İyi ki oldun, Nâzım!

İyi ki oldun Nazım

Bugün, Nâzım Hikmet’in 3 Haziran 1963’te hayata veda edişinin 50. yıldönümü. Gerçek gazetesi ve sitesi bu yılı Nâzım yılı olarak kabul etti. Büyük komünist şairin mücadelesi ve eserinin çeşitli yönlerini ve Nâzım meselesine günümüzde nasıl yaklaşmak gerektiği konusunu çeşitli yazılarla inceledi. Ölümünün 50. yıldönümünde Nâzım Hikmet’i anmak üzere, bugün ve yarın Sungur Savran yoldaşımızın iki yazısını ardı ardına yayınlayacağız.

O ne büyük şair! O ne paylaşmacı bir kişilik! O ne cömert bir yürek! O ne cesaret, çalışkanlık, umut ve iyimserlik! O nasıl bir insan! Nâzım, kendi deyişiyle “sol memenin altındaki cevahir”le, yani yüreğiyle ve 20. yüzyılın gördüğü en büyük dehalardan birini yaratan aklıyla bir devdi. Birbirinden ayrılamayacak olan şairliği, komünistliği, insanlığı ve üreticiliği idi Nâzım’ı tarihe bırakan. Yarın Nâzım’ın hayata veda edişinin 50. yıldönümü. Onu anmak için vesileye ihtiyaç yok, ama yitirişimizin 50. yılında onu hatırlamamak olmaz.

Ekim devriminin evladı

“Yazılarım otuz kırk dilde basılır/Türkiye'mde Türkçemle yasak” diyordu Nâzım “Otobiyografi” başlığını taşıyan şiirinde. Yaklaşık 30 yıl boyunca, 1960’lı yılların ortalarına kadar, Nâzım’ı bu toprakların insanı okuyamıyordu. Sonra, 1960’lı ve 70’li yılların güçlü sınıf mücadeleleri dalgası, Nâzım’ı aldı, devrimci hareketin “şair-i azam”ı yaptı! Bu sayede günümüzde genç kuşaklar da okuyor Nâzım’ı.

Nâzım şiirde bütün kalıpları altüst etmiştir, esin kaynağı büyük Rus şairi Mayakovskiy ile birlikte. Ne aruz kalmıştır, ne hece. Şiirin muvazenesi artık vezne değil şairin iç ritmine yaslanır. Kafiye, şiirin o büyüleyici müzik unsuru, mısra sonundaki nöbetçiliğinden kurtulmuş, bütün şiir içinde gönlünce gezmeye çıkmıştır. Ama çoğunlukla es verir, öteki enstrümanları dinler. 20. yüzyılın yeni sanatı sinemanın tekniklerinden de, bu toprakların kadim edebi geleneklerinden de yararlanan bir şiirdir bu. Başkaldırmak istediği zaman kükreyen, ağlamak istediğinde hüzünlendiren bir şiir.

Büyük davaların şiiridir. Nâzım Hikmet, Ekim devriminin insanlığa verdiği hediyelerden biridir. 1917 Ekim devrimini, hem Lenin’iyle, hem işçileri ve askerleriyle daha iyi anlatan bir şair var mıdır acaba? “O n l a r biliyorlar ki, O :/‘- Dün erkendi, yarın geç./Vakit tamam bugün,’/dedi./O n l a r : ‘- Anladık, bildik,’ - dediler./Ve hiçbir zaman/bildiklerini bu kadar müthiş ve mükemmel bilmediler.../İşte: cepheden dönen süngüleri,/kamyonları, mitralyözleriyle,/hasretleri, ümitleri, mukaddes iştihaları,/rüzgârda karın üstünde savrulan sözleriyle/o n l a r yürüyorlar kışlık saraya...”

Ama aynı zamanda haftalardır güneşe çıkmamış bir mahkûmun duygularını da anlatabilen bir şiir: “Sonra saygıyla toprağa oturdum/dayadım sırtımı duvara./Bu anda ne düşmek dalgalara,/bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım./Toprak, güneş ve ben/Bahtiyarım...”

“Şairi beğen, fakat aldanma!”

Türkiye burjuvazisi, şairin büyüklüğü karşısında ne yapacağını şaşırmıştır. Nâzım daha 30 yaşında bile değilken, Nurullah Ataç’tan Yakup Kadri’ye kadar Kemalist cumhuriyetin ileri gelen aydınları onun şiirindeki sarsıcı gücü teslim etmek zorunda kalıyordu. 1930’lu yıllarda Nâzım okul kitaplarına bile giriyordu. Bu kitaplardan birinin yazarı (İsmail Habip) Nâzım’ın şiirini övüyor, ama okurunu onun “ideal”ine karşı uyarıyordu: “Şairi beğen, fakat aldanma”.

