Taksim AİHM kararıyla değil sınıf mücadelesiyle alınır

İstanbul’da 1 Mayıs Meydanı Taksim’dir. Bunun hiçbir kanun metninde, herhangi bir belgede ya da tabelada yazması gerekmez. Bu işçi sınıfının, can pahasına verdiği mücadelesiyle tarihe yazılmış bir gerçektir. 1 Mayıs’ı Taksim meydanında kutlamak ise işçi ve emekçilerin kazanımıdır. Her kazanım gibi bu da verilmemiş işçilerin bileğinin hakkıyla kazanılmıştır. Yine her sınıf kazanımı gibi sermaye ve onun siyasi temsilcileri tarafından ilk fırsatta tırpanlanmak, geri alınmak istenmektedir.

Bu netlik içinde bakıldığında olan bitenler çok açıktır. Erdoğan’ın Taksim’i yasaklamak üzere ortaya sürdüğü bahanelerin her biri rahatlıkla çürütülebilir. Miting için yeni alanlar yapılmış olmasının toplantı ve gösteri hürriyeti açısından olumlu bir anlam ifade edebilmesi için toplantı ve gösteri hakkını kullanacaklar tarafından tercih edilmesi gerekir. Aksi halde hiçbir kıymeti yoktur. Dünyanın her yerinde büyük kitle gösterileri ve tabii ki 1 Mayıs mitingleri şehrin en merkezi ve önemli meydanlarında yapılır. Paris’te République veya Bastille, Londra’da Trafalgar, Atina’da Sindagma, Meksiko’da Zócalo, Buenos Aires’te Plaza de Mayo bu gerçeğin bilinen örnekleridir.

Taksim gibi merkezi meydanlardaki gösterilerin şehir hayatını felç etmesi söyleminin de içi boştur. Öncelikle 1 Mayıs resmi tatil ilan edilmiştir. Dolayısıyla şehrin normal bir iş gününden daha az bir yoğunluk yaşayacağı açıktır. Öyle olmasa bile toplanma ve gösteri yapmak gibi temel bir hakkın kullanımı için yaşanacak trafik sıkışıklığı, resmi geçit törenleri için her yıl yaşananlardan fazla olmayacaktır. Dahası herkes şunu bilmektedir: 1 Mayıs’larda şehirde kaosa yol açan 1 Mayıs için toplanan işçi ve emekçiler değil, kitlelerin katılımını engellemek üzere otobüs, metrobüs, metro ve vapur seferlerini iptal eden, polis marifetiyle şehri gaza boğan, her yerde terör estiren devlet güçleridir. Bunun böyle olduğu 2010, 2011 ve 2012 yıllarında izinli ve kitlesel biçimde Taksim’de kutlanan 1 Mayıs’larda görülmüştür.

Bu gerçekleri herkes gibi Erdoğan, onun partisi ve hükümeti de gayet iyi bilmektedir. Dolayısıyla 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması ile ilgili bu argümanlar üzerinde tartışmaya girmenin bir gereği yoktur. AKP sadece görünürde bu argümanlara yaslanmaktır; esas gerekçesi ise başkadır. 2008-2010 arası AKP hükümeti 12 Eylül’ün koyduğu yasağı sürdürerek burjuvaziye yaranmaya çalışıyordu. 2011 ve 2012’de referandum ve seçim dolayısıyla desteğini arttırmak için sola ve işçi sınıfına sevimli görünmeye çalıştı. 2013’te artık Topçu Kışlası projesi gündeme girmişti, yasak da geldi. 2014’te ise Gezi’nin tekrarlanmasından ölümüne korkuyor.

Bu açıdan bakıldığında yine 2008 yılında Taksim’in yasaklanması karşısında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) sendikaları haklı bulmasını da temel dayanak haline getirmek doğru değildir. Elbette ki hukuki mücadelede kazanılmış olan dava kullanılacaktır. Ancak AİHM başka karar verseydi de işçilerin istediği yerde 1 Mayıs’ı kutlama hakkı tarihsel bir hak olarak varlığını koruyacaktı. Özellikle sınıf mücadelesini mülk sahibi sermaye sınıfına karşı veren işçilerin mücadelelerinde “mülkiyet hakkını” temel bir insan hakkı olarak gören AİHM’i esas almalarını doğru bulmayız. Aynı şekilde vaktiyle AKP’nin Taksim’e izin vermiş olması, hatta bununla övünmüş olması da ikiyüzlü ve yalancı bir iktidarın yeni bir teşhir malzemesi olmaktan öte anlam taşımaz.

1 Mayıs, 1977 şehitlerini anmaktan da ibaret değildir. 1977 katliamının hesabını devletten sorma günüdür 1 Mayıs, ancak DİSK Başkanı Kani Beko’nun 1 Mayıs ısrarını esas olarak buraya bağlaması yanlıştır. Gereksiz yere iktidarla kaç kişiyle çelenk koyulacağına ilişkin polemikler yaratmaktadır. Taksim sevdamız 1 Mayıs’ın katilleri hesap verinceye kadar değildir. Esas katillerden hesap sorduğumuz gün Taksim’in kapıları geri dönüşsüz biçimde işçi sınıfına açılacaktır. Tüm işçi sınıfı bunun bilincine varmalıdır. Sendika bürokratlarına da Taksim başta olmak üzere işçi sınıfının haklarının duygu sömürüsüyle değil sınıf kavgasıyla alınacağını göstermelidir.

Taksim’de 1 Mayıs günü bir sınıf mücadelesi verilecektir. Bu mücadele 1 Mayıs’la başlamamıştır. 1 Mayıs akşamı da sona ermeyecektir elbette. 1 Mayıs yasağından Gezi’ye oradan tüm Türkiye’yi saran halk isyanına dönüşen mücadelelerin ara sonucu 1 Mayıs’ın yeniden yasaklanmasıdır. AKP’nin amacı burjuva muhalefetini sandıkta yendikten sonra halk isyanını da sokakta ezmektir.

Dolayısıyla 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak bu saldırıya sınıfsal bir cevaptır. Örgütlü işçilerin önemli bir kısmının Kadıköy’de olması, Türkiye’nin farklı illerinde alanların işçilerle doldurulacak olması Taksim’deki sınıf mücadelesinin anlamını azaltmaz. Tam tersine! 2007’den itibaren Kadıköy’de ya da Türkiye’nin başka yerlerinde alanlara çıkan işçilerin hangi sendikaya üye olurlarsa olsunlar gözleri kulakları Taksim’deydi. Önümüzdeki 1 Mayıs’ta da öyle olacaktır. Elbette ki 1 Mayıs’larda bu mücadeleyi yükseltecek güç esas olarak işçi sınıfının örgütlü gücüdür. Bugün bu bayrağı yükselten DİSK ve KESK’in sendikal görevlerini ne ölçüde yerine getirdiği ve bu sınıf gücünün oluşmasında nasıl bir rol oynadığı tartışılabilir ve tartışılmalıdır. Ancak tüm bu zaaflara rağmen yine 1 Mayıs’ın kalbi Taksim’de atacaktır. AKP’nin sınıf saldırısına cevap tüm meydanlarla birlikte Taksim’de de verilecektir. Bu anlamda Taksim’de ısrar sadece alanda ısrar değildir. Kıdem tazminatında ısrardır. Özelleştirmeye karşı ısrardır. Taşerona karşı direniştir. Sendikasızlaştırmaya karşı direniştir. Yolsuzluğa karşı isyandır. Krizin faturasını ödememek için mücadeleyi yükseltmektir.