sendika haline gelebilmesinin teminatı tabandaki işçidir.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2012 tarihli 28. sayısında yayınlanmıştır.