Sınıf işbirliği yolu mu, işçi sınıfının yolu mu?

Tarihte pek az tartışma bu kadar hızlı bir şekilde pratik tarafından çözüme ulaştırılmıştır. Bundan yaklaşık 20 gün kadar önce, CHP’nin 24 Temmuz Pazar günü Taksim’de düzenleyeceği mitinge katılmanın doğru olup olmadığı konusunda sosyalist solda bir tartışma yaşandı. Solun epeyce ağırlıklı kesimleri şu ya da bu gerekçeyle o gün meydanda olmak gerektiğini savunuyordu. Biz DİP olarak mitingden iki gün önce, 22 Temmuz’da bir bildiri yayınladık (http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/dip-bildirisi-turkiyenin-milli-mutabakata-degil-anti-emperyalist-mucadeleye-ihtiyaci). Bu bildiri, önce herkesin gözü önünde yaşanan olguları sıralıyordu:

“CHP'nin Taksim mitingine karşı AKP'nin tavrı merak edilirken, önce AKP'li belediyenin mitinge ücretsiz ulaşım sağlayarak destek vereceği açıklandı. Ardından da CHP'nin mitinge çağırdığı AKP, miting çağrısına büyük memnuniyetle icabet edeceklerini söyledi. DİSK ve Hak-İş de mitingde yer alacaklarını açıkladı. Mitingde Türkiye bayrakları ve Mustafa Kemal resimleri taşınacak.”

Sonra şu soruyu soruyor ve cevap veriyordu:

“CHP'nin mitingi AKP'ye destek anlamı taşır mı? Eğer dün sivil darbe yapmakla suçladığınız, OHAL ilanı dolayısıyla meclise vefasızlıkla, meclisi taca çıkartmakla eleştirdiğiniz, darbeci cemaatçileri devlet içinde kadrolaştırmakla suçladığınız partiyi baş konuk olarak mitinginize çağırıyorsanız, evet bu bir destektir! Oysa AKP'ye destek vermeden de darbeye karşı çıkmak mümkündür. Eğer darbeye sadece yöntemsel olarak değil topyekün siyasi olarak karşı çıkıyorsanız, AKP'yi yani darbede büyük rol oynayan cemaat kadrolarını askere, polise ve tüm bürokrasiye itinayla yerleştiren partiyi karşınıza almadan bu konuda tutarlı olmanız olanaksızdır.”

Daha da önemlisi, bildiri AKP ile CHP arasında kurulan bu ilişkinin bir “milli mutabakat” politikası olduğunu saptıyor ve şu sonuca ulaşıyordu:

“Milli mutabakat şu anda sermayenin talebidir. Doğan medyası ile havuz medyasının flörtünün arkasında sermayenin çıkarları vardır. Sermayenin çıkarı, darbenin yenilmesinin ardından bir an evvel istikrarın sağlanmasından yana. (…) Bugün millet sermayenin  çatısı altında birleşemez, sermayeye karşı birleşebilir. Bu birliğin tek harcı ise işçi sınıfı olabilir. Bu birliğin tek gerçek ve birleştirici hedefi ise Türkiye'nin NATO'dan çıkması İncirlik başta olmak üzere tüm emperyalist üslerin kapatılmasıdır.”

Oysa solun epeyce bir bölümü Taksim mitingine katılmak için başka bir koşul öne sürüyordu: laiklik! Demek ki AKP’nin katıldığı bir mitingde kendilerini ondan ayırmak için bula bula bu kriteri bulmuşlardı! Sosyalist solun önemli bir çoğunluğu o gün Taksim meydanında yer alarak taraftarlarını Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Taksim Manifestosu”nu dinlemek ve onaylamak zorunda bıraktılar!