İşte bu veciz cümlede ifadesini bulan fikir, Türkiye burjuvazisinin ve burjuva aydınlarının şairin büyüklüğü karşısında bulabildikleri tek çıkar yol olmuştur: Nâzım büyük şairdir; komünizmi ise bundan ayrılmalıdır. Peyami Sefa’dan Halide Edip’e, hepsi bunu söylemişlerdir. Bugün de CHP çizgisindeki sözde sol aydınlar, “sol” Kemalistler, ulusalcılar ve bütün ötekiler, Nâzım üzerinde mülkiyet tesisinde birbirleriyle yarışır, ama hiçbiri komünist kelimesini ağzına dahi almaz. O “toplumcu” şairdir! Bunlara Nâzım’ın bir mektubunda Halide Edip’in kendisini överken ideolojisini yermesine karşı söylediklerini hatırlatmak gerekir: “Hey sersem bayan, dedim. Ben bir dâhi değilim, fakat iyi sanatkârım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. Eğer sizin iyi sanatkârlarınız yoksa bu, ideolojinizin bugün artık iyi sanatkâra muhteva olamayacak kadar tefessüh etmiş olmasından gelir.” Nâzım’ın komünizmi ile şairliğinin etle tırnak kadar ayrılmaz bir bütün olduğunu başka nasıl anlatmalı?

Bu adam, kendisiyle dayanışma içindeyken biraz da acıma duygusu ifade eden Cahit Sıtkı’ya bile çıkışmıştır: “Sevdalınız komünisttir/on yıldan beri hapistir/yatar Bursa kalesinde//Yatar, amma zincirini kırmış yatar,/en âlâ bir mertebeye ermiş yatar,/yatar Bursa kalesinde.” Böyle insanın şairliğini komünistliğinden nasıl ayıracaksınız?

Komünist insan

Orhan Kemal ne diyor bakın: “Bu tezgâh [dokuma tezgâhı] işinin ne sermayesinde, ne tasarısında hiçbir ilgim olmadığı halde, Nâzım bana da pay ayırmıştı. Bir pay bana, bir veya iki pay Kemal Tahir’e, bir pay Ertuğrul’a, iki pay Piraye yengeye, bir pay da kendisine.” Nâzım şiiri kadar cömertti. Şeyh Bedreddin’e atfettiği o söyleyişte olduğu gibi, “yarin yanağından gayri her yerde, her şeyde, hep beraber” duygusuyla yaşıyordu. Komünistler, devrimciler, hep samimiyetsizlikle, iktidar hırsıyla, kendilerine yontmakla suçlanırlar. Ey her renkten anti-komünistler! Biraz gözünüzü açın. Bu tuhaf adam sizin önyargılarınızı sarsacak şeyler yapmamış mı?

Nâzım aynı zamanda tekdüze olmayan, “uzmanlığı” bayrak haline getirmeyen, beyni ve elleri her yönde işleyebilen bir “Rönesans insanı” örneğiydi. Sadece halkların en güzel sesli türkücüsü olmadı şiirleriyle, sadece komünizmin bayraktarı olmadı. Aynı zamanda, bütün sanat alanlarında üretti. Muhsin Ertuğrul’un tiyatroda ve sinemada sağ eliydi; Harp Ve Sulh’u Türkçeleştiren de oydu, Lafontaine’in masallarını çeviren de, Ferit Alnar’la birlikte Tosca operasının librettosunu tercüme eden de. Balaban’a resim yapmayı da o öğretti, Orhan Kemal’e roman yazmayı da.  Cezaevinde tezgâhları kurup en güzel kumaşları dokuyan da oydu!

Kendisinin bir şiirinde söylediği gibi: “Bulut mu olsam,/gemi mi yoksa?/Balık mı olsam,/yosun mu yoksa?/Ne o, ne o, ne o./Deniz olunmalı, oğlum,/bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.”

İşte böyle yaşadı, böyle öldü. Bu dünyadan Nâzım geçti. Bu güzel adam komünistti. Sevinmeliyiz, kıvanmalıyız, yücelmeliyiz ki böyle bir ağabeyimiz oldu. Biz de onun yasını tutmayalım, onu, layık olduğu biçimde coşkuyla analım. İyi ki oldun, Nâzım!

 

Bu yazının bir ilk versiyonu, 26 Mayıs 2013 tarihinde BirGün gazetesinin Pazar Eki’nde yayınlanmıştır.