Müntehibi sani

Türkiye Cumhuriyeti devletinin bazı organları, kendilerini kimin milletvekili olup kimin olamayacağı konusunda hakem sayıyorlar. Hatip Dicle bağımsız milletvekili olarak seçime giriyor. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) önce Kürt halkını bir yokluyor. Altı başka bağımsız adayla birlikte Dicle’nin adaylığını da veto etmeye kalkıyor. Kürt halkı, meydanlarda ölü bile bırakarak adaylık hakkını geri alıyor. YSK beş öteki adayla birlikte Dicle’nin adaylığını da onaylıyor. Seçim süreci başlamıştır. El mi yaman bey mi, ortaya çıkacaktır. AKP ile bağımsız adaylar yarışmaya başlıyor. Dicle de AKP ile yarışa giren bu halk kahramanlarının en başta gelenlerindendir.

Ama devletin görevli organları yine harekete geçiyor. Hizbullah davasının kararını on yıl boyunca sonuçlandıramayan Yargıtay, aman ne tesadüftür, tam seçime iki-üç gün kala Dicle’nin bir davadan aldığı cezayı onaylıyor. Bu ceza milletvekili olmaya engel olacak türden bir cezadır. Yargıtay Dicle’nin “işini bitirmek” için hamlesini yapmıştır. Top YSK’dedir. Ama o da ne? YSK Dicle’nin milletvekili seçilme ehliyetinin düştüğünü ilan etmek yerine savunma istiyor Dicle’den. (Dicle daha sonra “savunma” vermeye gittiğinde bunun ne demek olduğunu soracaktır. Dicle hukukçudur, ne yaptığını biliyor!) YSK “veto krizi”nden dersini almıştır, ortalığı germek istemiyor diye düşünebilirsiniz. O aşamada bu yorum mümkün. Ama elbette bir yorum daha mümkün. YSK zaman kazanmak istiyor. Yargıtay’ın bu kararı dolayısıyla, Kürt seçmen “nasıl olsa meclise giremeyecek” diye Dicle’ye oy vermez hesabıyla pusuya yatmıştır YSK. Hangi yorumun doğru olduğu seçimden sonra saptanabilecektir. Şimdi saptanmıştır: YSK Dicle’yi Yargıtay ile el ele kazasız belasız meclis dışında bırakmak için beklemiştir. Seçilmezse, bir derin “ohh” çekecektir!

Ama öyle olmuyor. Seçmen, soyut anayasa hukuku terimleriyle konuşulacak olursa, devlete inanıyor: sandığa gidiyor, devlet tarafından hazırlanmış oy pusulasında Hatip Dicle diye bir bağımsız adayın adı da var. Kürt halkının gözüpek bir yiğit evladıdır. Seçmen mührü basıyor. On Diyarbakırlı seçmenden biri, hatta daha fazlası, 80 bin Kürt Dicle’ye oyunu veriyor! Bütün bağımsızlar arasında en yüksek oyu almıştır! Tek başına koskoca AKP’nin üçte biri oy almıştır!

Komedi bitmedi. Seçimden birkaç gün sonra, avukatları İl Seçim Kurulu’na başvurarak Hatip Dicle’nin mazbatasını alıyor. Mazbata, herkes bilir, milletvekili seçilmiş olmanın nihai belgesidir. YSK Dicle’ye bunu bile veriyor. Artık bundan sonra sadece meclis dokunulmazlığını kaldırırsa Dicle’ye yargının sözü geçer. Mazbata ile birlikte dokunulmazlık başlamıştır!

Sonra AKP ağlamaya başlıyor. Dicle’nin milletvekili seçilemeyeceği iddiasıyla YSK’ye başvuruyor. YSK bunun üzerine inanılmaz bir şey yapıyor. Geriye dönüyor, seçimde aday olarak kabul etmiş olduğu Dicle’nin seçilme ehliyetine sahip olmadığı dayanağı üzerinden milletvekilliğini iptal ediyor. Ve bu karara YSK’deki CHP ve MHP temsilcileri de onay veriyor!

Neresinden tutmalı? YSK’nin, bugün milletvekili seçilme ehliyeti olmadığını iddia ettiği birini, bütün hukuki veriler eldeyken seçim günü aday ilan etmesinin, asıl onun ehliyetsizliğini ortaya koyduğundan mı? AKP’nin utanmaz mızıkçılığından mı? Dicle’nin milletvekilliğinin düşürüldüğü kamuoyuna açıklanınca kahramanca ileri atılıp “2002’de Erdoğan için yapılan Dicle için de yapılsın” diyen CHP’nin temsilcisinin bir gün önce YSK’de ters yönde oy kullanmış olmasından mı?

Bir de şu. Öyle anlaşılıyor ki KCK tutuklusu iken Kürt halkının meclise seçtiği beş öteki vekili de salmak istemiyor devlet. CHP’nin Ergenekon tutuklularının tutukluluğunun kaldırılmamasından anlaşılan bu. Etti mi size altı milletvekili?

Blokun desteklediği bağımsız adayların Dicle kararı karşısında meclisi boykot etmesi kararı bütünüyle doğrudur. Etti mi size 36?

Kürt halkının bütün milletvekilleri meclisin dışında kalmış olacak. Oysa bu halk oyunu kullanmıştır. İşte işin püf noktası burası. Türkiye’de tek parti döneminde (bazı başka ülkelerde de olduğu gibi) “çift dereceli” denen bir seçim sistemi uygulanırdı. Seçmenler bir dizi seçiciyi seçerdi. Onlar da miletvekillerini. Seçmenlere (yani “avam”a) “müntehibi evvel” denirdi, yani ön seçmen. Onların seçtiği “seçkin” seçicilere ise “müntehibi sani” (yani son seçmen). Seçim sistemi değişti, ama TC devleti bu alışkanlığını kolay kolay bırakmayacak anlaşılan.

Türkiye’de bir siz, ey avam, müntehibi evveller var. Bir de Yargıtay, YSK, eskiden adı DGM olduğu halde şimdi Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi adıyla dolaşan mahkemeler falan. Ve onların ardında devlet! Onlar müntehibi sani. Onlar seçilmiş 550 milletvekilinin 36’sını, belki de daha fazlasını “uygun” görmediler.

Bu müntehibi saniler, bu aklı evveller, bugün, 2011’de Kürt halkının onuruyla oynanmayacağını bilmeyenler!