Kılıçdaroğlu Beştepe’de

Görünen köy kılavuz istemez. Taksim mitingi, AKP ile CHP arasında bir ittifak politikasının, daha doğrusu güç dengeleri göz önüne alınırsa CHP’nin Erdoğan-AKP kampının arkasında “demokrasi nöbeti”ne geçmesinin açılış etkinliğiydi. Aradan 24 saat geçememişti ki Kılıçdaroğlu, Bahçeli ile birlikte Beştepe’de “saray” olarak anılan binaya çıktı! O güne kadar bu binayı boykot etmiş olan Kılıçdaroğlu birdenbire tavrını değiştiriyor ve Erdoğan’a desteğini veriyordu. Milli Mutabakat cisimleşmişti! Bir gün önce meydana gidenler kendilerinin Kılıçdaroğlu’nun değirmenine taşıdıkları suyun hazretin Beştepe’ye biraz daha güçlü gitmesinden başka bir işe yaramadığını görmesi için daha iyi bir fırsat olamazdı.

Ama anlaşılan o fırsat da kullanılamadı. CHP’nin 4 Ağustos Perşembe günü İzmir’in Gündoğdu meydanında yaptığı mitinge solun birçok kesimi yine katıldı! İzmirli taraftarlarına da Taksim Manifestosu’nu dinleme eziyetini dayatmış oldular.

İşte o mitingden sadece iki gün sonra Kılıçdaroğlu belirli “koşullar” ileri sürerek Yenikapı’da tamamen Tayyip Erdoğan’ın gövde gösterisi halinde düzenleneceği belli olan mitinge katılmayı kabul etti! Koşullar arasında “Anadolu türkülerinin söylenmesi” ve “mehter takımının bulunmaması” vardı. İlkini bilmeyiz. Mehter takımı Yenikapı’da boy gösterdi ve böylece Kılıçdaroğlu da AKP’nin mehter yürüyüşüne katılmış oldu!

Tabii, Yenikapı sosyalist solun artık kaldıramayacağı bir ortam olurdu. Giden var mıdır bilmiyoruz. Ama solun daha önce Taksim ve Gündoğdu’ya katılmış kesimlerinin önemli bir bölümü artık geri adım atmak gerektiğini anladı.

Böylece, 20 gün önce başlayan tartışma berrak bir sonuca kavuştu: Taksim mitingi Yenikapı’ya giden yolun başıydı! Sosyalist solun çoğunluğu Taksim’de Kılıçdaroğlu’nun peşine düşmüş, ama yol Yenikapı’ya çıkınca son anda çark etmişti. 20 gün içinde ağır bir hata olduğu ortaya çıkan bu kadar vahim bir yürüyüşü açıklamak zordu. Dolayısıyla tevil gerekiyordu. Şu türden:

“Yenikapı mitingine Kılıçdaroğlu’nu katmasındaki ısrarın bir nedeni de budur. Ve böylece, CHP’nin çağrısıyla, emek ve demokrasi güçlerinin de katılımıyla, Taksim ve İzmir mitinglerinde ortaya koymaya çalıştığı farklılığı Erdoğan-AKP yönetiminin ‘demokrasi nöbetleri’ne eklentisi yapılmak istenmektedir.” (İhsan Çaralan, Evrensel, 6 Ağustos 2016)

Yani: CHP’nin Taksim ve İzmir mitingleri emek ve demokrasi doğrultusundaydı, ama Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın Yenikapı davetine kanarak bu “farklılığı” terk etti. Bu gerçeklerin üstünü sıvama çabasıdır. Kılıçdaroğlu, Taksim’in ertesi günü Erdoğan’ı ziyaret etmiş, Hürriyet gazetesi de tam da DİP bildirisinin önceden yazdığı gibi “Böyle Devam” diye manşet atmıştır! (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/emriniz-olur) Milli Mutabakat kurulmuştur! Buna rağmen sol İzmir mitingine de gitmekte ısrar etmiştir!

Yani CHP’de değişen bir şey yoktur! Sosyalistler Kılıçdaroğlu’nun peşine düşmekle hata etmiştir.

Devrimci İşçi Partisi ise Yenikapı’nın temsil ettiği yola işçi sınıfının alternatifini, Dolmabahçe’de, 1968 gençliğinin 6. Filo’yu denize döktüğü yerde, ortaya koymuştur: “Türkiye NATO’dan çıksın! İncirlik üssü kapatılsın!”