Türkiye işçi sınıfı ve iki dilli yaşam

Bütün birlikler iyi olmadığı gibi bütün bölünmeler de kötü değildir. Türkiye işçi sınıfına patronlarla bölünmek, Kürt halkıyla birleşmek yakışır.

Kürt kardeşlerimizin haklarına kavuşmak için mücadele ettiği yıllar boyunca devlet bir bölünme paranoyasını yaydı durdu. Bölücülüğü yerden yere vurup, daima birlik fikrini yüceltti.

Sanki ortada gerçek bir birlik varmış gibi…

Esenyurt’un varoşlarında yaşayıp kışın yakacak kömürü zor bulan bir işsiz ailesiyle, hemen yanı başındaki Bahçeşehir’in lüks sitelerinde sefa süren zengin aile arasındaki nasıl bir birliktir? Lüks jetiyle birkaç saat içinde dünyanın uzak köşelerine seyahat eden bir holding patronuyla, her gün sabahın köründe işine gitmek için konserve kutusu misali otobüslerde iki saat seyahat eden bir işçi arasında ne gibi bir ortak nokta olabilir?

Belki bazılarınız aklından cevabı hemen geçirmiştir: Aynı dili konuşmaları. Evet, doğrudur. İnsanın insanı sömürmesine dayandığı için bağrında zaten çok temel bir bölünmeyi barındıran bu toplumda aynı dili konuşuyor da olmasak, hiçbir kuvvet bu toplumu zorla bir arada tutamazdı. Bu yüzdendir ki devlet yıllar boyunca Kürtleri kendi dilinde, Türkçe konuşturmak için elinden geleni ardına koymadı. Kürtleri köleleştirmenin başka bir yolu yoktu. Kürt halkı kendi dilini korudukça kendi kimliğini de koruyacak, başka bir halk olduğu gerçeğini unutmayacaktı. Öyle de oldu. Üstelik devletin yıllarca süren zulmüne rağmen.

Şimdi devletin başındakiler dahi dün Kürtleri nasıl yok saydıklarını unuttular. Ürkekçe de olsa Kürtlerin ayrı bir halk olduğunu, kendilerine ait bir dilleri olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar.

Fakat bir kez bu gerçeği kabul ettikten sonra, Kürtlerin kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkına sahip olduklarını da kabul etmek zorundasınız. Ya bütün bir halkı zorla kendi sultanız altında tutmayı savunacaksınız, ya da isterlerse gidebileceklerini kabul edeceksiniz. İşte bugün Türkiye devleti tam tamına bu ikilemle karşı karşıya. Fakat ne birine ne de öbürüne yanaşmaya cesaret edebiliyor. Üstelik Kürt halkı bugünün koşulları altında tercihini bölünmeden değil birlikten yana kullanıyor. Ama elbette zorunluluk değil, gönüllülük temelinde bir birlikten.

Dile bile özgürlük olmayacak!

Böylece devletin bölücülük bahanesi de ortadan kalkmış oluyor. Ama AKP’si, CHP’si ve MHP’siyle hakim sınıf partileri “tek dil, tek millet” edebiyatını sürdürmeye devam ediyor. Kürtler “madem dilimizi kabul ediyorsunuz, onu özgürce kullanma, öğrenme, yaşatma hakkımızı da kabul etmek zorundasınız” dedikçe onlar, “olmaz öyle şey” diyor. “Neden olmaz?” diye sorulunca hepsi Kürtlerin yok sayıldıkları dönemlerin inkârcı dilini hortlatıyorlar.

Bu onların çaresizliğini, Kürt sorununu çözecekleri iddialarının palavradan ibaret olduğunu gösteriyor. AKP hükümeti demokratik açılım diye bir proje ortaya attığında esas niyeti Kürt hareketini tasfiye etmekti. Kürt halkını ise üç beş televizyon kanalı ve Kürtçe kurslarla avutabileceğini sandı. Biraz da sırtlarını sıvazladı mı, her şey tamam olacaktı. Onca yıl dili, kimliği, varlığı yok sayılan bu halka bu kadarı yeter de artardı bile.

İşte onların aklı böyle çalışıyor. Kürt halkı dilini, kimliğini devletin de tanır hale gelmesini kendi mücadelesine, ödediği ağır bedellere borçlu olduğunu çok iyi biliyor. Biraz daha dişini sıkarsa bütün haklarını elde edeceğini düşünüyor. Ufukta ışığı görüyor.

Hakim zihniyet ise bütün bunları Kürtlere kendilerinin lütfettiğini sanıyor ya da bunu yutturabileceğini düşünüyor. Şimdi Kürtler eksiksiz bütün haklarını talep etmeye yöneldiğinde hepsi önce şaşırıyor, sonra ağızlarına geleni söylemeye başlıyor.

Bu tablo karşısında Türkiye işçi sınıfı da kendi ikilemini çözmek zorundadır. Ya hakim sınıfların hiçbir çözüm vaat etmediği artık iyice ortada olan sömürgeci zihniyetinin peşine takılarak milliyetçilikle uyuşmaya ve kanlı savaşlarda evlatlarını kaybetmeye devam edecektir. Ya da Kürt kardeşlerinin dilini ve kimliğini özgürce yaşatma isteğine saygı duyacak, “devlet vermiyorsa biz haklarımızı kendimiz alırız” diyerek gösterdikleri iradeyi örnek alacaktır.

Ya kendisi gibi Türkçe konuşan, ama kendisiyle başka hiçbir ortak noktası olmayan lüks sitelerin zenginlerinin, jetlerden inmeyen patronların peşinden gidecektir. Böylece o patronların, zenginlerin bu dili kendisine karşı ancak emrederken, zulmederken, aşağılarken kullandığı gerçeğiyle yaşamaya devam edecektir.

Ya da kendisinden farklı bir dilde konuştuğu halde, gördüğü zulümde, baskıda kader ortağı olan Kürt kardeşlerinin elinden tutacaktır. Böylece dillerimiz farklı olduğu halde aynı dili, baskıya ve sömürüye karşı mücadelenin, kardeşliğin dilini konuştuğumuzu görecektir.

Bütün birlikler iyi olmadığı gibi bütün bölünmeler de kötü değildir. Türkiye işçi sınıfına patronlarla bölünmek, Kürt halkıyla birleşmek yakışır.