Yeni bir Reyhanlı’ya dikkat!

Davutoğlu, rehinelerin salıverilmesi kutlamaları sırasında küçük çocuğu neden kafasından tutup havaya kaldırdı? Görünürde bir sevinç ve sevgi gösterisi olan bu jest, neden çocuğun neredeyse hayatına kast eder anormal bir biçime büründü?

Böyle işlere Marx değil Freud bakar! Ama Davutoğlu’nun bu jestinin, sevinç gösterisi görünümü altında içinde yatan bir hıncın, bir öfkenin ifadesi olduğunu söylemek çok da yanlış olmasa gerek. Başbakanın çocuğu kafasından kapıp havaya kaldırırken içinden “gel Allahın belası, seni de öpeyim” diye mırıldandığını duyar gibi oluyoruz!

Peki, neden rahatsız olabilir Davutoğlu bu gelişmeden? Sonuç olarak, dışişleri bakanı olarak Hillary Clinton’la “çak” yapan bir politikacıdan söz ediyoruz. Türkiye’nin uluslararası sistemin içinde, emperyalizmin yanı başında iyi bir köşe tutması için çırpınan bir politikacı. Öyleyse, yaygın olarak IŞİD diye bilinen Irak ve Büyük Suriye İslam Devleti (IBSİD) adlı “Ali kıran, baş kesen” örgütün elinde olan rehinelerin kurtarılmasından neden rahatsız olsun? Hem “kurtardık” diye caka yapacak, hem de o kadar yakın olduğu ABD emperyalizmiyle birlikte Ortadoğu’ya “düzen” getirecek. Bundan neden keyif almasın da içinde zor bastırılan bir hiddet hissetsin?

Çünkü bu gelişme Davutoğlu’nun 2011 Eylül’ünden bu yana, yani tam üç yıldır sürdürmekte olduğu, mezhep fitnecisi politik hatta darbe vurmuştur. Bu değişimi iyi bellemek gerekiyor. Mesela daha 2010’da İran için Birleşmiş Milletler’de yaptırımlar oylanırken Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi sıfatıyla Brezilya ile birlikte yaptırımlara oy vermeyen bir Türkiye vardı. Şii İran ile dayanışma gösteren bir Türkiye. 2011 Arap devrimleri dalgası, ortaya başka bir bileşim çıkardı. Arap devriminin çok tehlikeli mecralara doğru gelişmesi korkusu, devrime set çekmek için emperyalizm de dâhil hâkim sınıf güçlerini İhvan gibi “ılımlı” Sünni İslam hareketlere en hafif deyimle hoşgörü ile yaklaşmaya, en uç ifadeyle desteklemeye itti.

ABD, tarihte kısa bir parantez olarak kalan bir tutumla Mısır’da seçimi kazanan İhvan adayı Mursi ile ordu arasında tarafsız kaldı bir süre. (ABD’nin, Enver Sedat döneminden beri, yani 40 yıldır ordunun en sıkı destekçisi olduğu hatırlanırsa bunun ne anlama geldiği açıktır.) Tunus’ta Ennahda adını taşıyan İhvan’a yakın harekete yumuşak yaklaştı ABD ve eski sömürgeci güç Fransa. En belirgin dönüş ise Suriye’de görüldü. ABD, Körfez ülkeleri ve Türkiye, 2008 sonbaharına kadar, yani İsrail Gazze’ye saldırana kadar Beşar Esad’ı İran’dan koparmaya, İsrail’e bağlamaya çalışıyorlardı. Gazze savaşı bu süreci durdurmuş olsa da Esad’dan kopmamışlardı. Nitekim Suriye’de 15 Mart 2011’de devrim patlak verdiğinde başta Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere, Suriye yönetimiyle uzun görüşmelerle rejimi sorunu yumuşak bir geçişle çözmeye ikna etmeye çalıştılar. 2011 Eylül’ünde bu tersine döndü. Emperyalizm ile Ortadoğu gericiliği koalisyonu Suriye’de de “ılımlı İslam”ı desteklemeye geçti.

Davutoğlu, bu dönüşü Tayyip Erdoğan’ın İslam dünyasının kahramanı olması politikası için bir büyük koz olarak gördü. Körfez gericiliği (en başta Suudi Arabistan ve Katar) ile birlikte ağır bir mezhepçi politika izlemeye yöneldi. Son üç yılın Türk dış politikasının özeti mezhep fitneciliğidir. İhvan türü akımlara destekle başlayan bu politika sonunda Nusra Cephesi ve IBSİD’e destek haline dönüştü.

İşte şimdi Davutoğlu son üç yıldaki politikasının bu ana eksenini terk etmek zorunda kalmış olduğu için hiddet içinde. ABD dünyayı yönetmeye soyunduğu için bazen aşırılıklardan kaçınmak, değişik muhataplarını tatmin etmek zorundadır. Suudi Arabistan Mısır’da darbe yaptırıp İhvan’ı devirtince, Tunus’ta Ennahda içinde ikilik yaratılınca, Libya’da İslamcılık basbayağı ABD aleyhtarı bir tehdit düzeyine ulaşınca, Suriye’deki “Ali kıran, baş kesen” IBSİD Irak’a da el atıp Sykes-Picot anlaşmasına bile meydan okuyunca, ABD bu politikanın buraya kadar getirilmesine tepkiyle frene sert, hem de ne sert biçimde bastı.

Davutoğlu emniyet kemeri takmamıştı, ön cama tosladı! Daha on beş gün önce hem Davutoğlu, hem de patronu IBSİD’i Irak’ta Sünnilerin 2003 savaşı sonrasındaki ezilmelerine karşı duydukları haklı tepkinin olağan bir sonucu gibi sunarak savunuyordu. Şimdi Sünni toplumunun tepkisinin bu “haklı” (!) ifadesine karşı neredeyse savaşa gidiyor. Onun için hiddet içinde. Kendi kafasını çarptı, çocuğun kafasını kaptı! Karikatürist Musa Kart’ı bu çelişkiyi tek bir karede yakaladığı için tebrik etmek gerekir.

Reyhanlı neydi? 2013 Mayıs ayında Tayyip Erdoğan Beyaz Saray’ı ziyarete hazırlanıyordu. Obama’nın Erdoğan’ı “ılımlı” diye anılan İhvan tipi İslamcılığın ötesine geçip El Kaide’nin Suriye seksiyonu Nusra Cephesi’ni, hatta El Kaide’yi çocuk bahçesinde oynayan masum bir küçük gibi gölgede bırakan zalimlikteki IBSİD’i lojistik, parasal, militan kazanmaya destek vb. çeşitli biçimlerde desteklediği için uyaracaktı. Erdoğan da Obama’ya “biz aşırı örgütleri desteklemiyoruz” diye bir açıklama hazırlamıştı. Bu biliniyor, çünkü Erdoğan Beyaz Saray’da böyle konuştu. Bu tür sözler, devlet temsilcilerinin aklına o anda gelmez! Bu, öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan daha yola çıkmadan, (o aşamada henüz aynı örgüt olan, kopuş yaşamamış olan) IBSİD/Nusra Cephesi ortamına bazı ajanlarca fısıldandı. Reyhanlı, “bize karşı dönme!” türünde bir uyarı eylemidir.

Bugün IBSİD elbette çok sıkışmış durumda. ABD bombardımanından başını kaşıyacak vakti yok. Ayrıca Türkiye henüz IBSİD’e silah doğrultmadı. Dolayısıyla, Reyhanlı tipi bir saldırı ile Türkiye’yi ABD’nin daha da fazla yanına itmek IBSİD’in işine gelmez. Ama durum her an değişebilir. Türkiye’nin birçok kentinde İstanbul’un, Ankara’nın, Antep’in yoksul mahallelerinde, işsiz, yoksul, uyuşturucu müptelası gençlerin bir başka uyuşturucuya hızla geçtiğini, IBSİD’in militanları haline geldiğini artık sağır sultan bile duydu. Bu ortamda IBSİD koşullar oluştuğunda halka yönelik bir saldırıda da bulunabilir.

Davutoğlu kendi başını derde sokmuştur. Ama aynı zamanda Türkiye halkının başını da.